Devlet Dine Düşmanlık Etmez
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Cuma
Türkiye devleti kesinlikle İslâm Dini’ne ve Müslüman halka düşman değildir. Biz bu topraklarda bin seneden beri varız ve bu müddet içinde devletimiz, yüce dinimize ve dindar halkımıza zıt gitmemiştir. Çünkü devlet milletin hizmetindedir; millet de şu anda ezici çoğunluğuyla Müslümandır, devlet Müslümanların dinine, inancına, inandıkları gibi yaşamak hakkına; temel hürriyetlerine hürmet ve riayet etmekle mükelleftir.
Devletimiz sadece İslâm’a değil, diğer kitabî dinlere de saygı göstermiş; Hıristiyan ve Yahudilerin de hürriyetlerini tanımış, kendi kimlik ve kültürlerine bağlı olarak yaşamalarına imkân tanımıştır. Böyle olmasaydı 1492’de İspanya’dan koğulan Musevileri topraklarına alır mıydı? Böyle olmasaydı, Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri rahip Gennadius’u Rum patriği yapar mıydı?
Birtakım câhiller bugün İslâm’a ve Müslümanlara karşı açılmış olan savaşın sorumluluğunu devletin üzerine yıkıyor. Böyle bir düşünce son derece yanlıştır. Sorumlu ve suçlu olan devlet değildir; birtakım güçlü kişiler ve çetelerdir.
Bir kere ortada devletten ve cumhuriyetten tamamen ayrı olan bir ideoloji vardır. Baskıların, zulümlerin, sıkıntıların, büyük ve müzmin krizin ana kaynağı odur.
Bu ideolojiyi kullanan kişi ve zümreler ona Atatürkçülük adını veriyorlar. Bu iddia yalandır, balondur, asılsızdır. Mustafa Kemal’in sağlığında da, ölümünden sonra da Atatürkçülük diye bir ideoloji olmamıştır.
Ülkemizde kendilerini devletten, hukuktan, milletten, millî iradeden, demokrasiden, evrensel insan haklarından, akıldan, mantıktan, sağduyudan, bilgelik ilkelerinden, millî menfaatlerden üstün gören küçük, fakat çok güçlü egemen azınlıklar vardır. Militan Sabataycılar bunlardan biridir. Belki birkaç bin militan Sabataycı vardır ülkemizde ama güçleri, ağırlıkları, tesirleri birkaç milyon Müslüman vatandaştan daha fazladır.
Bizde Farmasonluk da, kendini devletin, hukukun, evrensel hikmet prensiplerinin üzerinde görmektedir.
Memleketimizde çok güçlü ve girift bir mafya vardır. Bu mafya, sayısız kollarını dev bir ahtapot gibi siyasete, kültüre, eğitime, iktisat ve finans hayatına, medyaya uzatmış ve nice stratejik noktaları kontrolü altına almıştır. Adı üstünde mafya, ne hukuk dinler, ne devlete ve millete saygı gösterir.
Tarihî ârızalar yüzünden Türkiye’de çok sayıda güçlü ve nüfuzlu eşkiya yetişmiştir. Bu eşkiyanın bastığı yerde ot bitmemekte, kontrol ve nüfuzu altına giren bütün kurumlar dejenere olmaktadır. Maalesef milliyetçilik ve Türkçülük konusunda da çok olumsuz gelişmeler meydana gelmiştir. 30’lu yıllarda Moiz Kohen adında zeki, kurnaz, cin fikirli bir Yahudi çıkmış; hakikî ismini ve hüviyetini gizlemiş, buram buram Oğuz Türkü kokan Tekin Alp takma ismiyle kitaplar ve makalaler yayınlamış, kendi kafasına ve emellerine hizmet edecek bir Türk milletçiliği ve Türkçülük geliştirmiştir. Bu adam kitaplarından birine “Kahrolsun Şeriat!” başlıklı kocaman bir bölüm koyarak Türk milletinin dinine, mukaddesatına saldırmış, ağır hakaretlerde bulunmuştur. Gönül arzu ederdi ki, bu Yahudi böyle bir saldırıya geçtiği zaman onun karşısına öncelikle Türkiye Yahudi cemaati çıksın ve “Moiz ne yapıyorsun? Bu Türkler bizi 1492’de ülkelerine kabul ettiler, bize yeni bir vatan kazandırdılar. Biz bu topraklarda asırlardan beri dinimizi, dilimizi, kimliğimizi, geleneklerimizi, kişiliğimizi koruyarak hayat sürüyoruz. Müslüman Türkler bizim velinimetimizdir. Onlara hakaret etmek, onlara savaş ilan etmek insanlığa, vicdana, insafa, adalete yakışmaz…” desin. Maalesef böyle bir şey olmamıştır. Şu anda Türkiye’de İslâm’a ve dindar halka karşı açılmış olan haksız, zâlim, gayr-i meşru savaşın fikir babası işte bu Tekin Alp veya Moiz Kohen’dir.
Bazıları sorabilir: “Peki, devlet İslâm’a karşı değildir,. öyleyse bugünkü baskıları, zorlamaları, zulümleri Cumhuriyet rejimi mi yapıyor?” Bu soruya da hâşâ cevabını veririm. Cumhuriyet fazilet demektir. Cumhuriyet rejimi, kendi ülkesindeki halkın dini ile savaşmaz. Çünkü böyle bir savaş faziletsizliktir.
Kimisi adına düzen diyor, kimisi sistem, işte asıl suçlu ve sorumlu odur, onun adamları, zümreleri ve çeteleridir.
Kendi öz vatanlarında Müslümanlar niçin bugünkü sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci, parya, köle durumuna düşmüşlerdir? Bunun birinci sebebi Müslümanların bilgi, aksiyon ve estetik bakımından cahil kalmaları; çağın ve İslâm’ın çok altına düşmüş olmalarıdır. Bunda da din düşmanlarının ve din sömürücüsü haşaratın büyük rolü ve tesiri olmuştur. İslâm medeniyet dinidir. Bu yüce ve evrensel din elbette kırsal kesim halkının, varoşların, gecekondu semtlerinin de dinidir ama asla bir varoş ve gecekondu dini değildir. Müslümanların yücelmesi, hürriyet ve haysiyet içinde yaşaması için güçlü bir İslâmî eğitim sistemine, güçlü İslâm üniversitelerine, araştırma merkezlerine, ilmî ve akademik enstitülere, sanat ocaklarına ihtiyaçları vardır. Müslümanlara ışık tutacak, yol gösterecek ulema, meşâyih, münevverân zümresi olmazsa ortalığı karanlık bürür, Ümmet-i Muhammed karanlık gecede yağmur ve fırtınaya tutulmuş, kurtların hücumuna maruz kalmış çobansız bir koyun sürüsü gibi perişan olur.
Haçlı seferleri başladığında Ortadoğu’daki Müslümanlar parçalanmış, tefrikaya düşmüş, bir sürü beyliğe, şehir devletine ayrılmış vaziyetteydiler. Bu yüzden de yenildiler, Kudüs’ü kaybettiler. Ne zaman ki, bir Selahaddin Eyyubî zuhur etti, İslâm ülkelerini ve halklarını bir devletin otoritesi altında birleştirdi; Kur’ân, Sünnet ve hikmet ilkeleri ışığında hareket etti, ondan sonra Müslümanlar zafer yüzü gördüler, Kudüs’ü istirdat ettiler (geri aldılar).
Müslümanların bugünkü baskılardan, haksızlıklardan, zulümlerden, hakaretlerden kurtulmaları için birtakım şartları yerine getirmeleri, birtakım sebeplere tevessül etmeleri gerekir. Bunları sayıyorum:
(1) İlme, irfana, kültüre, bilgiye, çağ seviyesinde bir tahsile, ilmî araştırmalara önem verecek; bunlarla ilgili müesseseleri vakit geçirmeden kurup işleteceklerdir.
(2) Amerika’nın, Kanada’nın, İngiltere’nin, Avrupa’nın, Japonya’nın en güçlü ve parlak kolej ve üniversitelerinde, güçlü, vasıflı, üstün adamlar yetiştireceklerdir.
(3) En akıllı ve istidatlı çocuklarını ve gençlerini tıb ve mühendislik mesleklerine değil; eğitim, mimarlık, sanat, tarih, sosyoloji, siyasî kültür gibi sahalara yönlendireceklerdir.
(4) Karşıtlarınınkinden daha güçlü ve tesirli bir medyaya sahip olacaklardır.
(5) Din sömürücüsü şarlatan, soytarı, yiyici, yalancı, aldatan, hokkabaz, mukaddesat bezirgânı rezil ve sefil adamları desteklemeyeceklerdir.
(6) Bütün işlerinde İslâm dininin ahlak ilkelerine uyacaklar; faziletli ve yüksek karakterli Müslümanlar olarak hareket edeceklerdir. İslâm ile makyavelizm asla bağdaşmaz.
(7) Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapacaklardır. Bu önemli farzı terk eden bir ümmet iflah olmaz, necat ve selamet bulmaz. 02 Aralık 2000