PerşembeMillet Meclisinde 180’den fazla muhalif milletvekili bulunmasına rağmen, sadece 54 muhalif oy alan

Radyo Televizyon ve basınla ilgili kanun çok şükür Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiş bulunuyor.

Birtakım İslâmcı milletvekilleri, oylama sırasında Meclis’te bulunmamak suretiyle, bu kanuna dolaylı şekilde destek vermişlerdir. Bunun sebebi nedir? Müslümanların bu konu üzerinde düşünmeleri gerekir.

Yalçın Küçük, birtakım İslâmcıların Washington-Tel Aviv çizgisinde yer aldıklarını yazmıştı.

Birtakım sözde İslâmcılar din düşmanı bazı medya babalarıyla gizli toplantılar yapıyor, başbaşa yemek yiyor, işbirliği ve ittifak yapıyor.

Yine son zamanlarda birtakım İslâmcılar sık sık ABD’ye gidiyor, orada büyük vizite ücretleri ödeyerek

bazı nüfuzlu ve güçlü Yahudilerle buluşuyor

, onlardan akıl alıyorlar.

Muhalefet milletvekilleri Radyo TV Kanunu’nun oylaması sırasında Meclis’te tam kadro bulunmuş olsaydılar, kanun çıkmayacaktı. Lakin, daha önce birtakım gizli protokollar yapılmış, kararlar alınmış, medya babalarına sözler verilmişti.

Bu kanun tasdik edilmiş ve yürürlüğe girmiş olsaydı medyadaki tekelleşme ve kartelleşme büsbütün güçlenecek, ülkenin bir numaralı siyasî, sosyal, kültürel gücü birkaç kişinin kontroluna girecekti.

Böyle, antidemokratik, hukuka aykırı, medenî dünyadaki temayüllere zıt bir kanunu veto ettiği için sayın Cumhurbaşkanımızı tebrik ediyoruz.

Cumhurbaşkanımız başörtüsü konusunda kısıtlayıcı bir zihniyete ve görüşe sahipmiş. Olabilir. Onun bazı şahsî görüş ve kanaatlerini beğenmeyebiliriz. Müslüman kesimin aydınları, büyük hukukçuları, bilgeleri bu konuda, saygı hudutları içinde kendisini uyarabilirler.

Bugün Türkiye’de iki cephe vardır. Antidemokratik, faşist, çeteci, ülkeyi 30’lu yılların havasına döndürmek isteyen gerici cephe ile gerçek demokrasiden, hukukun üstünlüğü prensibinden, temel insan haklarına ve haysiyetlerine saygı ve riayetten, ülke idaresinin şeffaf ve dürüst olmasından yana olan zihniyet. Sayın Cumhurbaşkanımız işte bu ikinci ve haklı cephenin lideri durumundadır. Aramızda inanç ve görüş bakımından bazı farklılıklar olabilir ama hepimiz onu desteklemeliyiz. Hepimiz derken kimleri kasdediyorum? Ülkesini, halkını, devletini seven herkesi. Dinci veya laik olsun, sağcı veya solcu olsun, şucu veya bucu olsun.

Egemenlik ulusundur diye nutuklar atılıyor, edebiyatlar yapılıyor. Millî iradenin temsilcisi olan Meclis’in durumuna bakınız. Böyle bir kanun Meclis’ten nasıl çıkabilmiştir?

O antidemokratik kanun iki kişinin eseridir. Mesut Yılmaz’ın ve Aydın Doğan’ın. Hiç olmazsa muhalif milletvekillerinin bu kanunu çıkartmamak için cansiperâne çalışmaları, var güçleriyle haykırmaları, yeri göğü ayağa kaldırmaları gerekmez miydi? Niçin yapmadılar? Bu ilgisizlik ve pasiflik milletin kendilerine vermiş olduğu vekâlete ihanet değil midir?

Bizdeki sistem hastadır. Bizdeki demokrasi gerçek demokrasi değildir. Bizde bir sürü cunta vardır. Düzen partileri birer sivil cunta değil midir? Düzen partileri aşiret gibi idare olunmaktadır. Genel başkanlık koltuğuna oturan ölünceye kadar oradan kalkmamaktadır. Düzen partileri ülkeyi ve halkı babalarının çiftliği gibi idare etmek eğilimindedir.

Büyük medya işine gelen haberleri yazıyor, işine gelmeyenleri yazmıyor. Halkı haberdar etmek, bilgilendirmek için çıkan büyük bir gazete, kendi patronu adliyeye verilince ses çıkartmıyor. Büyük medya auto-sansür (kendi içinde sansür) uyguluyor. İçişleri Bakanı Sadettin Tantan azledilince büyük gazetelerden birinin birkaç köşeyazarı bu azil hadisesini tenkit eden yazılar yazmışlardı. Gazete idaresi erken taşra baskısında bu yazıları sansür etmiş, daha sonra halkın tepkisinden korkarak İstanbul baskısına tekrar koymuştur.

Türkiye’deki büyük kokuşmada, çözülme ve dağılmada, vahim krizden büyük medyanın büyük tuzu biberi bulunmaktadır. Halkımız uzun yıllardan beri sun’î (yapay), hayalî, düzmece, uyduruk bir gündem ile uyutulmakta ve afyonlanmaktadır. Milyarlarca dolarlık sermayelere, onbinlerce kişilik kadrolara sahip olan büyük gazete ve televizyonlar, büyük yolsuzlukların varlığını öğrenebilmek için Susurluk kazası gibi hadiselerin meydana gelmesine muhtaç durumdadır.

Büyük medyada ayda 170 bin dolar alan gazeteciler varmış. Bunlar korkunç rakamlardır. Bu efsanevî maaşların, ücretlerin kaynağı nereden gelmektedir? Yılda 450 milyon dolar kazanan medya nasıl oluyor da bu müddet zarfında 850 milyon dolar harcayabilmektedir? Kazanılmayan 400 milyon dolar kimin cebinden çıkmaktadır?

Bazı büyük gazete ve televizyonlar niçin ortaçağ kafasıyla İslâm dinine ve dindar halka saldırmakta, bin türlü hakaret savurmaktadır?

Medyadaki iki kimlikli, zâhiren Müslüman görünen, gerçekte ise Yahudiliğin heterodoks bir kolu olan Sabataycılık dinine mensup olan kişiler kimlerdir?

50’li yıllarda gazeteciler halkın içinde yaşarlardı. Büyük yazarların nicesi geçim sıkıntısı çekerlerdi. Öğleyin bir bardak çayla bir simit yiyerek karnını doyuran gazeteciler vardı. Zamanımızda ise bazı gazetecilerin milyonlarca dolara alınmış lüks kâşâneleri var. Lüks limuzinleri var, lüks yatları var. Su gibi para harcıyorlar. Trilyonlarla oynuyorlar. Bu zenginliğin kaynağı nereden geliyor?

Basın halktan kopmuştur? Gazetecilerin çoğu halktan kopmuştur. Artık otobüslerde, banliyo tren ve vapurlarında, tramvay ve metrolarda; cadde, sokak ve pazarlarda büyük gazeteci göremezsiniz. Vaktiyle köşkünden gazeteye helikopterle gelen, helikopterin indiği yerden binaya kadar lüks bir limuzine binen, köşkündeki şömenilerde yanan odunları uçakla Afrika’dan getirten (Afrika odununun çıtırdısı daha müzikal oluyormuş!) bir gazeteci olduğunu duymuştum. Büyük medya devlet içinde devlet olmuştur. Böyle bir medya demokrasi, hukuk, insan hakları için en büyük tehlikedir. Bizdeki büyük medya ülkemizin ve halkımızın millî kimliğine sanki savaş açmıştır. Kütleleri hedonist, materyalist, vurdumduymaz yapmak için medya seferber olmuştur.

Medya sahasındaki tekelleşme, kartelleşme mutlaka kırılmalıdır. Küçük sermayelerle günlük, haftalık gazeteler çıkartılacak bir ortam geliştirilmelidir. Birtakım dev finans, ticaret, iktisat, bankacılık müesseselerinin gazetelere ve televizyonlara el koymalarına engel olunmalıdır. 22 Haziran 2001