Demokrasiye Dair
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Pazartesi
Merhum Adnan Kahveci İstanbul’un bir bölgesinden milletvekili seçilip Meclis’e girmişti. Kendisini o bölgenin değil, bütün Türkiye’nin, bütün halkın vekili olarak kabul ediyor ve yurdun çeşitli bölgelerini dolaşıyordu. Kendi ağzından dinledim, tam üç bin köy dolaşmıştı. Sanayi sitelerine, gecekondu bölgelerine gidiyor, dikkatle inceliyor, dert dinliyordu.
Görenler, bilenler anlatıyor, evinin döşemesi pek mütevâzı imiş. Milletvekilliğinden aldığı maaş ve yolluklar, hizmet masraflarını zor karşılıyormuş.
Şu anda, bir milletvekilinin eline ayda yekûn olarak ne geçiyor, bilmiyorum. On milyar kadar bir şey diyelim. Bu para, Adnan Kahveci gibi çalışan, dolaşan bir milletvekili için azdır.
Onun gibi çalışmayan biri için de çoktur, fuzulîdir.
Meclis’e giren milletvekili öncelikle bütün halkın, milletin tamamının, Türkiye’nin vekilidir. Şu veya bu partinin mensubu olması keyfiyeti ikinci planda gelir.
Milletvekillerimizi nerelerde görmek istiyoruz?
-Her sınıf ve her çeşit halkın arasında.
-Köylerde, gecekondu mahallelerinde.
-Küçük esnafın, küçük işletmelerin dertlerini dinlerken.
-Halkın bindiği, minibüslerde, otobüslerde, banliyö trenlerinde ve diğer toplu nakil vasıtalarında.
-Halk lokantalarında, halk kahvelerinde.
-Ülkenin ezilmiş, sıkıntılı, dertli bölgelerinde…
Tabiî ki, her gün buralarda bulunacak değiller ama zaman zaman mutlaka bulunmaları, görmeleri, incelemeleri gerekir.
Vicdanımın en kabul etmediği şey, milletvekillerinin havaalanlarında, başka yerlerde VIP kapılarından geçmeleri, VIP salonlarında oturmalarıdır. Böyle şeyler demokrasiye, vekilliğe, eşitliğe yakışmaz. Halkın vekili olmak, halktan yüksek olmak mânasına gelmez.
Elbette parti disiplini diye bir şey vardır ama Türkiye’nin ‘âlî menfaatleri, halkın, devletin, vatanın menfaatleri parti disiplininin üzerinde tutulmalıdır.
Birincisi: Önce ben, sonra ben, daha sonra ben, en sonra ben diyen canavardır.
İkincisi: Önce ben, sonra partim, sonra vatanım ve milletim diyen münafıktır.
Üçüncüsü: Önce Türkiye, sonra ben ve partim diyendir.
Dördüncüsü: Sadece Türkiye mevzuubahstir, benim şahsî menfaatimin önemi yoktur. Varlığım ülkeme, halkıma, devletime feda olsun diyen. Acaba bizdeki çoğunluk hangi sınıftandır?
Şayet bir demokraside:
Birtakım kimseler maaşı, maddî menfaati, temin edeceği nüfuz ve imkân dolayısıyla milletvekili oluyorlarsa, Birtakım milletvekilleri, doğruları çekinmeden söyleyeceklerine, liderlerine yaranmak için yalakalık, dalkavukluk yapıyorlarsa… Orada demokrasinin kendisi yok, kuru bir ismi ve resmi var demektir.
Kalitesiz krallık ve diktatörlük olur ama kalitesiz demokrasi olmaz. Dünyada kaliteli demokrasiler var mıdır? Elbette vardır. İngiltere’de, Kanada’da, İsveç’te, Norveç’te, İsviçre’de, Danimarka’da, Finlandiya’da ve başka medenî ülkelerde kaliteli demokrasi vardır.
İtalya’ya gelince, orada sular biraz bulanıktır. Malum, o ülkenin bilhassa güneyi, Akdeniz-Latin kültürüne mensuptur. Böyle kültürlerde Kuzey demokrasisi olmaz, olamaz. Demokrasi ağaç gibidir. Her iklimde yetişmez, her yerde aynı gelişmeyi göstermez, bazı yerde meyvesi iyi olmaz. Halkın yeterli sayısının yeterli derecede kültürlü, şuurlu, uyanık, cesur, ahlâklı olmadığı yerde demokrasi kör topal yürür.
Kokuşmanın hakim olduğu bir ülkede iki şık vardır:
-Ya demokrasi kokuşmanın hakkından gelir, ülkeyi siler süpürür, temizler.
-Yahut kokuşma demokrasinin canına okur.
Bu ikisinin ortası olmaz. Yani hem demokrasi olacak, hem kokuşma devam edecek… Böyle bir şeyi düşünmek mümkün değildir.
Bugün Türkiye’de demokratik bir iktidar var mıdır? Bırakın demokratik iktidarı, bizde iktidar bile yoktur. Muhterem, milletin oylarıyla iktidar olmuş ve Cumhuriyet balosuna, başı eşarplı hanımını götüremiyor. Götürse kapıdan içeri almayacaklar. Bu ne biçim bir iktidardır? İktidar mıdır, iktidarsızlık mıdır? Hukukun üstünlüğü prensibinin üstün ve hakim olmadığı bir yerde demokrasi lâftan ibarettir. Çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği bir memlekette o Müslümanların İngiltere, Kanada, Almanya, İsveç ve Avusturya’daki dindaşları kadar inanç, din, inançlarına göre yaşamak hakkı yoksa o ne biçim bir demokrasidir?
Demokrasinin temel prensiplerinden biri de eşitliktir. Şayet bir ülkede azınlıktaki Pembeler, çoğunluktaki Yeşillerden “Daha Eşit” iseler oradaki demokrasi gerçek demokrasi midir, yoksa sahte demokrasi midir? Evrensel insan haklarına ters düşen bir demokrasiyi düşünmek bile mümkün değildir. Bir demokraside devletin, meclis’in, halk iradesinin, seçilmiş iktidarın, hukukun üzerinde bir kuvvet, gizli bir iktidar olamaz. Demokrasilerde Devlet, Meclis, hükümet vesayet altında tutulamaz. Hür, vatansever, haysiyetli bir medyanın olmadığı bir ortamda demokrasi yaşamaz.
1946’da çok partili ilk seçimler yapıldığı zaman halk yığınları demokrat yerine “Demirkırat” diyordu. Şimdi dilimiz biraz dönüyor ama gerçek demokrasi yine yok.
Gerçek demokrasinin olduğu yerde başörtüsü meselesi olur mu? Fransa’da yüzde yüz olmasa bile yüzde doksan gerçek demokrasi var ve orada başları örtülü, tesettürlü Müslüman kızlar bütün üniversitelerde serbestçe okuyabiliyor. Ayrıca bütün Katolik liselerinde, özel okullarda başörtüsü serbesttir. Bitmedi, o ülkede Müslümanların özel İslâm Lisesi açmaya hakları vardır ve nitekim böyle bir okul açmışlardır.
Demokrasilerde millî kültürü, millî kimliği, millî kişiliği engelleyen tabular ve yasaklar olamaz. Bu ülke, bu devlet, bu millet bin yıl boyunca bir yazıyı kullanmış ve sosyal-kültürel hafızasını o yazıyla kayd etmiş. Demokraside bu konuda yasak olamaz. Bir ülkede hem gerçek demokrasi olacak, hem de onun üzerinde resmî bir ideoloji, gizli bir derin devlet bulunacak. Böyle bir yerde gerçek demokrasi yoktur. 07 Haziran 2005