Köy kahvesi dolu. Fosur fosur sigara içiliyor, çaylar yudumlanıyor. Bir yandan televizyona bakılıyor, bir yandan yarenlikler ediliyor. Farz edelim ki, siz de oradasınız ve masanızda tarıma, hayvancılığa, arıcılığa, fidancılığa, mantar yetiştirmeye dair yanınızdakilerle sohbet ediyorsunuz. Konuşmalarınız öbür masalardan da duyuluyor ama pek ilgilenen olmuyor. Bir ara konuyu değiştiriyorsunuz ve:

-Bu civarda bir yerde bir gömü varmış, birkaç bin yıl öncesinden kalma külliyetli miktarda altın, para, mücevher, kıymetli eşya gömülüymüş. Birilerinde bu definenin eski planları bulunuyormuş…

Konuşmanız kahvedekilerin kulaklarına gider gitmez herkes yaylanmış gibi yerinden kalkar, masanıza yaklaşır:

-Define nerdeymiş, adresi belli miymiş?.. diye sormaya başlar. Kimsede mahmurluk ve huzur kalmamıştır, gözler açılmış sinirler gerilmiştir. Öyle ya… Define… Yere gömülü altınlar…Mücevherler…Bulanları bir anda trilyoner edecek beleş bir servet…

Dünyanın her yerinde define arayıcıları bulunur. Bu işte kullanılmak için dedektörler satılır, hattâ bende İngilizce bir define arama kitabı var. Arayacağımdan değil, her konuda kitap toplarken onu da bir yerde bulmuş, alıp kütüphaneme koymuşum. Ülkemizdeki definecilik kolektif bir histeri halini almıştır. Defineciler yıllardan beri vatan toprağını köstebek gibi delik deşik etmişlerdir. Define arama merak ve hastalığı yüzünden kaç vatandaş varını yoğunu harcayıp iflâs etmiş, çoluk çocuğu perişan olmuştur. Definecilik uyuşturucu alışkanlığı gibi terk edilmesi zor bir iptiladır.

Son yıllarda birtakım açıkgöz firmalar, topraktaki madenî paraları ve eşyayı bildiren dedektörler ithal ederek define avcılarına satmışlar ve hayli para vurmuşlardır.

Defineciler bir yeri kazdılar mı, orası arkeolojik araştırmalar bakımından elden gitmiştir. Altın, gümüş, mücevher, kıymetli eşya hırsıyla gözü dönen kişiler her şeyi tahrip ederler, kırarlar, dökerler, ezerler, çiğnerler.

Herkesin bildiği gibi İslâm dininde, ölülerle birlikte mezara kıymetli eşya koymak âdeti yoktur.Mezarda ölünün nasibi iki bez parçasından ibaret bir kefendir, o da çürüyüp gider. Kabrin kazıldığı toprak çok rutubetli ise, âdi tahtadan yapılmış tabutla konur ceset. Lakin gözü ucuz kazanç hırsıyla dönmüş birtakım defineciler, maalesef tarihî İslâm mezarlarını da tahrip ediyor. Bu alçaklığı köpekler bile yapmaz.

Yirmi beş sene kadar önce, izbe bir yerde bir antikacıya gitmiştim. Zaman zaman ondan birtakım eski eşyalar satın alırdım. Beni bir kenara çekti, renkli bir fotoğraf gösterdi. Bir Roma heykelinin resmiydi bu. “İlgilenir misin?” dedi. “Bu müzelik bir tarihî eserdir, alıp ne yapayım?” ceabını verince “Dışarıda satarsınız” dedi. “Dışarıya nasıl götüreceğim?” “Herhangi bir ülkede bize bir adres verin, oraya teslim edelim…” cevabını verdi.

Yıllardan beri Türkiye’nin arkeoloji hazineleri hoyratça tahrip ediliyor, yasadışı yollardan satılıyor, yurt dışına çıkartılıyor. Bunları defineciler, eski eser bezirgânları tek başlarına yapamazlar. Onlarla ortak olanlar var, onlara destek verenler var. Kimler mi bunlar? Tahmin edin…

Definecilikten sonra toplumu sarmış olan ikinci büyük histeri piyango, lotarya, talih oyunları hastalığıdır. Bir bilet alacak büyük ikramiye çıkacak, köşeyi dönecek. Birkaç ay önce adamcağızın biri, yakınlarına bir şaka yapmış, “Bana lotodan büyük ikramiye çıktı” demiş. Sen misin diyen? Yakınları adamı öldürmüşler… Her yılbaşında ünlü piyango bayileri önünde uzun kuyruklar oluşur. Hava soğuk, kar serpiştiriyor, ayaz iliklere kadar işliyor. Kuyruktakiler tir tir titriyorlar, ancak vicdanlarını ısıtan bir sıcaklık vardır içlerinde. Ah bir büyük ikramiye çıksa! O güruh-i lâ yüflihûn titrese de, donsa da piyango biletlerini alacaktır.

Toplum ticareti, üretimi, çalışıp çabalayıp helâl kazanç elde etmeyi ikinci plana itmiştir.Liste başında rant vardır, sonra faiz. Üretmeyecek, helâlinden kazanmayacak, fazla çalışmayacak ama bol bol tüketecek. Türkiye’yi işte bu kafa, bu zihniyet batırmıştır.

Bir, iki gün önce internette okudum, vatandaşın biri çöplükte kocaman bir yılan ölüsü bulmuş. Hayvanı önce canlı sanmış, korkmuş, ölü olduğunu anlayınca sahiplenmiş. Yılan ölüsüyle birlikte resmini çeken gazeteciye ne demiş, biliyor musunuz?

-Bu yılanın derisini yüzeceğim, inşaallah iyi para eder de elime birkaç kuruş geçer…Bu anlattığım hayal mahsulü değildir, gerçektir, internette resmi de vardı. Ne günlere kaldık!

On gün kadar önce, soğuk ve karlı bir günde, Cağaloğlu’nun ara sokaklarından birinde bir köylü gördüm, elinde yün eğirmeye mahsus bir çıkrık vardı. Zavallı onu antika niyetine satacak da, birkaç kuruş kazanacak.

Genç nesillere çocukluklarından itibaren üretmek, helâl ticaret yapmak, meşru yollardan para kazanmak felsefesi aşılanmalıdır.

Bir ara popülist politikacılar, bazı resmî müesseselere yeni memurlar veya işçiler aldırırlardı. Diyelim ki, bir daireye veya fabrikaya yirmi beş eleman alınacak. Birkaç bin kişi müracaat ederdi ve sınavlar mahallin stadyumunda yapılırdı. Peki, işe sınavda başarılı olanlar mı alınırdı? Yok canım… Onlar önceden tesbit edilirdi, kanuni zaruretler dolayısıyla göstermelik bir imtihan yapılırdı.

Almanya gibi ileri memleketlerde yerli halk süflî işleri yapmaz. Madencilik, çöpçülük, lağımcılık gibi. Bunları yabancılar yapar.

Ülkemizdeki işsizlik yüzde yirmiymiş. Korkunç bir nisbet. Gazetelerde vasıflı işçi ve eleman arandığına dair bir yığın ilan var. Demek ki, iş arayanların çoğunun bir işe yarar hali yok. Sorsanız “Her işi yaparım abi…” diyecektir.Bir kimse her işi yaparım derse bilin ki, o hiçbir işe yaramaz, hiçbir işi yapamaz.

Herif Müslüman geçiniyor, sonra bir yere memur olarak giriyor ve o işi hakkıyla yapmıyor, hattâ bazıları işe bile uğramadan bankamatikten maaşlarını çekiyormuş. Yahu böyle Müslümanlık olur mu? Alınan bu maaş helâl olur mu?

İşte definecilik, lotaryacılık, piyangoculuk, titancılık, avantacılık, beleşçilik Türkiye’yi bu hale getirmiştir. Islah olur muyuz dersiniz? Çok zor…Elli senede toplumu bozdular, düzeltmek için elli sene çalışmak gerek. 01 Mart 2004