Salı günlü yazı çıkmamıştır..

 

Dünyanın süper devleti, yeryüzünün jandarması ABD’nin başkanı Clinton Türkiye seyahati esnasında kravatsız, yakası açık spor bir gömlekle dolaştı. Yağmur yağarken şemsiyeyi kendi eliyle tuttu, korumalarına tutturmadı, hanımı da öyle yaptı. Clinton, eşi ve kızı sıradan, ortahalli bir aile gibi hareket etti. Onlarda gurur, kibir, büyüklük taslama, halka yüksekten bakma, küçük dağları ben yarattım havası yoktu. Zelzele bölgesinde halka güler yüz gösterdiler, kucaklarına kundaklı küçük çocukları alıp resim çektirdiler. Halkımıza gerçekten, samimî olarak acıdılar.

Bizde devlet büyükleri hep asık suratlıdır. Yollardan geçerken, bir yere giderken trafik kapatılır, halka eziyet edilir. Yağmur yağdığı zaman onların şemsiyelerini kendileri değil maiyetlerindeki korumaları tutar. Yer yüzünde azametle yürürler, yere öyle bir basışları vardır ki, görmedikçe anlamak zordur. Ben derler, biz demezler. Tantana, debdebe, ihtişam, gurur, kibir, azamet, şaşaa, gulgule, alkış içinde yaşarlar. Küçük dağları sanki onlar yaratmıştır. Halkın içine girseler bile yine de halktan kopukturlar. Acılı, felâketzede bir kadıncağız bir devlet büyüğünün önünde çizmeden biraz yukarı çıkınca polisler onu tartaklar, alıp gözaltına koyar, sorgulama yapar, eziyet ederler.

Bizde padişahlık sistemi sona ermiştir ama padişahların saltanatı devam etmektedir. Eskiden devlet-i osmaniye sultanları bi’l-irs ve’l-istihkak meşru şekilde padişahlık yaparlardı. Şimdi cumhuriyet padişahları, cumhuriyet ilkelerini çiğneyerek padişahlık yapmaktadır.

Ülkemizde millî irade askıya alınmıştır.Millî iradenin edebiyatı yapılmaktadır ama geçerliliği yoktur. Dindar kızların başörtüsüyle okumaları konusunda bir referandum yapılsa, halkın ezici çoğunluğu buna evet diyecektir. Lâkin böyle bir referandum yapılmaz.

Teoriye bakarsanız Türkiye’de en üst makam Millet Meclisi’dir. Lâkin realitede onun üzerinde de esrarlı güçler vardır. Derin devletin ne olduğu iyice bilinmez ama o gücünü kendini her yerde gösterir. Devletin, Meclis’in, millî iradenin, milletin, ülke menfaatlerinin, yargının, hükümetin, hukukun üzerindeki bu gizli, esrarlı, egemen gizli devlet nedir?

Dünya hürriyete, hukuka, adalete, temel ve evrensel insan haklarına, gerçek demokrasiye gidiyor. Biz ise tam tersine bir yol tutturmuşuz. Mevhum, aslı esası olmayan bir irtica tehlikesi bahanesiyle milleti, çoğunluğu eziyorlar. Sanki ülkemiz, egemen azınlık güçlerinin bir sömürgesidir. Sanki milletimiz yerli, sömürge halkıdır. Eski Atina demokrasisindeki gibi yirmi bin kişilik hür vatandaşlar azınlığı, elli bin kişilik kölelerin sırtında saltanat sürmektedir.

Kaderin ve talihin ne garip cilvesidir ki, bizdeki sözde lâik sistemin efendileri, kesinlikle lâik olmayan, din-devlet birliği sistemine sahip olan İsrail ile sıkı münasebetler içindedir. Şu anda lâik Türkiye ile lâik olmayan İsrail arasından su sızmamaktadır.Türkiye’yi idare eden gizli ve esrarlı güçler Yahudi devletindeki din ve devlet uyumundan hiç ibret almıyorlar mı?

Çin’den Namaz Takkesi

Geçen hafta Ebüzziyafe Şevket beye dâvetli idim. Masasının üzerinde üç renkli, işlemeli, hava alması için delikleri nefis bir namaz takkesi duruyordu. Hoşuma gitti, başıma geçirdim, Şevket bey de bunu bana hediye etti. Son umre seyahatinde Hicaz’dan getirmiş. Takkenin içinde “Made in Shanghai China” yazılı bir etiket vardı.

Düşünebiliyor musunuz, Müslümanların namaz takkelerini bile Çinliler imal edip satıyorlar. Türkiye’de oldukça güçlü bir islâmî hareket var, lâkin bunun kültür, sanat, mimarlık, estetik boyutu çok zayıf. İslâmî edebe göre erkeklerin başlarının örtülü olması gerekir. Bu kurala hiç olmazsa namazda uymak lâzımdır. Bizde cami cemaatine bakınız, namaz kılanların çoğunun başı açıktır. Örtülü olanların da takkeleri, namaz serpuşları çok kalitesiz ve sanatsızdır.

Namaz takkesi imal edip satmakta ticaret vardır. Her nedense sofu Müslümanlara birkaç kişi çıkıp da son derece güzel, sanatlı, zevkli, kaliteli namaz takkeleri üretip satamaz. Sebebi nedir?

Osmanlı imparatorluğu zamanında takke, arakiye, sarık, kavuk geleneği çok güçlüydü. Bunların bin türlüsü mevcuttu. Halk sınıflarının, tarikatların, “milletlerin”, ulemanın, bürokratların, askerin serpuşları birbirinden farklıydı. Ülkenin her yerinde bunları hazırlayan esnaf bulunuyordu.

Zamanımızda çok marifetli makinalar var. El ile bir haftada yapılan bir işi o makinalar yarım saatte yapıyor. Lâkin ne yazık ki, Müslümanlarda zevk, sanat, kültür kalmadı.Müslüman erkeklerin kıyafetleri de kalitesiz, tesettürlü Müslüman kadınların örtüleri de kalitesiz. Bunları düzeltmek, çok kaliteli ve sanatlı hale getirmek için çok kültürlü, şehirli, medenî Müslüman aydınların ve müteşebbislerin şimdiye kadar nice müesseseler, enstitüler, vakıflar, imalâthâneler, araştırma merkezleri kurmuş olmaları gerekirdi. Müzelerde, özel kolleksiyonlarda, bazı âilelere, dedelerinden kalmış olan miraslarda hâlâ eski takkeler, arakiyeler, serpuşlar bulunuyor. Bunlar tedkik edilir, örnekler çıkartılabilirdi. Eski asırlarda ülkemize gelmiş olan yabancı ressamlar, gravürcüler de ecdadımızın serpuşlarının resimlerini yapmışlardır.İslâm âleminin bazı bölgelerinde bu gibi sanatlar hâlâ yaşamakta, yaşatılmaktadır. Onlardan da örnekler toplanabilirdi.

İslâmî kesime hâkim olan gecekondu, köylü, kırsal kesim, marjinal zihniyet ve kültür dolayısıyla bu gibi işler yapılamıyor. Bazı Müslüman zenginler, kalantorlar, kodamanlar, baronlar, pabucu büyükler çok lüks limuzinlere biniyor, saray gibi köşklerde oturuyor, gardroplarını en pahalı mağazalardan alınmış avrupaî kostümlerle dolduruyor, vaktiyle Firavun’un bile görmediği, tatmadığı en lüks, en semizletici, en leziz, en nefis yemek ve tatlıları yiyor, fakat iş sanata, kültüre, medeniyete, mimarlığa gelince yaya kalıyor. 24 Kasım 1999