Cumartesi

 

İslâmî hizmet ve faaliyetlerin danışılarak yapılması gerekir. Önce birkaç misal vereyim: Otuz üç kişinin dumandan zehirlenerek hayatını kaybettiği müessif Sivas olayları ile dâva başlamadan önce ilgili ve sorumlu kişilerin ehil ve güçlü zatlara danışarak şu soruların cevaplarını almaları gerekirdi. (1) Nasıl bir savunma siyaseti takip edelim? İslâmî kesimden iki yüz avukatı nümayiş yapar gibi salona doldurarak mı? Yoksa, ülkenin ceza hukuku sahasında üstadlaşmış, hepsi de birer hukuk otoritesi olan beş güçlü avukatı mı bu işle vazifelendirelim? (2) Duruşmaları bir show, bir nümayiş sahnesi haline getirmekte sanıklar için yarar mı vardır, zarar mı? (3) Savunmanın metodu, stratejisi ne olmalıdır?

Maalesef Sivas dâvasından önce bu gibi danışmalar yapılmamış, mahkemenin açılacağı gün İslâmî kesime mensup ikiyüz avukat bir meydan okuma havası içinde, bir miting heyecanı içinde salonu doldurmuştu. Duruşma esnasında ön sırada oturan dindar avukatlardan birinin cebinden çıkarttığı kocaman bir misvakla dişlerini temizlediğini orada hazır bulunan bir dostumdan dinlemiştim.

Sonunda ne oldu?

İkinci bir örnek: İstanbul’un çok önemli bir semtine bir cami yapılacak. Bir dernek, müteşebbis bir heyet, hayırsever bir grup bu işi üstlenmiş. Cami projesini çizdirmeden önce mimarlıktan anlayan, sanat kültürü ve birikimi olan danışmanlara müracaat ederek, “Projeyi hangi mimara çizdirelim? Bir yarışma mı açalım? Binayı dindar dinsiz herkesin beğenmesi için ne gibi hususlara dikkat edelim?” sorularını sormamışlar ve kendi kafalarına göre bir mimar (belki de bir kalfa) bularak, ortaya mimarlık ve sanat açısından son derece çirkin bir ucubenin çıkmasına yol açmışlardır. Kubbe küçük, minareler alabildiğine yüksek ve bol şerefeli; ne üslup var, ne sanat, ne de tenâsüb. Yazık değil mi, harcanan yüz milyarlarca liraya? Ehliyetli, liyakatli danışmanlara sorulsaydı da ortaya mimarî bir âbide, bir sanat eseri çıkmış olsaydı fena mı olurdu?

Üçüncü örnek, Taksim’de yapılması düşünülen camidir. Bu hususta da ehliyetli danışmanlara sorulmamış, delidana gibi hareket edilmiştir. Sonunda bir sürü menfi reaksiyon meydana geldi, işin içine derin devlet girdi, bir sürü yaygara ve şamata oldu ve cami yapılamadı. Taksim’de yapılacak cami için iki grup danışmana başvurmak gerekirdi: Birinciler siyasî danışmanlar, ikinciler sanat danışmanları.

Danışman derken, dikkat buyurun sık sık ehliyetten bahsediyorum. Ehliyeti, likayati, uzmanlığı, birikimi, selahiyeti olmayan kişiden danışman olmaz. Şimdi İslâmî kesimde genellikle şu şekilde danışman tâyin ediliyor. Adamın dostudur, kardeşidir, kayın biraderidir, bacanağı veya askerlik arkadaşıdır, yahut cemaat ve hizip yoldaşıdır. Ona bir memuriyet, makam, iş, ekmek parası çıkartmak için danışman yapılıyor. Yahu böyle danışmanlık olur mu?

En câhil ve sefil insanlar, bilmedikleri halde danışmayan kişilerdir. Para bende, makam bende, selahiyet bende diyerek gururlanan ve danışmayı bir zül addeden kişiler solucan ruhlu kimselerdir.

Danışmanlık demek ille de memur, maaşlı eleman statüsünde olan kişi demek değildir. Dışarıdan ücretli veya ücretsiz rapor alınmak suretiyle de danışılabilir. Bir makam, bir belediye, bir kurum benden bildiğim bir konu hakkında bir rapor istese, herhangi bir ücret talep etmeksizin bildiklerimi, düşündüklerimi, tekliflerimi yazar gönderirim. Okurlar, beğenirlerse yararlanırlar, beğenmezlerse çöpe atarlar. Bu kadar kolay ve zahmetsiz bir işi bile yapamıyorlar.

İstişare, şûra, meşveret gibi kelime ve kavramların İslâmî hayatta önemli yeri vardır. “Benim dediğim dedik, bildiğim bildiktir… Ben mehdiyim, kutubum, gavsım kimseye bir şey sormam, her şeyin en iyisini ben bilirim… Ben bulunmaz Hint kumaşıyım, ben işlerin mihveriyim, herkes bana tâbi olacaktır, ben ise kimseye tenezzül edip de bir şey sormayacağım…” gibi şeytanî ve nemrudî kuruntu ve vesveselerle beyinleri kirlenmiş adamlardan İslâm dâvâsına, dinî hizmet ve faaliyetlere bir yarar ve hayır gelmez.

Günümüzde bir kördüğüm haline gelmiş olan tesettürlü öğrenciler konusunda da işin başlangıcında ehliyetli ve güçlü danışmanlardan raporlar alınmadığı için büyük sıkıntılara girmiş bulunuyoruz.

Zulme uğrayan başörtülü kızlardan biri, “7.4 yetmedi mi?” pankartını yazıp teşhir etmeden önce istişare etmiş olsaydı, karşı tarafı infiale sürükleyen yanlış bir hareket önlenmiş olurdu.

Ben bu satırları yazdım da, İslâmî kesimdeki bazı çokbilmişler sanki bundan sonra ehliyetli kimselerle istişare edecekler mi? Kesinlikle etmezler. Çünkü onlarda gurur, kibir, tafra, kendini beğenmişlik, küçük dağları ben yarattım havası, dediğim dedik zihniyeti vardır.

Yine baltalar taşlara vurulacak, yine milyonlarca dolar harcanarak mimarlık ve sanat açısından çirkin cami binaları yapılacak, yine hizmet yerine hezimet üretilecektir.

Ramazan Yaklaşıyor

Ramazan yaklaşıyor, inşaallah yakında oruç ibadetine başlayacağız. Sürüp duran zelzeleler dolayısıyla milletçe üzüntülüyüz. Ülkemizin en mâmur, nüfusu yoğun, sanayiin toplanmış olduğu bölgeleri yıkıldı, büyük sayıda can kaybı oldu, yüzbinlerce âilenin yuvası yıkıldı, şu soğuk günlerde çadırlarda çile çekiyorlar. Yaralıların, sakat kalanların, yakınlarını kaybedenlerin sayısı çok.

Önümüzdeki Ramazan’da beş yıldızlı lüks otellerde iftar-show’lar görmek ve duymak istemiyoruz. Dinimiz, içinde içki içilen, domuz eti yenilen, türlü fuhşiyyat yapılan, Şeriat’a aykırı işler edilen mekânlarda iftar yapılmasına izin vermez.

Hali vakti yerinde olan, gücü yeten bütün varlıklı Müslümanlar zekât ve sadaka yoluyla âfetzede halkın yardımına koşmalıdır. Sadece zelzelelere değil, her yerdeki fakir ve muhtaç kimselerin imdadına yetişilmelidir. Zekatlar, sadakalar öncelikle fakirlerin hakkıdır. Şeriat ve fıkıh nasıl dağıtılmasını istiyorsa, kimlere verilmesini istiyorsa zekat ve sadakalar onlara verilecektir.

Uzmanlar kötü ihtimallerden bahsedip duruyor. Önümüzdeki otuz sene içinde İstanbul’da büyük bir zelzele olabilir diyorlar. Otuz sene sonra değil, otuz sene içinde. Bu ne demektir? Hak saklasın, yarın da olabilir. Zekat ve sadakalarımızla bela ve felaketleri önlemeye çalışalım.

Ramazan’da kendimizi toparlayalım, nefsimizi islah edelim, Müslümanlar arasındaki tefrika, düşmanlık, kin, nifak kalksın artık. 21 Kasım 1999