Cumartesi

 

Bir iki sene önceydi. Bir derneğe ait çay bahçesinde bir İslâmcı ile konuşuyorduk. Birden yakındaki camide ezan okunmaya başladı. Ben namaza gitmeye hazırlandım. İslâmcı dostum:

– Ne güzel sohbet ediyorduk, namazın kazası olur, muhabbetin olmaz. Sonra kılarsın, şimdi gitme… dedi.

İslâmcıların, bir takım çürük Müslümanların hali genellikle böyledir. İnsanın yaratılışının gayesi olan ibadeti ve kulluğu ikinci plana atarlar ve kendi fasafiso gündemlerini birinci plana çıkartırlar. Onlara göre birtakım aktüel, meraklı, dedikodulu konular çok önemlidir. Asıl din işleri ise sıkıcıdır.

Vakit namazlarında camilere gidiniz, hiçbir kerli ferli İslâmcı göremezsiniz.

Köşe yazarları, okumuşlar, aydınlar ve seçkin geçinenler, koca mücahitler, önemli Müslüman kişiler, din baronları, temsilci durumunda olanlar camiye gelmez, cemaate katılmaz.

İbadethânelerde sadece fakir halkı, ihtiyarları, marjinal kişileri görebilirsiniz.

“Filan yerde filan vakit namazını, imamla birlikte iftitah tekbiri alarak kılan İslâmcı yazarlara dolgun telif ücreti ödenecektir” denilse cami Müslüman yazar çizerlerle dolar alimallah.

Müslüman kesimin en çürük ve kof tarafı adamlarının, elemanlarının zayıf, güçsüz, vasıfsız oluşudur. Böyle adamlarla köy olmaz, kasaba olmaz. Bu tip malzeme ile hiçbir şey yapılamaz.

Bol bol din sömürüsü, demagoji, arivizm, soytarılık

olur o kadar. Efendim, bunlar Türkiye’ye İslâm’ı getireceklermiş, Asr-ı Saadet’i yeniden yaşatacaklarmış. Pöh! Türkiye’de İslâm yok mu, cami yok mu, ezan okunmuyor mu? Önce kolay olanı yapsalar ya!

İslâm çok yüce bir din ve dünya nizamıdır. Ona hizmet edecek kimselerin bilgi, aksiyon (amel), estetik bakımdan yeterli, güçlü, üstün olmaları gerekir. Hem İslâm’ın, hem de çağın gerisinde kalmış; kültür ve ahlâkları yetersiz; hele estetik ve sanat tarafları hiç gelişmemiş olan birtakım

gecekondu kafalı, varoş zihniyetli, kırsal kesim seviyeli adamlar

nasıl olur da dinlerin, medeniyetlerin, nizamların en üstünü olan İslâm’ı temsil ve ona hizmet edebilirler?

Elimden on binlerce kitap geçti. Binlerce tarih kitabı okudum, karıştırdım.

İyice anladım ki, Müslümanların son birkaç asırlık gerilikleri, zilletleri, zebunlukları, mağlubiyetleri hep adam meselesine dayanıyor.

Bu mesele halledilmezse kurtuluş yoktur.

Karakter Terbiyesi

Fenler, pozitif ilimler, fizik, kimya, mühendislik gibi bilgi dalları değişir dururlar. Eski çağlarda dört element olduğuna inanılırdı.

Su, toprak, hava, ateş.

Şimdiki kimyanın elementler listesi ise başkadır. Pasteur’den evvel mikroplar bilinmiyordu.

Batlamyos

kozmografyasına göre kâinatın merkezi dünya idi, güneş ve seyyareler onun etrafında dönüyordu. Einstein’in izafiyet teorisi modern pozitif ilimleri de altüst etmiştir. Saçma bir teori olan

darvinizm

çoktan iflas etmiş, onun yerine konulan neo-darvinizm de çürütülmüştür.

İnsanlığı insanlık yapan asıl değerler

sosyal ilimler, din, felsefe, sosyal kültür sahasındadır.

Bunlar evrenseldir, değişmez. Adalet, merhamet, mazlumlara

(zulme uğramışlara)

yardım, hakkaniyet, ahlâkî faziletler, dürüstlük böyle değerlerdir.

Bir millet yücelmek istiyorsa, genç nesillerini evrensel değerlere bağlı, karakter terbiyesi görmüş, faziletli insanlar olarak yetiştirmek zorundadır. Bizdeki eğitim, bizdeki medya, bizdeki sistem, bizdeki ideoloji genç nesilleri böyle yetiştirmiyor, aksine onları bozuyor.

Okullar sadece bilgi vermekle yetinmemeli, öğrencilere karakter terbiyesi de vermelidir. Bilgisi olup da bilgeliği olmayan kişi canavardan farksızdır.

Bir kişi matematik, fizik, kimya bilmese de iyi insan olabilir. Yeter ki, sahih inançlara sahip olsun, evrensel değerleri bilsin ve onları hayatına uygulasın.

Para ve madde gaye değil, vasıtadır. Para ve servet gaye olursa insanlar canavarlaşır, millet sürü haline dönüşür ve ülke batar.

İslâm dini evrensel değerler dinidir. Adalet, insaf, merhamet, hakkaniyet, vicdan, iz’an, mürüvvet, nefse hâkimiyet, muhtaçlara yardım, zâlimlerle mücadele, nefs-i emmare ile savaş, haramdan ve gayr-i meşru kazançlardan uzak durma gibi değerler İslâm doktrininin ilkeleri içindedir. Bunlara sahip olmayan, bunları hayata uygulamayan Müslüman örnek bir Müslüman değildir. Böyle bir Müslümanın İslâm temsilciliği yapması büyük bir felaket olur.

Temsilcilik taslamazsa, önderlik yapmaya kalkışmazsa bozuk Müslüman fazla zarar vermez. Aksi takdirde büyük zarar verir, yıkıma sebep olur.

Aklı başında, olgun, gerçek Müslüman hizip, fırka, meşreb, tarik, cemaat fanatizmine kapılmaz. Yalan söylemez, emânete hıyanet etmez, vaadinden dönmez, zulm etmez, haram ve gayr-i meşru kazançlara göz dikmez, gurur ve kibirden uzak durur, hakkaniyetten ve adaletten ayrılmaz.

Tarih boyunca olduğu gibi bugün de, birtakım ham, câhil, nefs putuna tapan, dini imanı para olan; gözü riyaset, şöhret, makam, mevki, mal ve cah şehvetiyle kararmış, dünyevî ihtirasların bataklıklarında pislik içinde çırpınan birtakım soytarı, hokkabaz, sahtekâr, üçkâğıtçı, yiyici, hortumlayıcı, arivist küçük adamlar vardır. Câhil Müslümanların bir kısmı bunları adam sanmakta; onlara kurtarıcı, mücâhid, mehdi, kutub, gavs, mürşid-i kâmil unvanlarını bol keseden vermektedir. Böyle adamlar İslâm’ın ve Ümmet’in sırtındaki en büyük yüktür.

Bu alçaklar servete, şöhrete, riyasete, makama, mevkiye, dünya oyuncaklarına doymazlar. Ta kabirleri boylayıncaya kadar maddî ve fânî kuruntularla oyalanırlar. Peşlerinden gelen Müslümanları da oyalar, afyonlar, aldatır, felaketlerine sebep olurlar.

Bu adamlar kimlerdir? Ölçü şudur: Peygamber (aleyhissalatü vesselam), Ashab-ı Güzin, Tâbiîn, Selef-i Sâlihîn, her asırda yaşamış âmil âlimler, kâmil mürşidler, gerçek mücahidler, zâhidler, evliyaullah nasıl yaşamışlar, nasıl davranmışlar bellidir, muteber din kitaplarında yazılıdır. Din sömürücüsü haşarat ise bunların zıddı işler yaparlar. Onların dini imanı para, makam, mevki, dünya saltanatıdır. Bu ölçüleri göz önünde tutan Müslüman hakikî din hizmetkârı ile sahtesini kolayca ayırt edebilir.

Kitabullah’a, Sünnet’e, Şeriat ilkelerine, Sâlih seleflerin ahlâkına uygun olarak ihlasla, istikametle, zühdle, kanaatle, ücretini Yaratan’dan isteyerek hizmet eden hakikî âlimlerin, şeyhlerin, sâlihlerin ellerinden öperiz. Hattâ ayaklarını bile öpmekten çekinmeyiz. Çünkü onlar mübarek kişilerdir. Onlara büyük hürmetimiz ve sevgimiz vardır. 07 Mart 1999