Perşembe

 

Seçim yapıldı, halk bir partiyi iktidara getirdi. Bu konuda hayretler, şaşkınlıklar, memnuniyetler, teessüfler, oh ohlar, tüh tühler, vay canınalar sergilendi. Halk isabet etmiş de olsa, yanılmış da olsa neticeyi kabul etmek gerekir.

Bundan sonra önemli olan, ülkede acilen ne gibi icraat yapılması gerektiği üzerinde durmaktır. Aydınların, seçkinlerin, düşünürlerin bu konuda kafa yormaları, çareler ve çözümler üretip bunları iktidara teklif etmeleri gerekir. Her ne kadar aydın ve seçkin değilsem de okur-yazar bir vatandaş olarak aşağıdaki hususlara dikkat çekmek isterim:

Birincisi EĞİTİMDİR:

Bir ülkenin eğitimi güçlü, vasıflı, üstün, yeterli değilse o ülkenin geleceği karanlıktır. Bizdeki eğitim sistemi bu saydığım sıfatlara sahip midir? Değilse, ne gibi ıslahat (iyileştirme) yapılmalıdır. Bugünkü eğitim sistemimiz, genç nesillere, en büyük klasik Türk şairi olan Fuzulî’nin şiirlerini, manasını anlayarak ve bu kıraatten zevk ve haz alacak seviyede bir Türkçe öğretememektedir.

Liselerimizde gençlere mantık okutmuyoruz. Türkiyeliler atalarının mezar taşlarını okumaktan acizdir. Halkımız mürekkep (karmaşık) bir cehaletin karanlıkları içinde yüzüyor.

İkincisi ÜNİVERSİTELERDİR:

Dünyanın bütün ileri, medenî, gelişmiş, kalkınmış, demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş ülkelerinde üniversiteler hürdür. Bizde ise YÖK tasması veya bukağısı ile bağlı ve gemlidir. Üniversitelerimiz ülkenin beyni olma vazifesini yerine getiremiyor. Bu konuda neler yapmak lazımdır?

Üçüncüsü ANAYASA meselesidir:

Bugünkü Anayasa militer, tekelci, köstekleyici bir metindir ve çeyrek asırdır patlak veren krizlerin kaynağıdır. Bu Anayasa kesinlikle yeterli değildir. Türkiye bu Anayasaya sığmamaktadır. Bu konuda neler yapılmalıdır?

Dördüncüsü MİLLÎ GELİRİN ADİL TAKSİMİDİR:

Ülkemizde bu konuda korkunç ve dehşetli bir adaletsizlik görülüyor. Yakın tarihimizde müzmin ve yüksek enflasyonla, çeşitli alavere ve dalaverelerle, faizlerle, iç ve dış borçlarla ülkemiz, halkımız, devletimiz soyulmuştur, yağmalanmış, talan edilmiştir. Bunu düzeltmek için ne gibi çareler ve çözümler vardır? Bunlar hayata nasıl geçirilecektir?

Beşincisi: Bugünkü hukuk sistemi

millî kültürümüze, toplumsal yapımıza, ihtiyaçlara cevap veremiyor. Suçlar çok artmıştır. Hapishaneler dolup dolup boşalmaktadır. Verilen cezalar, suç işlenmesini önleyememektedir. Halkın yarısı birbiriyle nizalıdır.

Mahkemeler dosya çokluğundan başını kaşıyamamaktadır. Bunlar yetmiyormuş gibi, burada açıkça yazamayacağım başka uygunsuz ve olumsuz haller görülmektedir. Bu mesele nasıl halledilecektir?

Altıncısı: KOKUŞMA

korkunç boyutlara ulaşmıştır. Haram yeme, talan, nüfuz ticareti, nepotizm (Akrabaları ve yakınları kayırmak ve rantlandırmak) almış yürümüştür. Rüşvet, irtikap, yaygınlaşmıştır. Bu hal böyle devam edemez. Ederse ülke batar. Bu fenalıkları önlemenin çaresi yok mudur?

Yedincisi: Hedonizm ve arivizm çığ gibi büyüyor. Bu İki kötülük memleketi batırmaya yeter de artar. Bunlar nasıl önlenecek ve izale edilecektir?

Sekizincisi: Ülkenin ve devletin en değerli toprakları, mülkleri, limanları, işletmeleri, banka ve fabrikaları haraç mezat yabancılara satılıyor. Elde edilen paralar faiz ödemekte kullanılıyor. Bu gidiş iyi midir, kötü mü? Kötüyse nasıl durdurulacaktır?

Dokuzuncusu: Müslüman çoğunluğa karşı yapılan insan hakları ihlalleri hep böyle devam edecek midir? Medeniyete, hukuka, insanlığa, millî kimlik ve kültüre aykırı olan başörtüsü yasağı kaldırılmayacak mıdır?

Onuncusu: İslam tarikatları, Mason locaları kadar hür, yasal ve güvende olmayacak mıdır?

Onbirincisi: Medya gibi son derece büyük bir güçteki mafyalaşmaya, tekelciliğe ve kartelciliğe son verilmeyecek midir?

Onikincisi: Milyonlarca işsiz vardır. Bunlara nasıl iş ve aş temin edilecektir?

Onüçüncüsü: Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde asayiş güvenlik, huzur nasıl sağlanacaktır?

Ondördüncüsü: Siyasî ve ideolojik sistemle din arasındaki bitmez tükenmez, müzmin geçimsizlik, anlaşmazlık, kavga nasıl bitirilecektir?

Onbeşincisi: Yetersiz eğitim, miadı dolmuş resmî ideoloji, kötü medya yüzünden insanlık, komşuluk, vatandaşlık hakları ayaklar altındadır. Toplumda sevgi ve saygı hergün erozyona uğruyor, büyüklere hürmet, küçüklere şefkat azalıyor. Buna dur denmeyecek midir, tedbir alınmayacak mıdır?

Onaltıncısı: Büyük devlet adamlarının, büyük bürokratların, bakanların, milletvekillerinin, holding sahiplerinin, medya babalarının, kara para sahiplerinin çocukları, torunları, canları ciğerleri, yeğenleri, yakınları ateş hattına gönderilmiyor. Ateşli yerlere fakir fukaranın ciğerpareleri yollanıyor. Bu adaletsizlik ve eşitsizlik hep sürecek midir?

Daha yazacak çok maddeler var ama bugünlük bu kadar yeter. Partili milletvekilleri bunları Meclis Kürsüsüne taşırlar mı?

Bu yazım Muhsin Yazıcıoğlu beyin eline geçerse acaba o ilgilenir mi? Onun şu anda parti disiplini diye bir derdi yok. Zaten kendisi bizzat parti lideriydi…

Boğucu Sıcakta Beyoğlu’nda Gezinti

ÇARŞAMBA günü hava sıcak mı sıcak. Amerika’dan bir dostum gelmiş olmasa sokağa kesinlikle çıkmazdım… Onunla öğle yemeğini Tavukpazarı’nda (Çemberlitaşla Nuruosmaniye arasında) Bahar Lokantasında yedik. Kahveyi Nuruosmaniye caddesinde yakınlarda açılmış olan Kahve Dünyası’nda içtik. Doğrusu nefis Türk kahvesi yapıyorlar. Limonataları da harika…

Bu sıcakta nereye gidilir? Bir taksiye atladık. Beyoğlu’na gittik. Galatasaraydaki Avrupa Pasajı’ndan 8 tarihî kartpostal ile üç küçük Japon tabağı aldım. Oradan Aslıhan’daki sahaflara… Misafirim birkaç kitap ile 1930’lu yıllardan kalma kırmızı emaye bir sokak levhası aldı. Bendeniz yirmi kadar kitap. Sıcak tahammül edilir gibi değil. Bir muhallebicide bir şeyler yiyip dinlendik. Vitrinden caddeye bakıyorum. Sıcağa rağmen insan kaynıyor. Çok kişinin elinde dondurma külahı var, yalaya yalaya yürüyorlar. Eskiden sokakta, meydanda, çarşı pazarda herkesin içinde bir şeyler yemek çok ayıptı… Oturduğum yerden Galatasaray Lisesi’nin bahçesi ve binası görülüyor. Burada yedi sene yatılı okudum, semtin eski bir aşinasıyım. Okulu 1952’de bitirdiğime göre 55 sene geçmiş. Yarım asır önceki Beyoğlu insanlarını düşünüyorum. Caddede dolaşanların çoğunluğu takım elbiseli, yakası kolalı Frenk gömlekli, kravatlı, şapkalı, ayakkabıları (pençeli de olsa) mutlaka boyalı ve cilalı vatandaşlardı. Hanımların kıyafetleri de râbıtalıydı. Rüküş sayışı çok azdı.

Vitrinin önünden 40 yaşlarında hayli şişman bir hanım geçiyor. Belden aşağısında dapdaracık siyah bir pantolon, üstte pespembe bir bluz…

Benim çocukluğumda Beyoğlu’nda üç adet günlük Fransızca gazete çıkardı. 1929’da bu rakam beşmiş. Evet, Fransızca beş adet günlük gazete… Şimdi o kültürün yerinde yeller esiyor. Pasajda Ergun Hiçyılmaz beyin sahaf, kartpostal, eski evrak ve belge satılan dükkanına da uğradık, iş durumunu sorduk. Berbat dedi.

Popülist iktidarlar kitap, kültür, sanat, kütüphane konusunda bir şey yapmıyor. Mısır, İskenderiye’de beş milyon kitaplı muazzam bir kütüphane kurdu. İstanbul’un en büyük resmî kitaplığında sadece 450 bin kitap, belge, resim, doküman var. Çok az sayıda memuru olan bu kütüphane de can çekişiyor.

Aslıhan’ın alt katındaki sahaf Önder beyden merhum Adnan Kahveci ile ilgili bir kitap aldım, üç de Fransızca Historia dergisi… Bu gece bana okuma malzemesi çıktı.

Eve dönmek üzere bir taksiye atladık. Araba Unkapanı’nda su kaynattı, indik, başkasına bindik. Eve geldiğimde saat beş olmuştu. Hemen bir Yunnan (Çin’de bir bölge) çayı demledim. 27 Temmuz 2007