Salı

 

Hazret-İ Muhammed’in özelliklerinden ve büyüklüklerinden biri de, O’nun, insanlık için en faydalı ve şifalı bir tıp sistemi kurmuş olmasıdır. Bu sistem karışık, uzun, teferruatlı (ayrıntılı) değildir. Elli kadar küllî kaidesi (temel kuralı) vardır; bunlar hayata uygulanırsa hastalıklar asgarîye iner, tedavi kolaylaşır. Hazret-i Muhammed’in, ilahî ilhama dayalı tıbbı, hastaları tedavi etmekten çok, insanların hasta olmaması, sağlıklı yaşaması esası üzerine kuruludur. Zamanımızda buna

koruyucu tıp

deniliyor.

Osmanlılar Peygamberimizin (Salat ve Selam olsun O’na) tıbbına

“Tıbb-ı Nebevî”

(Peygamber Tıbbı)

derler. Bu konuda yazma ve basma hayli Osmanlıca kitap bulunmaktadır.

Geçenlerde elime Almanya’da basılmış Türkçe bir kitap geçti. İsmi:

“Tabiattan gelen şifa kaynağı Çörek Otu”.

94 sayfalık kitaba 100 kadar konu sığdırılmış.

Şu hadîs-i şerifi milyonlarca Müslüman bilir:

“Çörek otu, ölümden başka her derde şifa ve devadır.”

Ülkemizde bu şifalı otun siyah tohumları ekmeklerde, pidelerde, çöreklerde kullanılmaktadır. Devamlı olarak, mâkul miktarlarda

(Her faydalı şeyin çoğu zarardır)

kullanılırsa, bu harika ve mucize tohumun birçok vahim hastalığı önlediği muhakkaktır.

Tabiî ki, sadece çörek otu tüketmekle iş bitmez. İslâm tıbbının,

“Tıbb-ı Nebevî’nin diğer ana maddelerini de hayata uygulamak gerekir. Zaman zaman bu konulara temas ediyorum. Bugün de, İslâm tıbbının dört ana maddesini tekrarlayayım:

Birinci madde: Acıkmadan sofraya oturmamak, yemek yememek.

İkinci madde: Sofradan, doymadan önce kalkmak.

Üçüncü madde: Ağır, zengin gıda maddelerini, yemek ve tatlıları bir araya getirmemek. Mesela hem et, hem kaymaklı tatlı yememek.

Dördüncü madde: Yeme içme, beslenme konusunda mütevâzı, kanaatli, sade olmak.

Çörek otu ilaç olarak nasıl ve ne şekilde kullanılıyor, yukarıda ismini verdiğim kitapta bunlar anlatılıyor.Merak edenler şu adresten temin edebilirler: “Bekir Gökçümen Uşak. (0 532 275 75 46)

Bir Pazar Günüm

Geçen pazar gününü nasıl değerlendirdiğimi yazacağımı vaad etmiştim… Soğuk algınlığı hastalığı dolayısıyla hep evde oturmaktan bıktığım için biraz gezmek istedim. Öğle yemeğini

Kadırga Karakolu

civarındaki İmren lokantasında, yanımda iki üniversiteli olduğu halde yedim. Karnımızı iyice doyurduk, üçümüzün masrafı 20 lira tuttu. Lokantacı Metin bey biraz iltimas yaptı sanırım… Bu lokantanın kuru fasulyası meşhurdur. Yolunuz düşerse tavsiye ederim.

“Ben halk lokantasında yemek yiyemem…”

diyenlerdenseniz, o sizin bileceğiniz bir iştir.

Ezana birkaç dakika kalmıştı. Kumkapı tarafına yürüdük, sol köşede, 16’ncı asırdan kalma

Behram Çavuş Camii’nde

namaz kıldık. Bu küçük tarihî mâbedi bendeniz birkaç yıl önce dekore ettim, masrafını mimar Abdullah bey verdi. Mihrabın iki yanındaki saatler dışında dekorasyon bana aittir.

Yemeği yedik, namazı kıldık, yapacak üç şey kaldı: Güzel bir çay içmek, eski kitap almak, eski eşya almak… Gedikpaşa Yokuşu’ndan konuşa konuşa çıkıyoruz. Eskiden buralarda aileler otururdu. Şimdi iş yerleriyle dolmuş. Eski binalara bakılmamış, yenilerin mimârisi berbat ve çirkin.

Beyazıt’a çıktık, orada anacaddede üniversiteye karşı iki handa eski ve yeni kitap satan dükkanlar var. Süleymaniye kütüphanesi civarındaki dükkanını bu hanlardan birine taşımış Kitapçı Ahmet beyden dört kitap satın aldım:

(1)

Askerî Müze Hat Koleksiyonu.

Çok güzel bir albüm. Hatların Arapça okunuşlarında hayli hatâlar var. Yeni baskısında düzeltileceklerini ümit ediyorum.

(2)

Yeşil Ev Bir Yuva.

Çelik Gülersoy. Sultanahmet’te, Haseki Hamamı arkasındaki harap konağın nasıl tamir ve restore edilip bugünkü

Yeşil Ev oteline

dönüştürüldüğünü anlatan resimli bir kitap. Bilinirse ve istenirse ne güzel şeyler yapılabiliyor.

(3)

İbret Albümü 1908.

İst. Büyükşehir Belediyesi yayını. 1908 Meşrutiyetinden sonra Jön Türklerin, ayak takımının yaptığı densizlikleri, edebsizlikleri sergileyen karikatürler, resimler, yazılar.

(4) Fransızca büyük boy ve resimli,

seramik sanatı ile ilgili bir albüm.

Kitap da aldım, şimdi sıra çay içmekte. Nerede içsek? Düşüne düşüne yürüdük, Şehzadebaşı’na geldik, o

cânım Şehzade Camii’ni deniz tarafından kapatan korkunç Belediye binasının önünden geçtik.

Hayli yaklaşmış bulunuyoruz, bugün çayı

Zeyrekhanede

içelim… İtfaiyenin önünden geçtik. Ortalık polis kaynıyor. Nevruz münasebetiyle tedbir alınmış… Çırçır tarafındaki ara sokaklardan birinde ikişer katlı iki eski İstanbul evi çok güzel bir şekilde tamir edilmiş. Böyle eski evlerde ne güzel oturulur…

Zeyrek Camii’nin

dışı, kubbeleri gayet itinalı bir şekilde restore ediliyor. İçine, cami kısmına bir çivi çakılmıyor.

Sanıyorum, bazıları bu mâbedi Ortodoks kilisesine geri vermeyi düşünüyor.

İnşaallah veremezler. Müslüman ileri gelenlerin, Müslüman zenginlerin umurunda bile değil.

Faraza Zeyrek Camii

(Eski İsmi Pantokrator Kilisesi)

Patrikhaneye verilse, alın burayı size veriyoruz denilse, bütün Hıristiyanlık alemi harekete geçer, on milyonlarca dolar yardım toplanır, dünyanın en büyük ve en başarılı mimarları, restoratörleri, sanatkârları bu harap binayı gayet müzeyyen bir kilise haline getirirler. Müslümanlar, şu tarihî caminin harap halinden rahatsız olmuyorlar, harekete geçmiyorlar.

İki sene önce, camide karşılaştığım ve bir tv kanalında çalışan genç bir arkadaşa şöyle demiştim: “Zeyrek Camii’nin bir derneği varsa, o derneği canlandıralım. Birtakım profesörleri, emekli büyük bürokratları, gazetecileri, fikir adamlarını, tacirleri, holding sahiplerini üye kayd edelim. Bunlardan birini başkan yapalım ve caminin mükemmel bir şekilde restore ve dekore edilmesi için harekete geçelim… Genç tv.’ci arkadaş “Benim babam civarda küçük bir esnaftır, böyle bir dernek vardır ve kendisi orada vazife görmektedir, bu söylediğinizi ona anlatayım, sonra size haber veririm…” cevabını vermişti. Aradan iki sene geçti, ses yok, haber yok. Cami çok harap, çok virane, çok utanç verici bir şekilde duruyor.

Neyse… Zeyrekhane’ye girdik, bir masaya oturduk. Tarihî antika semaverdeki çay beş-on dakika sonra hazır olacakmış, bekledik ve içtik…

(Zeyrekhane lüks bir mekândır. Fiyat tarifesi öğrencilere, dar gelirlilere fazla gelebilir…)

Zeyrek gibi harap olmuş tarihî bir semtteki bu restoran ve kahve gerçekten bir sanat ve medeniyet eseridir. Bilinirse, istenirse neler yapılabiliyormuş, onun bir örneğidir.

Oraya bir ay kadar önce gittiğimde, çayımı içerken

Çetin Altan

geldi. Selam verdim, geçerken el sıkıştık. O bununla yetinmedi, sarıldı öpüştük. Galiba Türkiye’de iyi şeyler de oluyor.

Çetin Altan ile Mehmed Şevket Eygi’nin selamlaşmaları, el sıkışmaları, sarılıp öpüşmeleri Türkiye’nin bir konuda terakki ettiğini gösteriyor.

Bundan kırk sene önce böyle bir şey olamazdı. Keşke sağcı solcu, dinci laik, ilerici gerici, şucu bucu, Sünnî Alevî bütün aydınlar, bütün söz ve rey sahipleri böyle yapabilseler.

Toplumsal barışa, millî mutabakata öylesine muhtacız ki…

Çaylarımızı içip biraz sohbet ettikten sonra Horhor’dan Aksaray’a doğru yürüdük. Yokuşun başında

Hamdullah Subhi’nin babasının taş köşkü var.

İkindi ezanı okunuyor, namazı

Kızılminare Camii’nde kıldık.

Sonra tramvayla Topkapı’ya gittim,

Füze çarşısından bir iki eski eşya

aldım. Cam, toprak, porselen objeler. Gümrükçü Behruz beyin dükkanında bazen enteresan kitaplar bulunuyor, bu sefer merakımı ve ilgimi çeken bir şey çıkmadı.

Behruz bey, gümrüklerde kalan yolcu çantalarını satın alır. Bunların içinden çıkan eşyayı satar.

Topkapı’daki Füze çarşısında birkaç eskici, antikacı var. Maalesef bu çarşı birkaç hafta veya birkaç ay içinde yıkılacak. Beş yüze yakın esnafın ekmek yediği, binlerce kişinin geçimini sağladığı böyle bir iş yeri yıkılırken, içindekilere yeni bir yer gösterilmesi, birtakım kolaylıklar yapılması gerekmez mi?

İstanbul’da antika eşya almak çok zorlaştı. Fiyatlar astronomik oldu. Benim bütçem antikaya yetişmediği için, eski eşya alıyorum. Bir de, Çin’den, Hint’ten gelen el sanatı ürünleri var. Süleymaniye ile Mercan arasında bazı hanlarda satılıyor. Onlar, akıl almaz derecede ucuz. Canım sıkılınca gidip maden, ahşap, porselen, toprak, cam… birkaç eşya alıyorum. Moralim düzeliyor. Bunun ismini

“El sanatı eşyası alarak tedavi”

koydum. Bütçeniz müsaitse

(fazla bir şey tutmaz)

ve hanımınız muhalefet etmezse siz de deneyebilirsiniz. 22 Mart 2006