Dağıstan Toz Duman
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Cuma
Libération Gazetesi’nde (30 Haziran 2005), Rusya Federasyonu’na bağlı Dağıstan Cumhuriyetiyle ilgili önemli bir yazı okudum. Dağıstan bize hem coğrafi bakımdan, hem de din ve kültür noktasından çok yakın kardeş bir ülkedir. Lakin ne yazık ki, bizim medyamız oraya muhabir göndererek haber toplamıyor. Haydi, bu işi Pembe medya yapmıyor, peki Müslüman medya niçin yapmıyor?
Dağıstan etnik çeşitlilik itibarıyla belki de dünyanın en karışık ülkesidir, orada 2,5 milyon kişi yaşamaktadır; resmî olarak 102 ayrı “etnik köken” mevcuttur ve bunların çoğunun kendi lisanları vardır. Belli başlı üç milliyet Avarlar, Darginler ve Lezgilerdir. Bunların lisanları Kafkasya lisanıdır, birbirleriyle benzerlikleri ve paralellikleri bulunur. Diğer diller Türk veya Fars kökenlidir. Dağıstan’da ayrı lisanlara sahip komşu köylüler bile anlaşabilmek için Rusça kullanmaktadır. Osmanlı Devleti zamanında Türkçenin müşterek lisan olması için çalışılmış, daha sonra onun yerini Rusça almış, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Arapçanın ortak dil olması için bazı çalışmalar yapılmış, gayretler gösterilmiştir.
Niçin Türkçe değil de Arapça? Bunun sorumlusu ve suçlusu biziz, çünkü Türkiye’de Türkçenin canına okuduk. Ayrıca islâmî bakımdan olumsuz manzaralar sergilediğimiz için Dağıstanlılar bizden ümidi kesmiş bulunuyorlar. Dağıstan, 1859’da Rus Çarlığının hâkimiyetine girmiştir. Ruslar orada farklılıkları, çeşitliliği, başkalıkları olumsuz mânada teşvik ederek koruyarak, “böl, parçala ve hükmet” prensibi gereğince emperyalist ve sömürgeci bir siyaset takip etmişlerdir. Dağıstan’da İslâmiyet çok kuvvetlidir, Stalin zamanında bile Ruslar, halkı dize getirememişlerdir.
Şeyh Şâmil’in şerefli cihadı, İslâm tarihinin parlak sahifelerinden birini teşkil eder. O büyük zât, Nakşî şeyhi idi, Hâlid-i Bağdadî Hazretleri’nden hilâfet ve icâzet almıştır.
Nakşîliği askerî bir disiplin haline getirmiş ve uzun yıllar Ruslarla, şanla şerefle mücadele etmiştir. Sonunda mağlup düşmüş, esir olmuştur ama onun yenilgisi bile başlı başına bir zaferdir, bir efsanedir. İslâm dünyasının böyle şahsiyetlere bugün çok ihtiyacı var.
Bizdeki Pembeler Nakşîlikten nefret ederler. Çünkü Nakşîliğin birtakım özellikleri vardır:
1. Dinsizlerin, münafıkların, Pembelerin, çift kimliklilerin Nakşî tarikatının içine girmeleri, sızmaları çok zordur, hatta imkânsızdır.
2. Nakşîler, dinî konularda en ufak bir tâviz (ödün) bile vermezler. Dini, yüzde yüz saf olarak muhafaza etmek isterler.
3. Nakşîler, itikad meseleleri konusunda çok dikkatlidirler, Ehl-i Sünnet ve Cemaat çizgisinden zerrece inhiraf etmezler.
4. Nakşîler, yüzde yüz, kesin olarak, mutlak bir şekilde Şeriata bağlıdırlar.
Diğer İslâm tarikatları da hürmete layıktır, onlara da büyük saygımız, bağlılığımız vardır. Lakin yakın tarihimizde Masonlar, Pembeler, İki Dinliler, İslâm’ı içinden yıkmak isteyenler birtakım tarikatlara sızmışlar ve tahribat yapmışlardır. Meselâ Mevlevîliğe sızmışlardır, Bektaşîliğe sızmışlardır.
Selânik Mevlevîhanesinde bir ara, bir Sabataycı şeyh
olabilmiştir. Mevlevîliği tenzih ediyorum, lakin acı bir gerçeği de gözler önüne seriyorum.
Biz tekrar Dağıstan konusuna dönelim. Şu anda orada güven ve huzur yokmuş, ülke cadı kazanı gibi kaynıyormuş. Geçen sene en az 32 polis öldürülmüş, 2005’te bu tarihe kadar 26 polis. Ayrıca onlarca bakan, yüksek bürokrat, milletvekili, savcı yardımcısı… cinayete kurban gitmişler.
Vehhabî derken kimleri kastediyorlarmış,
Birtakım
için ücretler daha yüksekmiş. Mesela
Öldürülecek kişi bir bakan yahut yüksek bürokrat olursa tarife yükseliyormuş…
, bir bakanlık sandalyesi
. Tabii bu büyük parayı veren koltuğa oturduktan sonra masrafını fazlasıyla geri almaya çalışıyormuş.
Üniversitenin sorumluları tanıdığıymış, lakin ne Rusça, ne Avarca, ne de Dargin lisanıyla anlaşmak mümkün olmamış…
Fransız gazeteci,
isimli sakallı bir
Bu zat ona, şimdiye kadar
Tutukluları ilk
, Abdullah’ın sakalına polisin biri öyle şiddetle asılmış ki, bir tutam kıl elinde kalmış… Mücâhid-vâiz sözlerine şöyle devam etmiş:
Sovyetler zamanında ziraat mühendisliği yapan
90’lı yılların başında Arap dünyasından, bilhassa
Onlardan nasıl dâvet yapacağını, nasıl tebliğ edeceğini öğrenmiş. Zira
diyor. 1999’a kadar bu Arap vaizleriyle birlikte Dağıstan’ı dolaşmış, yapılan nasihatler sonucu olarak
1999’da Çeçen İslâmcılarının Dağıstan’daki silahlı hareketleri yüzünden hükümet kuvvetleri, bu iki köyü tekrar ele geçirmişler.
Çeçenistan’daki savaş bütün şiddetiyle, bütün vahşetiyle, bütün dehşetiyle devam etmektedir.
Amerika, Avrupa, Batı Medeniyeti Çeçen halkının ezilmesine, yok edilmesine, orada insan haklarının ve savaş hukukunun ayak altına alınmasına seyirci kalmaktadır.
Savaş zaten çok ağır, çok acı, çok merhametsiz bir olgudur.
İnsanlık bu faciaya tepkisiz kalabilir, lakin
Bir ara, Stalin rejimi de çok kuvvetliydi. Sonunda ne oldu?
Aynı akıbet
gelebilir.
On dokuzuncu asrın ikinci yarısında Rus zulmünden kaçarak kafilelerle Osmanlı ülkesine gelmişlerdir. Tanıdığım, dost ve arkadaş olduğum
Onların, dedelerinin yaşamış olduğu Dağıstan’la ilgilenmeleri gerekir. Öncelikle oradaki durum nedir, ne olup bitmektedir, Müslümanlar ne yapmaktadır gibi soruların cevapları bulunmalıdır. Yıllardan beri Müslümanların büyük ve ciddî bir
kurmalarını teklif ederim, maalesef şimdiye kadar böyle bir müessese kurulamadı.
İstanbul’da büyük bir kitapçıya gittiğim ve
dediğim zaman önüme
Yazık ki, bugün bu konuda
Türkiye’den oraya birtakım islâmî cemaatler ve kuruluşlar gittiler.
Amerikalıların, Rusların, İsrail’in baskısıyla bunların bir kısmı hudut harici edildi, bir kısmı da düşe kalka hizmete devam ediyor.
Yetmiş iki milyon nüfusu olan Müslüman bir ülkede
Allah bizden bunun hesabını sorar. Bunca felâketler gördük, geçirdik, bunca bâdireler atlattık, bunca tecrübe sahibi olduk, hâlâ gereği gibi uyanamadık, toparlanamadık. Ne zaman uyanacağız? Ayaklarımızın altındaki yer göçtüğü, gök kubbe başımıza çöktüğü zaman mı?
09 Temmuz 2005