Dâvet, Tebliğ, Müjdeleme, Uyarma Hizmeti
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Perşembe
Sorumlu, kültürlü, şuurlu, vicdanlı ve temsilci Müslümanların önemli ve zarurî vazifelerinden biri de:
Yukarıda
harflerle yazdığım cümlenin unsurları şunlardır:
1. Hem Türkiye’deki Müslümanlara ve Müslüman olmayanlara,
2. Hem dünyanın başka yerlerindeki Müslümanlara,
3. Üçüncü olarak, bütün insanlara,
4. Dünyanın selâmetinin,
5. İnsanlığın selâmetinin,
6. Hazret-i Muhammed’in dininde ve nizamında olduğu,
7. Bu din ve nizamın ilahî olduğu, insan yapısı olmadığı…
8. Her çeşit ve sınıf halka, onların anlayacağı ve idrak edeceği bir şekilde ve üslupta anlatılacaktır. Burada kullandığım idrak etmek, algılamak, tam mânasıyla anlamak manasınadır.
Norveç’in kuzeyindeki küçük bir sahil kasabasında 30 yaşında Amundsen adında bir öğretmen bulunduğunu farz edelim. Bu kişi tarih kitaplarında, ansiklopedilerde İslâm’ı, Peygamber’i okumuştur ama yeterli bir bilgiye sahip değildir. İslâm’ın ve Peygamber’in mahiyetini ve hakikatını bilmemektedir. İşte bizim vazifemiz çok yetenekli, çok güçlü, çok kültürlü İslâm davetçileri yetiştirerek bu Amundsen’i ve Norveç halkını aydınlatmaktır. İslâm’ı kabul ederler veya etmezler, bu bir nasip meselesidir. Ancak, ilahî din ve nizam onlara mutlaka hakkıyla anlatılmalıdır. Nasıl?
(1) Öncelikle kendi dillerinde. Müslümanların, dünyada kaç lisan ve kültür varsa onları çok iyi bilen mübelliğler (tebliğ ediciler), dâiler (dâvetçiler), mübaşirler (müjdeciler), uyarıcılar yetiştirmeleri gerekir.
(2) Norveçlilerin kendilerine mahsus bir zihniyetleri, dünya görüşleri, hayat felsefeleri vardır. Onlara yapılacak tebliğ, davet, müjdeleme, uyarma faaliyetleri bunları bilen kişiler tarafından yapılacaktır.
(3) İslâm birdir ama İslâm’a girmek için çok kapılar vardır. Bugünkü Norveçlileri Kâdızadeliler zihniyet ve anlayışı ile İslâm’a ısındırmak mümkün olabilir mi? Kesinlikle olmaz. Onlar, Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîlik kapısından kolayca Hak Din’e girebilir.
(4) Norveçlilere İslâm’ı anlatan mübelliğler ve mübeşşirler İslâm’ı tam mânasıyla yaşayan yüksek ahlaklı, faziletli, yüksek karakterli kimseler olacaktır. Oraya gidecek, sözde tebliğ yapacak, bu esnada dünyalık edinecek. Böyle dâvetçi, böyle tebliğci, böyle müjdeleyici olmaz. Bunların Peygamber, ashab-ı Güzin, Selef-i Sâlihîn ahlakıyla ahlaklı olması gerekir. Aksi taktirde kaş yapayım derken göz çıkartırlar, Norveç halkının büyük kısmını İslâm’dan nefret ettirirler.
Norveç örneğine burada bir nokta koyalım ve genel mevzuumuza dönelim. Böyle bir dâvet, tebliğ, müjdeleme ve uyarma hareketini Türkiye halkına da yapmak gerekir. Hem dindar kesime, hem de dinden uzaklaşmışlara.
Biz toplum olarakMüslümanız ama İslâm’ı hakkıyla yaşamıyoruz, onun kurtarıcı ve yüceltici ilkelerini ve hükümlerini hayâta uygulayamıyoruz.
Toplumumuz bin türlü pislik ve kötülük içinde yüzmektedir.
Müslümanlar, sayıca çok olmalarına rağmen tesir ve ağırlıkları yoktur.
İslâm’ın temel farzlarından “Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker” vazifesi yapılmamaktadır.
İslâm’ın ahlakî emir ve öğütlerini tutmuyoruz.
Para, maddî menfaat, dünya zenginlikleri konusunda İslâm’ın gösterdiği yolun tam tersine bir yol tutturmuşuz gidiyoruz.
Yeni nesilleri güçlü, vasıflı, üstün, etkili olarak yetiştiremiyoruz.
Korkunç, iğrenç, rezilâne bir din sömürüsü, mukaddesat bezirgânlığı var, bu pisliği bir türlü temizleyemiyoruz. Din baronlarına “Dur!” diyemiyoruz.
Benim anlattığım, vasıflarını saydığım yüksek dâvetçiler, müjdeciler, mübelliğler, uyarıcılar öyle kolay yetişmez. Böyle kimseler on binde bir çıkar. Yetişmeleri için onbeş yıl eğitim ve tâlim görmeleri gerekir. Bu gibi kimseleri kim seçecek, kim yetiştirecektir?
Dini imanı para olan, nefsine put gibi tapan, dünya zenginlik ve pisliklerine gırtlağına kadar batmış olan kimseler dine sokan olamazlar, dinden çıkarıcı olurlar.
Geçenlerde İngiliz The Guardian gazetesinde çıkan bir yazıdan bazı cümleler almıştım. Şu anda Amerika Birleşik Devleti’nde en çok okunan şiir kitapları, o ülkenin büyük şairlerinin veya Shakespeare, Dante gibi ünlü ediplerin şiirleri değil, İngiliz yazarının ifadesiyle “14’üncü asırda Konya’da bir medresede şeriat ilimleri okutan Mevlânâ Celâlüddin Rumî’nin şiirleriymiş…”
O halde Amerika’da İslâm’ı yaymak için gerçek ve örnek Mevlevîler yetiştirmek gerekir. Böyle gerçek Mevlevî dâvetçiler ve müjdeleyiciler olsa ben eminim ki birkaç senede o ülkede milyonlarca insan İslâm’ı kabul edecektir.
Çok bilmişin biri sorabilir:
“Efendi! Sen Mevlevî misin ki, Mevlânâ, Mesnevî, Mevlevîlik deyip duruyorsun?”
Hayır bendeniz Mevlevî değilim, o şerefe nâil olamadım. Ancak bir Mevlânâ muhibbiyim. Mevlevî tarikatını ve gerçek Mevlevîleri severim.
Ben Müslümanım. Nazarımda bütün turuk-ı aliyye birdir, özel adları ne olursa olsun onların hepsi de birer TARİKAT-I MUHAMMEDİYE’dir. Hangisiyle Dinime, Kitabıma, Şeriatıma hizmet edilecekse o koldan ve o yoldan yapılmasında hiçbir mahzur (sakınca) görmem.
Şu hususu da unutmayalım ki, Devlet-i Ebed-Müddet zamanında hem Nakşî hem de Mevlevî olan şeyhler ve mürşidler yetişmiştir. Geniş olalım. Zamanımızda yüzlerce kola ayrılmış olan Nakşîler birbirleriyle görüşmüyor, birbirlerinin yayınlarını okumuyor. Böyle Nakşîlik olur mu? Nakşîlik diğer tarikatların bittiği yerde başlayan çok ulu ve mübarek bir yoldur. Onda sekter zihniyet, fanatizm, dar düşünce olmaz.
Amerika’da Nakşî cemaatler de var. Onlar da hizmet ediyor. Onları takdir ve şükranla anıyorum. Herkes çalışsın… Lakin zamanımızda Amerika’da İslâm’ın yayılması için Mevlevîlik metodu ve meşrebi çok müsaittir. Ben o ülkede hizmet gören bir dâvet neferi olsam, tarikatım Nakşibendiye de olsa, yine de bir elimde Mesnevî olduğu halde hizmet ederim.
19’uncu asırda Fatih’te Çarşamba semtinde Molla Murad Nakşî tekkesi varmış, bunda haftanın muayyen günlerinde Mesnevî okutulur, Mesnevî dersleri verilirmiş.
Şeriata uygun olan bütün tarikatlar haktır.
İhtilâflı konularda fetva ve ruhsatla birtakım işleri yapanları suçlamaya, tekfir etmeye, günahkâr görmeye hakkımız yoktur.
İşte Norveç’te ve Türkiye’de İslâm için nasıl çalışılacaksa, bütün dünyada kaç ülke, kaç kavim, kaç lisan, kaç kültür varsa oralarda da böyle çalışılacaktır.
İyi yetişmiş İslâm dâvetçisi ve müjdeliyicisi, bir ülkeye elinde bir küçük çanta ile gidecek, orada beş-on sene çalışacak ve dönüşte elinde yine sadece o küçük çanta olacaktır. Bir çanta ile gidip yetmiş bavul, sandık, koli ile dönen adam dâvetçi, tebliğci, müjdeleyici değil din tâciridir ancak.
Cebinde diyelim 100 dolar ile gidecek, dönüşte yine 100 dolarla avdet edecektir.
Tebliğ, dâvet, müjdeleme, uyarma hizmetleri Peygamber aleyhisselatü vesselamın mesleğidir. O bu dünyada zühd ve takva ile yaşamıştı. Dâvetçilerin da öyle olması gerekir.
Demek ki:
(1) Çok yetenekli, çok kültürlü, çok iyi yetişmiş elemanlar,
(2) Dünyevî bir menfaat gözetmeden (Ancak geçimleri için asgarî seviyede ücret ve maaş alabilirler),
(3) Hitap ettikleri insanların, halkların akıllarına, zihniyetlerine, kültürlerine, mensup oldukları medeniyete uygun şekilde… davet, tebliğ, müjdeleme ve uyarı hizmetleri yapacaklardır.
Türkiye Müslümanlarında bu hizmetleri yürütecek para vardır. Ülkemizde yeterli din hürriyeti ve temel insan hakları yoksa, küçülen, globalleşen dünyanın başka bir ülkesinde bu maksatla okullar ve yetiştirme dergâhları açabiliriz. Lakin yıllardan beri bu konuda bir faaliyet yapmıyoruz.
Sorumluyuz. Allah bizden soracaktır.
Türkiye Müslümanlarının, Türkiye’deki İslâm’dan uzaklaşmışların, dünya Müslümanlarının, dünyanın gayr-i müslim halklarının veballeri bizim üzerimizdedir. 16 Aralık 2005