Cuma Hutbeleri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
Pazar
(1) Camilerdeki mihraplar, minberler, kürsüler Peygamber makamıdır. Buralara ilim, irfan, ahlâk, fazilet, hikmet, kültür, şahsiyet bakımından ehil ve layık kişiler getirilmelidir. İmamlık, hatiplik, vaizlik birer emanettir. Bu emanetler ehliyetli kişilere verilmezse İslâm’a ve Ümmet’e ihanet edilmiş olur.
(2) Cuma hutbelerinin Arapça ve Türkçe kısımlarında en ufak lisan ve edebiyat hatâsı yapılmamalıdır.
(3) Şu anda yenilikçi zihniyetin tesiri ile ülkemizde okunan cuma hutbelerinin başındaki kısım, Resulullah Efendimiz’in (Salat ve selam olsun O’na) bir nikahta okumuş olduğu metindir. Diyanet bu konu üzerinde durmalı ve yeni bir metin hazırlayıp onu okutturmalıdır.
(4) Cuma hutbelerinde Türkçe bir kısım bulunması ülkemizin yakın tarihinde meydana gelmiş bir bid’attir.
(5) Bu bid’atin, bir bid’at-i hasene olabilmesi için bazı şartların yerine getirilmesi gereklidir: (a) Türkçe gramer ve cümle hatâsı yapılmaması; edebiyat, belâgat, fesahat kurallarına riayet edilmesi, (b) Hutbedeki fikirlerin, üslûbun dine ve ibadete uygun olması, (c) Kaliteli olması.
(6) 28 Şubat krizinden sonra Diyanet’e ağır baskılar yapılmış, cuma hatiplerinin merkezden gönderilen hutbeleri okumaları mecbur kılınmış, kendi kafalarından başka hutbe okuyanlar cezalandırılmış, sürülmüştür. Böyle bir hareket dine müdahaledir, bir insan hakları ihlâlidir.
(7) Diş sağlığı ve diş fırçasının önemi… Vergilerini ödemenin bir görev olduğu… Elektrik israfının önlenmesi gibi hutbeler dinle, camiyle, Müslümanlarla alay mahiyetindedir. Diş sağlığı ve diş fırçası kullanılması önemli ve lüzumlu bir konu olabilir. Ancak bunun yeri, Peygamber makamı olan minber değildir. Toplandıktan sonra bir takım namussuzlar ve vatan hainleri tarafından bir kısmı hortumlanan vergilerin toplanması da önemli olabilir. Bu önemi halka bildirmenin yeri yine cami ve minber değildir. Bazıları din, cami, ibadet siyasete karıştırılmasın edebiyatı yapıyor ve sonra da çeşitli baskı ve tehditlerle kutsal ibadethanelerin yüce makamlarında böyle hutbeler okutuyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur…
(8) Cuma hutbelerinin faydalı, kaliteli, estetik değeri yüksek olmalıdır. Hutbelerde öncelikle inanç, ibadet, ahlâk, fazilet, hayra teşvik, kültürlü ve medenî Müslüman olmak; Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata sarılmak, günahlardan ve azgınlıklardan kaçınmak, dünyada hayırlı ve meşru işler yaparken var gücüyle ahirete hazırlanmak ve orası için azık toplamak; iyi insan, iyi vatandaş, iyi müslüman olmaya çalışmak gibi temel ve faydalı konular işlenmelidir. Edebiyatın hitabet denilen bir kolu vardır. Hutbelerin metni ve okunuşu buna uygun olmalı; cemaat can kulağı ile dinlemeli, ilgilenmeli, duygulanmalı, heyecanlanmalıdır.
(9) “Aziz cemaat, bugünkü hutbemizin konusu İslâm’da temizliktir…” gibi basmakalıp, sıradan, edebî sanatlara uygun olmayan, kalitesiz, yavan bir cümle ile başlayan hutbeler baştan savma hutbelerdir.
Bu gibi hutbeler hem okuyanlara, hem de Diyanet Başkanlığı için ayıptır, züldür, vebaldir.
(10) Hutbelerde cemaate müjdeler verilmeli, uyarılar yapılmalı, Allah’a ve insanlığa karşı olan vazifeleri anlatılmalı, sorumlulukları bildirilmelidir. Hutbeyi dinleyen Müslümanların ruhlarına hitap edilmeli, bilgilenmeleri, uyanmaları, kendilerini toparlamaları için çalışılmalıdır. Bu işler kalitesiz, heyecan vermeyen, duygulandırmayan hutbelerle olmaz.
(11) Camideki herkes için söylemiyorum ama zaman zaman hutbeler okunurken bazı Müslümanların ağladıkları, hatta birkaçının heyecandan bayıldıkları görülmelidir. Ben şahsen, cemaatini ağlatan, heyecanlandıran hocalar görmüşümdür. Bundan elli sene önce Osman efendi isminde zayıf nahif, kısa boylu bir hocaefendi Kısıklı Camii’nde kısık bir sesle cuma hutbesi okurdu (o tarihte o camide hoparlör yoktu) ve cemaatin büyük kısmı onu dinlerken sessiz sessiz ağlardı. İslâm’da, islâmî hayatta gözyaşının yeri vardır. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm ashabından bir zata “Evine kapan ve ağla…” buyurmuştur. İnsan hayatının trajik yönleri vardır. Ülkemizde, İslâm dünyasında bütün insanlık âleminde çok acıklı hadiseler cereyan etmektedir. Dünya kan, ateş, zulüm içinde bulunmaktadır. Memleketimizde nice facia cereyan etmektedir. Haksızlık, kötülük, zulüm, hırsızlık, güvensizlik, adam öldürme, içki, kumar, fuhuş, riba, azgınlığın her türlüsü, fitne fesat, nifak şikak, iğtişaş, güvensizlik, namussuzluk almış yürümüştür. Din ve mukaddesat hergün hakarete uğramaktadır. Bunların hepsi, açıkça beyan edilip anlatılmasa bile, dolaylı şekilde de olsa hutbelerde Müslümanlara duyurulmalı, kalpleri heyecana verilmeli ve hiç olmazsa cemaatin bir kısmının gözlerinden yaş dökülmesi sağlanmalıdır.
(12) Cuma hutbelerinde, Peygamber makamı minberlerde kesinlikle para toplama edebiyatı yapılmamalıdır. Cami tamiratı, imam meşrutası, hoparlör tesisatı, cami kaloriferi, cami kliması, cami helası, filan Kur’ân kursuna yardım gibi edebiyatların yeri bu mukaddes minberler değildir. Bu şekilde para istemeler, para toplamalar İslâm’ın ruhuna, nezahatine, izzetine, ulviyetine yakışmaz. Kutsal Cuma ibadeti sırasında cemaatten para isteme konusu artık tahammül edilmez hale gelmiştir. Diyanet’in, cuma hutbesi okunurken cemaatten para istenmesi, yardım talep edilmesi işine el koyması ve bunu yasaklaması gerekir. Peki meşrutalar, cami helaları, cami hoparlörleri için nasıl para bulunacaktır? Bunun çare ve çözümlerini, kutsal ibadetleri hafife almadan, kutsal cuma namazı esnasında böyle bayağı, âdi, pis konuları konuşmadan halletmeye çalışsınlar.
(13) Benim çocukluğumda halkın yüzde sekseni köylerde, kırsal kesimde yaşıyordu. Şimdi ise köylü nüfusun sayısı azalmış, halk şehirlere doluşmuştur. Her yere okullar yapılmış, eğitim yaygınlaşmış, üniversite sayısı yetmişi geçmiştir. Nüfusun kültür seviyesinde büyük değişiklik olmuştur. Böyle bir zamanda cami minberlerinde, cami kürsülerinde gecekondu, köy, taşra, varoş edebiyatı yapılamaz; şehirlerde “köy hutbesi” okunamaz. Cuma hatiplerimizin çok kaliteli, çok medeni, edebiyat ve sanat boyutu olan, his ve heyecan veren hutbeler okumalarını istemeye hakkımız vardır.
(14) Bu ülkenin yetmiş bin camiinde her hafta hutbe okunuyor. Senede üç buçuk milyon hutbe eder. Yukarıda arz ettiğim şekilde kaliteli, müjdeleyici, uyarıcı, duygulandırıcı, heyecanlandırıcı, faydalı, değerli, tesirli hutbeler okunabilse halkımızın ve ülkemizin durumu birkaç sene içinde düzelebilir. Bu düzelme işi elbette sadece hutbelerle olmaz. Ancak hutbeler bu konuda öncülük edebilir.
(15) Cuma hutbelerinde, İslâm’ın temel farzlarından olan emr-i bi’l maruf ve nehy ‘ani’l-münker vazifesi de, yasal sınırlar zorlanmamak şartıyla yapılmalıdır. Peygamber Efendimiz (Salat ve selam olsun O’na) emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını terk eden bir İslâm toplumunun başına ilâhî azabın geleceğini haber vermiştir.
(16) Ramazan’a az kaldı. Bu kutsal, feyizli ve mübarek ayda birtakım vatandaşlar oruç tutacak, namaza başlayacaktır. Maalesef bunların bir kısmı bayramdan sonra namazı terk ediyor. Ramazan’ın dört cumasında bunlara ruhlara işleyen hutbeler okunsa belki bazısı namazı bırakmayacak, salahtan fesada dönmeyecektir. Bundan otuz kırk yıl önce “Muhterem cemaat…Recep, Şaban derken işte Ramazan da geliverdi…” diye başlayan basmakalıp bir hutbe okunurdu. Her yıl bu hutbeyi dinlemeye alışmıştık, okunurken tebessüm ederdik. Bu kabil basmakalıp, yasak savma kabilinden hutbelerle Müslümanlar uyandırılamaz.
(17) İmam ve hatip efendiler cuma hutbelerine önceden hazırlanmalıdır. Okuyacakları hutbenin provalarını yapmalıdırlar. Yazılı hutbe metnini okurken yanlış yapmak dine ve cemaate ihanettir. Noktalama ve vurgulama yanlışı yapmak dine ihanettir. Hatip efendilerin cübbeleri ve sarıkları düzgün olmalıdır. Hiçbir imamın ve hatibin bakkal gömleği gibi cübbe giyerek mihraba geçmeye, minbere çıkmaya hakkı yoktur. Sarıkların tülbent kısmının naylon kılıflı olması gülünçtür. Diyanet’in bunu mutlaka önlemesi gerekir. Vakit namazlarında kamet getirilirken imam efendinin mihraba doğru yürüyüşünün bile kaliteli bir yürüyüş olması gerekir. Bir imamın, dinî kıyafetiyle sarsak sarsak, sempül sümpül yürümesi ayıptır.
(18) Camilere, vakit namazlarına, cuma numazlarına ve hutbelerine, cami vaazlarına, imamlara, cami cemaatine önem vermezsek; bunlar hususunda tehavün gösterirsek (hafife alır, önemsemezsek), cami ibadetlerini ve hizmetlerini angarya sayarsak, cami görevlilerini ümmetin ve ülkenin en ehliyetli, değerli ve liyakatli kişileri içinden seçmezsek kendimizi yıkmış oluruz. Bugünkü gibi… 22 Eylül 2003