Cumhurbaşkanımız ve Başörtüsü
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
Cuma
Sayın Cumhurbaşkanımız ülkemizin bir numaralı resmi şahsiyetidir, Türkiye devletinin protokolde birinci ismidir. Binaenaleyh, her vatandaşın ona saygı göstermesi gerekir. Ancak, bir demokraside Cumhurbaşkanları da, edep ve nezaket dairesinde, tenkit edilebilir.
Kendileri, devlet başkanlığı makamına seçildikleri vakit ülke çapında olumlu rüzgârlar esmiş, büyük ümitler beslenmişti. Politika pisliklerine bulaşmamış, temiz bir bürokrattı; Yargının en üst zirvesine çıkmış, bir hukuk ve adalet adamıydı.
Bendeniz, kırk küsur senedir gazetecilik yapan, birara İstanbul’da iki günlük gazeteye sahip bulunan, baş makaleler kaleme alan bir basın mensubu olduğum halde, Sayın Ahmet Necdet Sezer’den önceki devlet başkanları tarafından bir kere bile 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna davet edilmemiştim. Böyle bir toplantıya beni resmen ilk defa Sayın Sezer çağırmışlardır. Bu davete icabet ettim, Ankara’ya gittim, resepsiyonda hazır bulundum. Ondan sonraki Cumhuriyet Bayramlarında tekrar davet edilmedim. Zaten her sene de bu münasebetle bir Ankara yolculuğu yapamam. Kendilerine teşekkür borçluyum.
Başörtüsü konusundaki son tutumuyla, Sayın Cumhurbaşkanımız büyük bir prestij kaybına uğramış bulunuyorlar. Bu konuda dindar kişilerden ve yazarlardan tepki ve tenkit gelmesi tabiidir. Ancak bu sefer en ağır tenkitler, tepkiler, protestolar Müslüman yazarlardan, fikir adamlarından önemli şahsiyetlerden gelmemiş; laik, çağdaş, ilerici, batıcı medya mensuplarından ve çevrelerden gelmiştir.
Cumhurbaşkanımız, resepsiyona çağrılan bakanlara, milletvekillerine iki ayrı davetiye göndermiştir. Eşlerinin başı açık olanlara “eşinizle birlikte…”, eşlerinin başları kapalı olan zevata ise, muhteviyatında “eşinizle birlikte” ibaresi bulunmayan bir metin gönderilmiştir. Yani, zımnen hanımlarının başı örtülü olanlara ayrı davranılmıştır. Ben tenkit etmiyorum, yapılan tenkitleri özetliyorum:
(1) Böyle bir ayırım demokrasiye aykırıdır. Demokrasi, çoğulculuğa, farklılığa, çeşitliliğe saygı gösterir. Demokratik bir ülkede birinci sınıf, ikinci sınıf vatandaş diye ayrım yapılmaz.
(2) Böyle bir ayırım temel insan haklarından ve haysiyetlerinden biri olan eşitlik ilkesine de aykırıdır. Hukuk önünde başı açık kadınlarla başı örtülü kadınlar eşittir.
(3) Eşlerinin başları kapalı olan politikacılarınKöşke yalnız olarak davet edilmeleri laikliğe de aykırıdır. Gerçekten laik olan bir sistemde insanlara dinlerinden, inançlarından, inandıkları dinin hükümlerini hayatlarına uygulamalarından dolayı ayırım yapılamaz.
(4) Böyle bir uygulama, devleti, ülkeyi, halkı bütünüyle temsil eden cumhurbaşkanına yakışmaz. Çünkü o, inançlarını, görüşlerini, hayat felsefelerini kabul etmediği vatandaşların ve zümrelerin de büyüğü ve temsilcisidir. Onları dışlayamaz. Nitekim gerçekten demokrat, medeni, ileri ülkelerde bizdeki ayrımcılık gibi bir uygulama kesinlikle görülmemektedir.
Medeni ve toleranslı insanlar, zıt ve aykırı görüşlere sahip insanlara ve vatandaşlara “Sizin düşünce, kanaat ve hükümlerinize katılmıyorum. Ancak düşünce hakkınıza saygı gösteriyorum.” diyebilenlerdir. Nitekim Voltarie’in, felsefesini beğenmediği bir filozofa “Fikirlerinize katılmıyorum, ancak fikir hürriyetinizi sonuna kadar savunacağım…” diye yazdığı rivayet edilmektedir.
Anayasamıza ve siyasi sistemimize göre cumhurbaşkanının yürütmeyle ilgili bir yetkisi ve gücü yoktur. Bu bakımdan da başı açık kadın vatandaşlarla, başı kapalı vatandaşlar arasında bir ayırım yapmaya da hakkı bulunmamaktadır.
Cumhurbaşkanı, halkın ve ülke bütününün devlet büyüğü olduğuna göre, onların bir kısmını, hattâ çok büyük bir kısmını küstürecek, darıltacak, tedirgin edecek muamelelerden uzak durmalıdır.
Sanıyorum, Sayın Cumhurbaşkanı’nın etrafındaki bürokratlar, danışmanlar, çevresi kendisini başörtüsü konusunda yanıltmışlardır. İstihbaratıma göre, cumhurbaşkanımız iki kimlikli Sabataycılar tarafından kuşatılmış bulunuyor. Netâmeli bir konu olduğu için bu hususta fazla yazmak istemiyorum.
Türkiye, demokrasinin beşiği değildir. Demokrasi denince hatıra İngiltere, İsviçre, ABD ve diğer batı ülkeleri gelir.Başörtüsü konusunda, o ülkelerdeki uygulamaya bakalım:
(1) İngiltere’de ilkokuldan üniversiteye kadar bütün tahsil müesseselerinde, aileleri ve kendileri arzu ediyorsa bütün Müslüman kız öğrencilerin başlarını örtmeleri, tesettüre uymaları serbesttir.
(2) ABD’de de bu hususta son derece geniş bir hürriyet ve tolerans görülmektedir.
(3) Sadece Fransa’da lise seviyesinde bazı sıkıntılar yaşanmaktadır. Fransız Danıştayı, dini bir inanç ve uygulama olarak tesettürün meşruiyetine ve cevazına hüküm vermiştir. Fransa Milli Eğitim Sistemi, kulaklar ve çene altı açık kalmak şartıyla başın bağlanmasında hiçbir sakınca görmemiştir. Üniversitelerde ise arzu eden Müslüman kız öğrenciler başlarına eşarp da bağlayabilirler, çarşafa da girebilirler, onlara kimse karışmaz. Çünkü demokratik bir sistemde çoğulculuk vardır. Müstehcen olmamak şartıyla her kıyafete bürünmek serbesttir.
Cumhurbaşkanımız “kamusal alanda baş örtülmez” buyurmuşlardır. Bir şeyin yasak olması, yapılmasının suç teşkil etmesi, yapanlara ceza verilmesi için bu konuda açık, seçik, adil bir kanun olması gerekir. Türkiye’de başörtüsünü yasaklayan hiçbir hukuki kural ve metin bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanının, kanun koyma yetkisi de olmadığına göre…
Devletin başkanlarının, halka karşı nazik, uzlaşıcı, gönüllerini kırmayıcı bir tutum içinde olması gerekir. Akıl, bilgelik, firaset bunu gerektirmektedir.
Birçok köşe yazarı, yorumcu, düşünür başörtüsü konusundaki çifte standart ve ayırım dolayısı ile cumhurbaşkanımızı çok ağır ifadelerle tenkit ettiler, kınadılar. Ben saygıda kusur etmemeye çalışarak bazı isteklerimi kendilerine arz ediyorum:
(1) ABD, İngiltere İsviçre ve diğer bütün medeni, demokrat, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, temel insan haklarına saygılı ve bağlı ülkelerde olduğu gibi başı örtülülerle başı açıklar arasında ayırım yapmasınlar. Hepsi de vatandaştır. Başı açıklar birinci sınıf vatandaş, başı kapalılar yaramaz ve ikinci sınıf vatandaş denilmesin.
(2) Olgun, büyük, kemalli insanlar bir hatâ yaptıkları vakit, bundan dönmesini bilen kimselerdir. Sayın Cumhurbaşkanımız bu sıfatlara sahip bulunduğuna göre, yapılan hatâları telafi etmelidir. Milletten, kamuoyundan affedilmesini istemesine lüzum yoktur. Uygulamadan, ayrımcılıktan vazgeçilir; millet anlar, sevinir.
(3) Türkiye Devleti’nin başı olarak Cumhurbaşkanının kendi şahsi inançlarını, felsefi kanaatlerini bağlı bulunduğu ideolojiyi Türkiye’ye, Türk milletine empoze etmeye, bu konuda doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde baskı yapmaya; hatta reyini ihsas etmeye bile hakkı ve yetkisi yoktur. Demokratik ve laik bir sistemde kimse kimsenin dinine, imanına, inandığı gibi yaşamasına karışamaz.
Büyüklerimizin, afv ve müsamahalarına sığınarak bazı hususları da beyan etmek istiyorum. Sürç-i lisan edersek bağışlana:
(1) Pozitivizm; bir felsefe, bir doktrindir. Ben şahsen mensubu bulunmakla şeref duyduğum İslâm dini ile pozitivist felsefenin, doktrinin, ideolojinin bağdaşmadığını kabul ediyorum. Yanlış anlaşılmasın. Pozitif ilimler başka, pozitivizm başkadır. Pozitif ilimleri hor gördüğüm, inkar ettiğim yoktur. Lakin sonuna …izm gelince iş değişir.
(2) Aydınlık felsefesi dedikleri de böyledir. Beni bağışlasınlar, bir Müslüman olarak böyle beşeri bir felsefenin nurlarına ihtiyacım yoktur. Demokrasiye inanıyorlarsa bu konuda Müslümanlara baskı yapmasınlar.
(3) Herhangi bir beşeri ideolojiyi, bir Müslüman olarak kabullenmem, benimsemem bahis mevzu olamaz. Çünkü beşeri doktrinler, felsefeler, ideolojiler, sistemler eskimeye, pörsümeye, miadını doldurmaya mahkumdur. Bir ülkede böyle şeylerin bir din haline getirilmesi çok büyük ve vahim bir yanlış olur. Gerçek demokrasilerde tabu olmaz.
Arada, dindar Müslümanları ilgilendiren bir inceliği ve tecelliyi de beyan etmek istiyorum. Köşke başları örtülü oldukları için gidemeyecek olan tesettürlü, dindar hanımlar fazla üzülmesinler. Çünkü oraya gitmiş oldukları taktirde İslâm dininin şer’i ahkamına, görgü kurallarına, adab-ı muaşeretine aykırı birtakım işler yapmış olacaklardı. Gitmemekle, gidememekle bundan kurtulmuş oldular. Bu da Allah’ın onlara bir lütfudur.
Biz Türkiye halkı, Türküyle Kürdüyle, Sünnisiyle Alevisiyle, sağcısıyla solcusuyla, dincisiyle laikiyle, şucusuyla bucusuyla hepimiz kardeşiz, vatandaşız, aynı geminin yolcularıyız. Birbirimizi üzmeyelim, kırmayalım, tedirgin etmeyelim; hele hele birbirimize asla düşmanlık ve rekabet yapmayalım. Biz ancak hayırlı, güzel, faydalı hizmet ve çalışmalarda müsabaka (yarışma) yapabiliriz.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, bu yazımdan dolayı beni bağışlamalarını diliyor, kendilerine selam ve hürmetlerimi arz ediyorum. 25 Ekim 2003