Salı

 

Bundan beş sene kadar önce kalem satın almak için Cağaloğlu’nda bir kırtasiye dükkanına girmiştim. Her yer, tavanlara kadar raflar, camekanlar, tezgah üstleri kırtasiye malzemesi ile doluydu. Defterler, kalemler, mürekkepler, kağıtlar, boyalar, cetveller, neler neler…

Ancak bu dükkanda kırtasiye eşyasından başka bir şey daha satılıyordu. Kasanın yanında, her müşterinin mutlaka göreceği bir yerde çirkin, iğrenç, rezil bir kitap vardı. Bu kitap, bir ara müftülük yapmış, sonra irtidat etmiş (İslâm’dan çıkmış), din aleyhinde kitaplar yayınlamaya başlamış, “Ben artık Müslüman değilim, öldüğüm vakit cenazemi yıkamayın, kefenlemeyin, cenaze namazımı kılmayın” şeklinde bir vasiyet yazmış olan bir kişiye aitti. Anlaşılan, bay kırtasiyeci de, o mürted gibi İslâm düşmanı idi ve dinimize olan kinini, nefretini, husumetini bu kitabı satarak, teşhir ederek gösteriyordu.

Bir vatandaş Müslüman olmayabilir. Nitekim ülkemizde çeşitli Hıristiyan kiliselerine, Museviliğe mensup vatandaşlar vardır. Lakin bunlar Müslümanlarla barış ve nezaket içinde yaşarlar. Hiçbiri, dükkanına, bürosuna İslâm’a saldıran bir kitabı koymaz. Böyle bir gösterişin medeniyete, hukuka, insanlığa, ahlâka, hikmete yakışmayacağını bilir.

Bir vatandaş ateist olabilir. Şayet bu ateist medenî bir vatandaş ise o da dine saldırmaz.

Uzmanlar, âlimler, geniş kültür sahipleri dinî konularda lehte veya aleyhte kitaplar yazar, araştırmalar yapar, lakin asla ve asla bayağılık yapmaz, tahkir etmezler. Zaten asırlardan beri dinî konularda ilmî münakaşa yapılmaktadır. Bazı müsteşrikler İslâm aleyhinde kitap yazmışlardır; Müslüman âlimler de onları cevaplandırmıştır.

Bir kırtasiyeci parçasının, İslâm’a ve Müslümanlara meydan okurcasına, kışkırtırcasına dine küfreden bir kitabı dükkanının baş köşesinde teşhir edip satması, onun dar kafalı, kindar, fanatik, saygısız, densiz, terbiyesiz, kendini bilmez, hukuk ve insan hakları tanımaz, hikmetsiz, hayâsız bir kişi olduğunu göstermeye yeter.

Beş yıl kadar önce şâhit olduğum bu çirkin durumu böylece arzettikten sonra yeni bir densizliğe ve dinsizliğe temas etmek istiyorum.

Esnaftan bir tanıdığımın dükkanına bir iş gördürmek için gitmiştim. İş yapılırken bir miktar da sohbet ettik. Laf arasında adalet ve hukuk sektöründe çalışan genç bir kadının terbiyesizliğinden, edebsizliğinden bahsetti dükkan sahibi. Bu kadın hiç utanmadan, arlanmadan, çekinmeden Peygamberimiz aleyhinde konuşuyor, “Dokuz yaşındaki bir kızı kapattı” gibi çirkin ithamlarda bulunuyormuş.

“Bu kadın kimdir?”

diye sordum. Hafifmeşrep biriymiş, nikâhsız olarak bir adamla birlikte yaşıyormuş.

Düşünebiliyor musunuz, böyle mübtezel bir kadın kalkıyor, insanlığın kurtarıcısı, ahlâk ve faziletin timsali, dürüstlükte ve hikmette birinci olan yüce Peygamber aleyhinde

şırfıntıca laflar

ediyor.

Peygamberimizin aile hayatı hakkında kitaplar yazılmıştır. Yakın devir âlimlerinden Sadık Vicdanî’nin “Hazret-i Muhammed Niçin Çok Evlendi?” isimli eseri bunlardan biridir. Peygamber Efendimiz, yirmi beş yaşında bir genç iken, kendisinden onbeş yaş büyük Hazret-i Hatice vâlidemizle evlenmiş ve o ölünceye kadar başka bir hanım almamıştır. Böyle bir zatı şehvetine düşkün olmakla suçlamak ne büyük bir densizliktir.

Arapçayı, islâmî ilimleri gayet iyi bilen güçlü müsteşriklerden nicesi, Resûlullah efendimizin iffetini, ahlâkını, faziletini takdir ve tastik etmiştir. İki isim vereyim: Fransız Thomiste Louis Gardet ve İngiliz rahip M. Watt.

Hafifmeşreb, nikahsız düşüp kalkan bayağı ve mübtezel bir kadının şurada burada, dükkanlarda herkesin ortasında İslâm Peygamber’ine hakaret etmesi âhir zaman alametlerindendir. Bu kadının ismini falan bilmiyorum ama ateist, anarşist, yıkıcı, bölücü bir örgüt üyesi olabileceğini tahmin ediyorum.

Bu münasebetle Müslümanlara da söylenecek bazı sözler var, lakin söylemeyeceğim. Ayıp ve utanç olarak onlara, kendi ülkelerinde Peygamberlerine ve kutsal değerlerine hakaret edilir duruma düşmüş olmaları, yeter de artar.

Tesettürlü Milletvekili

Bilhassa İslâmcı ve milliyetçi kesimin Büyük Millet Meclisi’ne çok sayıda kadın milletvekili sokması gerekirdi. Meselâ yüz kadar. Bunların da en az ellisi başörtülü ve tesettürlü olmalıydı.

Şimdi bazıları kalkacak ve kadınlarla ilgili bazı hükümler söyleyeceklerdir. Bu hükümler islâmî bir sistem için geçerlidir. Şimdiki sistem ise laik, çağdaş, ilhamını dinden almayan bir sistemdir ve böyle bir sistemde milletvekillerinin yarısının kadın olması bile sakıncalı değildir.

Türkiye’de çok yüksek ve parlak tahsilli, gerçekten kültürlü, iradeli, güçlü, vasıflı bayanlar ve hanımlar bulunmaktadır. Nüfusun yarısı kadın olduğuna göre, Meclis’te kadınlara niçin bu kadar az yer veriliyor?

Kadın hakları, kadının yüceltilmesi denilip duruluyor. Öyleyse Meclis’e yeteri kadar kadın soksanıza.

En şık, en zarif, en medenî şekilde giyinmiş elli kadar tesettürlü, başörtülü kadın milletvekili Müslümanların yüzünü ağartırdı. Şu anda başı örtülü sadece iki kadın milletvekili var. Biri başımı açabilirim diyor, diğeri açmam diyor. İkisi tesettürlü kadının fazla bir ağırlığı olmaz. Elli kişi olsaydı, büyük ağırlıkları olurdu.

İslâm’ı, Müslümanları kadınlara gereken miktarda hürriyet vermemekle suçlayanlara karşı ne güzel bir cevap olurdu Meclis’e sokulacak elli tesettürlü milletvekili. 05 Mayıs 1999