DECCAL PERDESİ
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 30 Aralık 1991
Moliére 1673’te öldüğü vakit, Paris piskoposu onun cenazesi için kilisede âyin yapılmasını ve takdis edilmiş mezarlık toprağına gömülmesini men etmişti. Çünkü o dinle alay eden, insanları Tanrı’yı anmaktan alıkoyan fâsık bir tiyatrocuydu. Cesedi neredeyse kokacaktı ki, Kral 14’üncü Louis araya girdi de komedyen defnedilebildi.
Edebiyat tarihinde okumuş olduğum bu vaka durup dururken hatırıma sebepsiz gelmedi. Dün televizyona bakıyordum, o anda hatırıma geldi.
Televizyonun işi hokkabazlık, şu’bedebazlık, soytarılık, hoplama, zıplama, açıklık, saçıklık. Halk bu gidişle ağustos böceğine dönecek. Bütün yaz çalar türkü söyler, azık toplamaz, kışın da aç kalır.
Geçenlerde İstanbul Katolik piskoposu bir papaz ölmüştü. Baktım televizyon o haberi verdi, müteveffanın resmini bastı, tercüme- i halini anlattı. Büyük bir İslâm âlimi, bir din büyüğü ölünce hiç sesi çıkmaz meretin.
Müslüman bir gazete geçenlerde birinci sahifeden şikâyet ediyordu: Televizyonda dine ayrılan saatler çok az diye. Nasıl az olur? Baksanıza her hafta ya siyonizm-musevilik yahut da Hıristiyanlık propagandası yapan filimler gösteriyorlar. Çanlar çalınır, kiliselerde ilâhîler okunur, istavrozlar çıkartılır. Bunlar dolaylı da olsa dinî program değil mi?
Hele şu korsan televizyon yok mu? Bu memleketin yüz karasıdır.
Devletin televizyonu da korsan televizyonla rekabet edebilmek için, ar ve haya şişesini taşa çalmağa başladı. Eskiden, hamamın namusunu kurtarmak için dansöz oynatmazlardı. Şimdi rekabet var ve şenlik son haddinde. Sulukule televizyona taşındı.
Ülkenin bir tarafında gerilla savaşı son hızıyla devam ediyor, hudutlarda askerlerimiz şehid oluyor, binalar kundaklanıyor, kadın, çocuk, ihtiyar demeden mâsum vatandaşlar katlediliyor ve devlet televizyonu bu esnada dansöz oynatıyor. Yılbaşı eğlenceleri için hummalı bir faaliyet yapılıyor. Boyacı finosu kılıklı bir sürü karı; ağızları kulaklarında, küpeleri omuzlarında, göğüs bağır açık, dâvetkâr bakışlarla sunuculuk yapıyor, reklam hizmetleri görüyorlar.
Halk kitleleri mest ü zom… Çocuk abdesthâneden işini tamamlamadan sızdırarak kalkıp salona koşuyor “anne dizi başladı!”
Deccal her eve sahne kurdu, ne oyunlar oynatıyor.
ZOMBİLEŞEN TOPLUM
Yüksek tirajlı ve cin fikirli iki aktüalite dergisi iki ayrı tecrübe yaptılar. Neticeleri hepimizi ilgilendirdiği için kısaca özetliyorum. Birinci tecrübe Dergi tarafından teşkil edilen bir ekip Üsküdar meydanına gider. Halkın kalabalık olduğu bir saattir. Ekipten birisi elindeki portatif hoparlörle halka hitaben “herkes yere çöksün!” diye bağırır, herkes yere çöker. Bunu takiben başka emirler verir, yığın onlara da harfiyyen ve körü körüne uyar. Bu tiyatro bir müddet böyle devam eder, sonra ekip olup bitenleri yazıya dökmek üzere orayı terk eder. Şaşkın halk ne olduğunu anlamamış, herhangi bir reaksiyon göstermemiştir. İkinci tecrübe: Dergi bir tiyatro ekibiyle anlaşır ve aşağıdaki sahneleri kalabalık yerlerde oynarlar.
1’inci sahne: Parkta çimenlerin üzerinde beyaz gömlekli bir adam yatmaktadır. Gömleği kan içindedir, yaralıdır (aktörün üstüne kırmızı boya sürülmüştür). Yaralı inlemekte, yardım istemektedir. Uzaktan ve yakından bu manzarayı gören kimse yardım etmez.
2’inci sahne: Izbandut gibi bir herif öfkeden köpürmüş vaziyette zavallı bir kadıncağızı sille tekme sokak ortasında dövmektedir. Kadın feryad u figan kopartarak yardım çağırmakta, beni kurtarın diye bağırmaktadır. Onun haykırmaları da boşunadır, kimsecikler imdadına yetişmez. Görenler omuz silker, geçer giderler.
3’üncü sahne: Deniz kenarı. Sahilde volta atanlar, banklarda oturanlar, yere bir yaygı serip piknik yapanlar, mısır yiyenler, çay içenler. Adamın biri (rol icabı) denize düşer, çırpınarak yardım ister. Onunla da kimse ilgilenmez. Hart, mısırdan bir lokma daha; şürp, çaydan bir yudum daha. Vaka gerçek olsa fukara herif gözgöre göre boğulacak.
4’üncü sahne: Bir çocuk annesini kaybetmiş ağlamaktadır. Bir adamcağız ilgilenir (yabancı biridir muhakkak), yavrum gel seni karakola götüreyim, polis amcalar anneni bulsunlar der. Karakola giderken annesi çıkıverir. İşte sadece bu dördüncü sahneden olumlu bir netice alınmıştır.
Bunları anlattıktan sonra ne yorumu yapayım yâni… Rezalet ortada. Garip, reaksiyonsuz zombi bir toplum olmuşuz. Cihan yıkılsa kimse aldırmıyor. On yılda şu kadar adam yarattık… diye şarkılar okuyorlar ya, işte – hâşâ- yarattıkları mal meydanda, insanı dehşetten ürperten bir duygusuzluk, tepkisizlik.
Tevekkeli şâir “bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan” dememiş. İşte bu hallere düştük. Yolda bir cüzdan bulan çocuk için tantanalı törenler tertiplenen bir ülke olduk.
Eskiden böyle miydik? Asla! Böyle olsaydık, Maraş’ta bir Sütçü İmam çıkmazdı Millî Mücadele yapılamazdı Tarihimizi süsleyen zaferler, fetihler olmazdı. Atalarımız böyle olsaydı, biz bugün bu topraklarda olmazdık.
SOSYAL BARIŞ ‘
Onu Kadırga’da bir oduncu dükkânın önünde gördüm. Altmış yetmiş yaşlarında mütevazı giyimli bir vatandaştı. Elindeki dolu zembilin üstünü bir naylonla kapatmağa çalışıyordu. Belli ki, aldığı şeyi açıkta götürmekten sıkılan bir hali vardı. Zembilin ağzını sıkıca kapattıktan sonra yoluna devam etti. Üzgün, bezgin, bitkin bir hali vardı. Ha söylemeyi unuttum, zembilde oduncudan aldığı birkaç odun vardı, onları kapatmağa çalışıyordu.
Evet bir yanda kuduz bir tüketim yarışı, çılgınca israf, öte yanda şu korkunç kışta, ancak birkaç kilo odun alabilen yoksul vatandaş.
Adama para yardımı yapmayı düşündüm, cesaret edemedim, izzet- i nefsine dokunabilir, kırılabilirdi.
Biraz ilerideki bir kasap dükkanının vitrininde ümüğü sıkılarak öldürülüp yolunmuş yılbaşı hindileri bükük boyunlarıyla arz- ı endam ediyorlardı. Fiyatlarını sordum. Bir kuzu kadar pahalıydılar.
Yurtta sulh cihanda sulh buyurmamışlar tevekkeli.
Hem yurtta sulh var hem de cihanda. Ayrıca ekstra tarafından bol bol sosyal barış da mevcut. Gel keyfim gel kekâh. Bir şu din tehlikesi olmasa âsâyiş berkemâl olacak…
ÖZETLE
(1) ABD Ermenistan’ı tanıdı, Azerbaycan’ı tanımadı. Bunun ne mânâya geldiğini düşünmemiz gerektir.
(2) Ermenistan Türkiye’den toprak istemektedir. Azerbaycan’dan da toprak istemektedir. Ermenistan Kafkasya’nın İsrail’i olma yolundadır. Hâmisi de Amerika’dır.
(3) Gürcistan da Türkiye’den toprak talep etmektedir. Gürcistan’daki Müslümanların durumu yürekler acısıdır. Amerika, haçlı taassubuyla Gürcistan’ı destekleyecektir.
(4) İsrail’de Büyük Elçilik açmamız, Amerika’nın baskısıyla olmuş ve bütün İslâm âlemi üzerinde soğuk bir duş tesiri meydana getirmiştir.
(5) Siyonizmin ırkçılık olduğuna dair eski Birleşmiş Milletler kararının kaldırılmasında Türkiye’nin müstenkif (çekimser) değil, aleyhte oy kullanması gerekirdi. Emperyalist İsrail’in Türkiye üzerinde de emelleri vardır.
(6) Türkiye Bosna-Hersek ve Makedonya cumhuriyetlerini âcilen tanımalı ve onlara destek vermelidir.
(7) Sovyet emperyalizmi yıkıldıktan sonra Amerikan emperyalizmi meydanı boş bulmuş ve dünyayı bir hapishâne gardiyanı gibi idare etmeye başlamıştır. Amerika Türkiye’nin kuvvetlenmesini, Türk devletlerinin birleşmesini, elele çalışmasını gönülden arzu etmiyor. Amerika Türkiye’nin Arap âlemine yakınlaşmasını istemiyor.
(8) Amerika Türkiye’ye bir vazife vermeye çalışıyor: Türk âlemi dinsiz olsun islamî bir modeli benimsemesin. Oralarda dinî değil lâdinî ve latinî rejimler kurulsun.
(9) Amerikan senatosu Lozan andlaşmasını asla tanımamıştır. Onlar rum. yahudi ve ermeni lobilerinin tesiri altında ve haçlı fanatizmi ile Sevr’e dönmeye çalışıyorlar. Bizde de hayli maşaları, uşakları vardır.
(10) Amerika’nın bu istedikleri olacak, mekr ü hilesi husul bulacak mıdır? Hayır. İran’da da bir sürü dolap çevirmiş, önce Şah’ı kullanmış, sonra onu harcamış ve sonunda belâsını bulmuştu. Allahın takdiri neyse o olacak, inşaallah ehl-i İslâm zafer kazanacaktır.
30.12.1991