Dinî bir cemaate mensup temiz ve saf bir zat bundan yedi sekiz yıl önce, yapılması tasarlanan bir hizmet için aşka gelmiş ve Fatih’teki dairesini bağışlamış, tapusunu vermiş. Adını vermeyeceğim bu dinî cemaat, kendisine bağlı dindar hanımların mücevherlerini, bileziklerini, yüzük ve küpelerini bile toplamış. Bunların parasıyla bazı hizmetler yapılmış. Aradan seneler geçmiş, ev bağışlayanlar, kollarından bileziklerini çıkarıp verenler şaşkınlık içinde kalmış. Çünkü hizmet diye yapılanlar, islâmî ölçülere vurulduğunda hiç de hizmete benzemiyormuş. Kitab’a, Sünnet’e, fıkha, Şeriat’a, tasavvufa, İslâm ahlâkına, akl-ı selime aykırı faaliyetler yapılıyormuş.

Bir yakınından duydum, dairesini veren zat şimdi çok pişmanmış. Bilezik bağışlayanların bazıları da uyanmışlar, vah vah diyorlarmış. Lakin bağlıların büyük kısmı henüz uyanmamış. “Bu yapılanların elbette bir hikmeti vardır” demeye devam ediyorlarmış.

Son yıllarda birtakım islâmî gruplar Müslümanların zekatlarını bile toplamaya başladı. Zekat İslâm Şeriat’ında, fıkhımızda kimlere verileceği kesin şekilde tesbit edilmiş mâlî bir ibadettir. Dinî bir cemaatin, grubun kendisi için zekat toplaması bâtıldır. Çünkü zekat tüzel kişilere (derneklere) verilemez.

Yine bazı cemaatler kurban bayramından önce, Müslümanlardan, bağlılarından kurban parası alıyor, bunları kendi faaliyet ve hizmetleri için kullanıyor. Bu da olmaz. Kurbanın kesilmesi lazımdır. Şeriat ve fıkıh kurban nasıl kesilir, bu konuyu en ince teferruatına kadar tesbit etmiştir.

Dernekler, vakıflar, cemaatler, tarikatlar yaptıkları, yapacakları hizmetler için para toplayabilir, ancak zekat ve kurban paralarını toplamaları uygun olmaz.

Bazı islâmî grup reisleri mütevâzı bir hayat sürüyor, lüksten, israftan, nümayişten kaçınıyor. Bazıları ise sultanlar, mihraceler, prensler gibi şaşaalı, debdebeli, ihtişamlı, velveleli, parlak, gösterişli, israflı bir hayat sürüyor. Saray yavrusu evlerde, villalarda, yalılarda oturuyor, en pahalı limuzinlerle geziyor, özel uçaklara sahip oluyor, beş yıldızlı otellerde ziyafetler veriyor, tâğutî dünya büyükleri gibi bir hayat sürüyor. Bunların hangisinin servetinde, ihtişamında hayır için hibe edilmiş katlar, bilezikler, küpeler, yüzükler var bilemem.

Biz Müslümanlar, bundan on dört asır önce Arabistan’ın Mekke ve Medine şehirlerinde yaşamış bir Peygamber’in ümmetiyiz. O Peygamber mütevazı yaşamış, israftan ve gösterişten uzak durmuş, halkla, fakirlerle haşir neşir olmuş bir zattı. Bazen aylar geçerdi de, Peygamberin Medine’deki evinin ocaklarından duman tütmezdi, çünkü ocağa koyup da pişirecek bir şey olmazdı. O Peygamber vefat ettiğinde zırhı, bir Yahudide birkaç ölçek buğday mukabilinde rehin bulunuyordu. Peygamber dünya malına, altına gümüşe, lüks ve israflı bir hayata rağbet etmemişti.

Bugün o Peygamber’in ümmetine mensup olduklarını iddia eden ve onun getirdiği dine hizmet için faaliyetlere girişen cemaat başkanlarının, şeyhlerin, hocaların, hocaefendilerin, üstadların, ağabeylerin, mürşidlerin Sünnet’e uymaları, Peygamber’in prensiplerini benimsemeleri gerekmez mi?

Ramazanlarda beş yıldızlı lüks otellerde verilen iftar-show’lar Müslümanlara yakışıyor mu? O iftarlara akın akın gidip de, mutfaklarında domuz eti ile dana eti aynı ızgarada pişen, etler şarapla terbiye edilen o günah ve fısk evlerinde bulunmak dindar kişilere yakışır mı?

O Peygamber bize kibri, gururu, benliği, nefsaniyeti, enaniyeti, şöhrete tâlip olmayı, riyaset istemeyi, dünya mallarına haris olmayı yasaklamamış mıdır?

Türkiye’deki bazı din baronlarının yaşayış tarzları, ahlâkları, israfa ve şatafata düşkünlükleri hem kendileri, hem de Ümmet-i Muhammed için bir felâket değil midir?

Halk şaşırmış vaziyettedir. Baronlara bende olanlar, bir cemaatin hooliganı gibi hareket edenler akıllarını, mantıklarını, mizanlarını tâtil etmişlerdir. Baron ne yaparsa doğrudur, “elbette bir hikmeti ve bildiği vardır” denilmektedir.

İşte Allah’ın Kitabı, işte Peygamber’in Sünneti, işte binlerce muteber fıkıh, nasihat, ahlâk kitabı. Geçmiş büyüklerimiz, Şeriat âlimleri, tasavvuf büyükleri, kâmil mürşidler neler yazmışlar. Sadece İmamı Gazalî hazretlerinin İhyâu Ulumi’d-din adlı büyük kitabı okunsa bile, bugün birtakım kodaman Müslümanların, din baronlarının İslâm ahlâkından ne kadar uzaklaşmış oldukları anlaşılır.

Müslüman kesimdeki bozuklukların düzeltilebilmesi için yapıcı, müsbet, faydalı tenkitlere, uyarılara lüzum vardır. Hem bazı din reisleri, hem de onlara bağlı Müslümanlar uyarılmalıdır.

Birçok Müslüman gazete ve dergide şiddetli bir sansür uygulanmakta, uyarı ve tenkit yapılmasına izin verilmemektedir. Din baronu daima haklıdır, o yanlış yapmaz, o ne derse doğrudur zihniyeti kafalara ve gönüllere yerleştirilmiştir. Bu tabuları yıkmak, bu gibi bâtıl itikatları sarsmak gereklidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı bu konularda gayet pasif davranmaktadır. İsim vermeden birtakım genel tenkitler, uyarılar yapılabilir, onları yapmamaktadır.

Sayıları çok azalmış olan gerçek icazetli din alimleri, tarikat şeyhleri de, isim vermeden Müslüman kesimi uyarmalıdır.

Bu uyarı ve tenkitler gazete ve dergilerde yayınlanabileceği gibi, ayrı broşürler halinde basılıp yüzbinlerce adet dağıtılarak da Ümmet’e duyurulabilir.

Dinî cemaat başkanlarından bazılarının krallar gibi yaşamaları, çok ihtişamlı, çok israflı, çok debdebeli, çok gösterişli bir hayat sürmeleri iyi, doğru, güzel bir şey değildir. Vaktiyle 15’inci miladî asırda Roma kilisesine mensup bazı papalar, kardinaller, yüksek rütbeli kilise adamları da saraylarda yaşayıp, israflı ve debdebeli bir hayat sürdükleri için Hıristiyanlık dünyasında reform hareketi olmuş, büyük parçalanmalar meydana gelmiştir.

Müslümanlar! Bize zarar veren kötülüklere bîgâne kalmayınız. 11 Ekim 1998 Pazar