Pazar

Bir Müslümanın şu dünyada elde edebileceği en büyük kazanç, bir insanın hidayetine (doğru yolu bulmasına, Müslüman olmasına) vesile olmaktır. Resûl-i Kibriya Efendimiz (Salat ve selâm olsun ona), bu konuda Hazret-i Ali (Radiyallahu Anh ve Kerremallahu Veche)’ye şöyle buyurmuştur:

“Yâ Ali! Allah’ın, bir kulunu senin vasıtanla hidayete getirmesi, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı bütün şeylere sahip olmaktan daha hayırlıdır.” Evet, öyle bir kazanç ki, kainata sahip olmaktan daha kârlı ve hayırlı.

Dikkat buyurunuz, hadîste “…senin vasıtanla hidayete getirmesi…” deniliyor. Hidayet Allah’tandır. Kullar hidayet veremez. Ancak, insanların hidayete gelmeleri için çalışıp çabalayabilirler.

İmdi aklı başında olan, ilm ü irfanı yeterli bulunan, imkâna sahip olan her kişi başka insanların hidayetine vesile olmak için çalışmalıdır. Sürü sepet cemaat, grup, hizip, fırka, tarikat, baronluk var. Bunlar, en iyi ve güzel metodlarla,

“İnsanlara akıllarının derecesine göre hitab ediniz”

hadîsinin ışığında hidayete çağırma, müjdeleme, iyi haberi verme, uyarma faaliyetlerine girişmelidir.

“Ulan Müslüman olsana!”

Elbette böyle dâvet ve tebliğ olmaz. Liseler, üniversiteler yeterli olmasa da halkımız, gençlik artık okuyor, az buçuk mürekkep yalamış bulunuyor. Onların hidayete çağrılmalarında propaganda ve telkin inceliklerine, zarafete, gönül okşayıcı olmaya mecburuz.

Bugünkü islâmî kesim genellikle gecekondu ve kırsal kesim kültür ve zihniyetine sahip olduğu için tesirli, nâfiz, uygun, başarılı din dâveti yapamıyor. Dinî yayınlar, camilerdeki konuşmalar, cemaat (özel diyanet) faaliyetleri yeterli değildir.

Bir de, islâmî kesim ve dinî faaliyetler hizipçilik, para hırsı, riyaset çekişmeleri yüzünden kirlenmiş ve kirletilmiştir. Bazı kimseler hem düzenin, hem de dinin rantlarını yiyor ve büyük miktarda gayr-i meşru, haram, şâibeli paralar, servetler elde ediyor. Bunlar dâvet, tebliğ, irşad faaliyeti yapamaz. Onların dini imanı paradır, menfaattir, ündür, riyasettir.

Misyonerler nasıl çalışıyor?

Kendi dinlerine ihlâsla, istikametle feragatle, fedakârlıkla, sabırla hizmet ediyorlar. Altı senelik güçlü bir Hıristiyan ilâhiyatı tahsilinden sonra genç bir papaza,

“Afrika’nın şu geri kalmış ülkesine gidip orada Hıristiyanlığı neşredeceksin”

denildiği vakit valizini hazırlıyor ve yola çıkıyor. Diyelim orada beş sene hizmet etti, dönüşte yine bir valizi oluyor elinde. Hizmetini âlet ve vasıta kılarak para toplamıyor, eşya almıyor. Maaşı ne kadarsa onunla geçiniyor. Bizde bu ahlâk var mı?

Halkımız, gençliğimiz büyük bir arayış içindedir. 21’inci asır din asrı, İslâm asrı olacaktır. Lâkin tebliğ, irşad, dâvet hizmetlerinde çalışacak iyi yetişmiş, olgun, güçlü, vasıflı, üstün elemanlarımız ve kadrolarımız yoktur.

Sovyetler Birliği yıkılır yıkılmaz, çeşitli kiliselere ve sektlere

(tarikatlara)

mensup

Hıristiyan misyonerler Orta Asya’daki Türk ülkelerine koştular.

Onlar, yıllardan beri hazırlık yapmışlardı. Gittikleri ülkelerde konuşulan lisan ve lehçelerde çeşit çeşit broşürler bastırmışlardı.

İsveçli bir misyoner kadın Kazakistan’a gitmiş ve bir sürü Müslüman Kazak kadını kendi dinine çekmiş diye duymuştum.

Biz Müslümanlar Azerî, Kazak, Tatar, Türkmen, Özbek, Kırgız Türkçeleriyle bedava dağıtılacak doğru dürüst tek broşür çıkartamamışızdır.

Evet, bazı ilmihal kitapları yayınlandı ama asıl ihtiyaç şu anda ilmihale değil, gönülleri heyecana verecek, yüreklerde iman ateşini tutuşturacak ruh okşayıcı, kalpleri uyandırıcı broşürlerdir. Benim bildiğim kadarıyla biz Türkistanlı kardeşlerimiz için böyle yayınlar hazırlayamadık.

Türkistan’dan geçtim, yerli halkımız ve gençliğimiz için bile bu gibi faydalı neşriyat yoktur. İrşad, davet, tebliğ hizmetleri kuru bilgiyle olmaz. Aşk, şevk, neş’e, heyecan, muhabbet gerekir.

Türkiye’mizde birkaç milyon zengin, varlıklı, şehirlerin iyi ve mamur semtlerinde yaşayan, çok harcayan, çok tüketen, kendini zevk u sefaya, konfora, lükse, eğlenceye, maddî hazlara ve rahatlıklara kaptırmış olan bir tabaka vardır. Bunların içinde zekâ ve bio-jenetik faktörler itibarıyla kaliteli ve üstün unsurlar bulunmaktadır. İslâmî kesimin onlar için ne gibi faaliyetleri, hizmetleri vardır? Onları, İslâm’a çağırabiliyor muyuz?

Zındık bir ilâhiyat profesörü

çıktı, konuşmalar yaparak

(Bir konuşmaya bin dolar alıyormuş!),

gazetelerde yazılar yazarak, kitaplar çıkartarak zengin, sosyetik, dinden uzaklaşmış zümreye hitap etmesini bildi ve hayli taraftar kazandı.

Kazandı ama ortaya bir sürü zındıklık attı, ucuzlatılmış, Şeriatsiz ve fıkıhsız bir İslâm hümanizması türetti.

Peki, ehl-i sünnet geçinen, bu adama ateş püsküren dini bütün Müslümanlar ne yaptılar? Bir sürü dedikodu, verip veriştirme, boş iş…

İrşad, tebliğ, dâvet faaliyetlerinde nelere dikkat edilmelidir:

1. Bir kere muhakkak ihlâs olacak.

2. Garazsız ivazsız çalışılacak. Hem ticaret, hem irşad olmaz. Misyonerler, Yahova Şahitleri nasıl çalışıyorsa Müslümanlar da öyle samimî şekilde çalışmaya mecburdur. Hem hizmet edecekler, hem de çuvalla para kazanacaklar, öyle hizmet olmaz, hezimet olur.

3. Kaliteli, müjdeli, ruhları okşayan, gönülleri heyecana getiren üslup ve metodlarla çalışılacak.

4. Yayınlanacak broşürlerin kağıdı, dizaynı, baskısı, edebî üslubu, sanat değeri yüksek olacak. Türkçeyi iyi bilmeyen, gramer ve edebiyat yanlışı yapan kişiler ve kadrolar başarılı olamaz.

5. Bütün davetler, tebliğler, irşadlar Allah için, İslâm’a olacak.

6. Broşürler bedava dağıtılacak.

7. Sohbet toplantılarında asla para toplanmayacak. 10 Ocak 2000