Cumartesi

 

Sayın Demirel’in bugün söyledikleri ile bundan on on beş yıl önce beyan buyurdukları arasında büyük farklar varmış… Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve diğer çağdaş liderler şöyle hatâ ediyorlarmış… Bizim cemaat ve hizbimizden olmayan öteki Müslümanlar da yanılgı içindeymişler…

Müslüman gazeteler, Müslüman köşeyazarları, Müslüman kesim hâlâ genellikle bu gibi faydasız dedikodularla meşgul oluyor.

Demirel eski söylediklerinin yüz seksen derece tersini söylüyormuş. Peki, bu tesbitin Müslümanlara ne yararı vardır? Bu ülkedeki on milyonlarca Müslüman, Demirel’in çelişkili beyanları yüzünden mi bu hale gelmiştir? Demirel diyor ki: “İşte camiler açık, işte ezanlar okunuyor, gidip de namaz kılana engel mi olunuyor?” Onun bu sözüne ne diyeceğiz? Evet bazı şeyler yasak ama ezan okunması, namaz kılınması, camiye gidip cemaatle ibadet etmek henüz yasak değil. Peki sofu, koyu Müslüman geçinenler, lafa geldi mi mangalda kül bırakmayanlar, din rantı yemeye geldi mi canavar kesilenler, bu düzen kötüdür deyip deyip de bu kötü düzenin menfaatlerinin ve rantlarının peşinde koşanlar, “Biz islâmî bir sistem kuracağız, biz Asr-ı Saâdet’i geri getireceğiz” diye propaganda yapanlar, ezan okununca hangi sıçan deliğine saklanıyorlar? Onları niçin camilerde, halkın arasında vakit namazı kılarken göremiyoruz?

İslâm kuru laf dini değildir. İslâm aksiyon dinidir. Müslüman, lafıyla değil haliyle, ameliyle belli olur. Yalancı, sahte, ucuz İslâmcılar günde beş vakit Ezan-ı Muhammedî okununca niçin camilere gelerek Allah’a, Resûlullah’a, Kur’ana, Şeriat’a sadakatlerini fiilen isbat etmiyorlar?

Allah bize Kur’anı göndermiş, elimizde Peygamber efendimizin (Salât ve selam olsun ona) binlerce sahih hadîsi, mübarek ve kurtarıcı Sünnet’i var, yüce Şeriat’ın hükümleri besbelli, Selef-i Sâlihîn denilen önceki gerçek ve büyük Müslümanların da yaptıkları belli, peki onlar bize beş vakit namazı ve cemaati emir ve tavsiye ettikleri halde bizdeki din kodamanları, mukaddesat baronları, İslâmcılar, başı çekenler namaza ve cemaate niçin önem vermiyorlar? Pabucu büyük Müslümanları niçin camilerde cemaat içinde göremiyoruz?

Dinimiz bize birliği emrediyor, Kur’anımız “Ayrılıp parçalanmayın, ayrılıp parçalanırsanız gücünüz, üstünlüğünüz gider, zelil olursunuz” meâlinde uyarılarda bulunuyor. Peygamber tefrikadan, çekişmeden şiddetle men ediyor. Peki biz bugünkü Müslümanlar niçin bu kadar çok parçaya bölünmüşüz? Niçin bir büyük reisimiz yok da bir sürü baronumuz, cemaat başkanımız var?

Anladık Demirel, Çiller, Yılmaz, şu veya bu zatlar yanlış şeyler söylüyorlar. Peki, durup dinlenmeden bu konuyu işlemenin Müslümanlara ne faydası vardır? Biz niçin dinimizin temel emirlerini, önemli yasaklarını, Şeriat’ın ana hükümlerini bırakmışız da siyasî dedikodularla uğraşıp duruyoruz.

Filan parti liderinin saçmalaması mı daha kötüdür, yoksa dindar geçinen adamların camileri terketmesi, cemaat kaçkını olması mı daha büyük ve vahim bir kötülüktür.

Sahte dindarlar, “Cemaat ihtiyaridir keyfe, isteğe bağlıdır, canım isterse giderim” diyeceklerdir. Hayır, İslâm dininde, halkımızın mensubu bulunduğu Hanefî ve Şafiî mezheplerinde cemaat ihtiyarî değildir, mecburidir. Yirmi kadar şer’î özür dışında cemaat terkedilemez. Fukahanın bir kısmı, iki gözü görmeyen bir âmânın bile, elinden tutacak birisi varsa cemaate gelmesi gerektiğini beyan etmişlerdir.

Vakit namazlarında camiler bomboş, birkaç gariban ve marjinal Müslümandan başka kimse gelmiyor ve sonra kuru sıkı atan İslâmcılar bu memlekete islâmî sistemi hakim kılacaklarmış, Asr-ı Saâdet’i geri getireceklermiş. Bunlar ne palavracı adamlardır!

Müslümanlar! Dedikoduları bırakınız, gevezeliği bırakınız, Zeyd ile Amr’ın yaramaz işlerinin bitmez tükenmez edebiyatını bırakınız ve kendinize çeki düzen veriniz. Din ilimlerini ve dünya kültürünü elde ediniz, irfan ve hikmet sahibi olunuz, ahlâk ve fazilet edininiz, birleşiniz, Ümmet olunuz, ezan okununca camiye gidip topluca ibadet ediniz. Şarlatanlara, din sömürücülerine, din rantı yiyenlere yüz vermeyiniz.

Hiçbir Müslüman toplum Allah’a, Peygamber’e isyan ederek, Kur’anın ve Sünnet’in hükümlerini çiğneyerek, namazı ve cemaati terk ederek, yaramaz adamların peşlerine düşerek izzete, selamete, hürriyete kavuşamaz.

1876’da İstanbul’da onbinlerce sarıklı ve cüppeli medrese talebesi sokaklarda büyük bir yürüyüş yapmışlardı. Tarihler bunu, “Softalar Yürüyüşü” olarak kaydetmiştir. Bu onbinlerce medrese talebesi hangi siyaset adamını tutuyordu, kimin için yürümüşlerdi? Maalesef Midhat Paşa’yı tutuyorlardı. Demek sadece sarıklı, cüppeli olmak görüşlerinin, tercihlerinin, amellerinin doğru ve isabetli olmasına yetmiyor. 1908 İkinci Meşrutiyet ilanında da Selânik sokaklarında birtakım sarıklı hocalarla papazlar “Yaşasın hürriyet” diye birbirlerine sarılmışlar, kucaklaşıp öpüşmüşlerdi. Sonra ne oldu? Hürriyet geldi sandılar, lakin hürriyet gelmedi, vatan ve din elden gitti. 25 Temmuz 1999