Değişmek, Kendini Yenileyebilmek
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Perşembe
Bazi konularda ve sahalarda değişim kötüdür, bazılarında iyidir. Önce, değişimin kötü olduğu hususlar üzerinde duralım:
1. İslâm’ın inanca, ibadete, ahlâka, muamelâta, ukubata, hududullaha ait hükümlerinde değişim olmaz. Bunlar mutlak gerçeklerdir. Kıyamete kadar aynen baki kalacaklardır. Bazı hafif akıllılar “Bu devirde meleklere ve şeytana inanmak caiz değildir…” gibi hezeyanlar ve küfür sözleri sarfediyor. Onlar sapıktır. Meleklerin, şeytanın varlığı Kur’ân ile, Sünnet ile, icmâ-i ümmet ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar. İbadetler konusundaki hükümler de kesindir. “Bu devirde beş vakit namaz olmaz, o eskidendi…” denilemez. Kur’ân’ın ibadetlerle ilgili bütün kesin hükümleri haktır, doğrudur, dünya batıncaya kadar hiç değişmeden duracaklardır. Peygamberimizin (Salat ve selâm olsun O’na) Sünnetinin kesin hükümleri de böyledir. Birkaç yıl önce bir politikacı ve devlet adamı “Kur’ân’daki üçyüz küsur ayetin bu devirde hükmü yoktur, onların yerine pozitif kanunlar yapılmıştır…” demişti ki, bu da çok büyük bir yanılgıdır. Kur’ân bir bütündür, Müslümanlar onun tamamını kabul ederler. Pakistanlı Fazlurrahman gibi düşünürlerin tezleri, görüşleri bâtıldır. Ahlâk ve aksiyonla, iyilik ve kötülüklerle ilgili hükümler ve değerler de böyledir. Sadece dinin kesin hükmü olmayıp da gelenek, âdet, örf, özellik şeklinde olan hususlarda değişiklik düşünülebilir, olabilir.
2. Evrensel ahlâk ve hikmet kurallarında da değişim olmaz. Yalan söylemek kötüdür, Kıyamet’e kadar kötü olarak kalacaktır. Yalan sadece dinen değil, aklen de mezmum (kötülenmiş) bir şeydir. Adalet evrensel bir değerdir. Onun aslında, cevherinde değişiklik olamaz. Sadece uygulanmasında bazı fer’î (ayrıntıya ait) değişiklikler düşünülebilir.
Peki, bunların dışında hangi konu ve sahalarda değişim olabilir? Onların da bazısını arz edeyim:
1. Ana prensip ve hükümlerden tâviz vermemek şartıyla metod konusunda zamana ve zemine uyulabilir. Bir toplumda doğru olan bilgi ve inançları, iyiliği, güzelliği hakim kılmak için uygun metod ve siyaset aranmalıdır. Bir yerde ve zamanda uygun olan metod, başka bir zaman ve mekanda uygun olmayabilir. İslâm’a hizmet etmek için bu devirde Taliban metodları iyi netice vermez. Eskisine göre bambaşka, çok değişken bir dünyadayız. Bu dünyanın sosyal, kültürel, siyasî şartları vardır. Onları göz önünde bulundurmamız gerekir. Taliban rejimi Afganistan’daki büyük Buda heykellerini tahrip etmekle yanlış bir siyaset ve metod uygulamıştır. Afganistan’a İslâm yeni gelmedi. Bin yıl boyunca oradaki islâmî devletler, rejimler, sultanlar o heykellere dokunmadılar.
2. İslâmî hizmet ve faaliyetlerde bulunan kişilerin ve kadroların değişime açık konularda kendilerini devamlı olarak yenilemeleri gerekir. Ben liseyi 1952’de bitirdim. Gençliğimin Türkiye’si bugünkü Türkiye’ye hiç benzemiyordu. İnsanlar, zihniyetler, müesseseler, zihniyetler başkaydı. Yarım asırdır köprülerin altından çok sular aktı ve akıllara durgunluk verecek değişiklikler oldu. Bazı hususlarda iyi şeyler oldu, bazı konularda çok kötü, çok korkunç değişiklik meydana geldi. Bunları gözardı edip, kaba tabirle “Elli sene önce otlamaya başladığı yerde otlamaya devam etmek” hiç de akıllıca ve iyi bir şey değildir.
Türkiye’de iki zümre, değişimin gerekli olduğu konu ve sahalarda değişmemekte ısrar edip duruyor.
Bunların birincisi sözde Kemalistler, çağdaşlardır. Saatleri durmuş, 30’lu yıllarda kalmışlar. Dünyada neler olmuş, neler oluyor umurlarında değil. Zaten onların Kemalistliği hakikî Atatürkçülük değildir. Onların inatları ve direnmeleri yüzünden ülkemizde bir türlü gerçek demokrasi olmuyor. Batı Batı diyorlar ama Batı ülkelerindeki temel insan haklarını, din ve inanç hürriyetini, hukukun üstünlüğü sistemini ülkemize halkımıza layık görmüyorlar. Türkiye’nin bir Tekelistan olarak kalmasını istiyorlar. Dünyanın hiçbir medenî, ileri, sağlıklı bir yapıya sahip, demokrat, hukuklu ülkesinde resmî ideoloji yoktur. Onlar devletin, Meclis’in, millî iradenin, hukukun, millî kimliğin üzerinde tartışılmaz ve tabu bir resmî ideoloji bulunması sistemini korumak istiyor. Türkiye’nin sıkıntıları, değişime kapalı bu zümrenin dayatmalarından ve zorlamalarından kaynaklanmaktadır.
Değişime kapalı olan, kendilerini yenilemeyen ikinci zümre bir kısım dindarlar ve İslâmcılardır. Dindar bazı kimseler ve zümreler görüyoruz ki, gerektiği gibi zamana ve zemine uyamıyor, yeni metodlar geliştiremiyor. Uzun bir müddetten beri islâmî kesimde bocalamalar, intibaksızlıklar, son derece yanlış davranışlar ve çıkışlar müşahade ediliyor. Bu şahıs ve kadrolar yüzünden kötü yönetimin alternatifi olan tez ve sistem son derece baltalanmış ve darbelenmiştir.
Gereken konularda değişememenin sebepleri bence dörttür:
Birincisi: Bilgi ve kültür eksikliğidir.
İkincisi: Ahlâk ve karakter konusundaki bazı vahim eksiklikler ve yetersizliklerdir.
Üçüncüsü: Sanat, estetik, güzellik konusunda yetersizlik ve geriliktir.
Dördüncüsü: Zihniyet ve şahsiyet konusunda yetersizliktir.
İslâm’ın büyük şahsiyetlerinden Hazret-i Ali’nin şöyle buyurduğu riyavet edilmektedir: “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre yetiştirip terbiye etmeyin. Onlar, sizinkinden başka bir zamanda yaşayacaklardır, o gelecek zamana göre yetiştirin…”
İslâmî hizmet ve hareketlerde sorumluluk almış olan kişi ve zümrelerin hem İslâm kültürünü, hem de dünya kültürünü ve çağı yakalamış olmaları gerekir.
Müşahhas (somut) bir örnek vermek istiyorum. Müslüman kesim elli yıldan beri medya sahasında birinci lige çıkamamıştır. Yeteri kadar para var, imkan var, okuyucu ve seyirci var, hürriyet var, fırsat var; lakin İslâm karşıtlarının gazeteleri ve televizyonları ayarında medya organlarına sahip olamıyoruz. Bu konunun sorumluları, hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan bahane ve savunmalarla kendilerini temize çıkartamazlar. Medenî ve hukuklu ülkelerde dördüncü kuvvet olan medya bizde birinci kuvvet olmuş ve Müslümanlar bu sahada başarılı olamıyorlar. Böyle vahim bir başarısızlık üzerinde ne kadar düşünülse yeridir.
İslâm’ın aslî ve temel hükümlerinden en ufak bir taviz bile verilmeden, değişime açık konu ve hususlarda değişmek, zaman ve zemine uymak, rakipleri ve karşıtları aşmak. İşte mesele buradadır. 22 Şubat 2002