Devlet Hepimizindir
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Devlete sahip çıkmak, onu korumak, ayakta tutmak konusunda, çok küçük bir azınlık dışında, bütün kesimler ittifak halindedir. Sadece anarşistler devlet istemezler; “Ne Tanrı, ne devlet” derler.
Türkiye’de devlete en fazla zarar veren kesim, devlet ile düzeni özdeşleştiren statükocu rant-yerlerdir. Onların “Biz devleti yıktırtmayız!” diye feryat etmelerine aldanmayınız. Onlar devleti değil, kendi egemenliklerini, menfaatlerini, oligarşilerini, imtiyazlarını, rantlarını korumak niyet ve azmindedir.
Devletin sırtındaki en büyük yük resmî ideolojidir. Artık çağımızda hiçbir ciddî, medenî, ileri ülkesinde resmî ideoloji tahakkümü ve saltanatı kalmamıştır.
Türkiye mozayiğini oluşturan büyük kesimler şunlardır: Türkler, Kürtler… Sünniler, Aleviler… Dindar Müslümanlar, Lâik Müslümanlar… Bu farklı kesimlerin devlet konusunda tartışmamaları, elbirliğiyle devleti korumaları, yüceltmeleri için, hukukun üstünlüğü prensibi üzerine müesses bir sistem kurulması lazım gelir.
İkinci önemli husus, gerçek demokrasidir. Bugün ülkemizde demokrasi vardır ama kısıtlı, kayıtlı ve şartlı bir demokrasidir. Bizde de İsveç’te, Norveç’te, Danimarka’da, İsviçre’de, Kanada’da, Hollanda’da, Almanya’da, Avusturya’da, İngiltere’de, ABD’de olduğu gibi hakikî demokrasi olması gerekir.
Üçüncü husus, temel ve evrensel insan haklarına, hürriyetlerine, haysiyetlerine saygı duyan, onlara riayet eden bir düzenin kurulmasıdır.
Dördüncü husus, resmî ideolojinin yerine millî kimlik, kişilik, kültürün ikame edilmesidir. Bu ülkenin ismi Türkiye’dir. Burada yaşayan halkın kendine mahsus inançları, kültürü, kişiliği vardır. Bunlara baskı yapılmamalı, bunların değiştirilmesi için çalışılmamalı, halk olduğu gibi kabul edilmelidir.
Japonya kendi kişiliğine, kendi kimliğine, kendi kültürüne, kendi özelliklerine nasıl bağlıysa, Türkiye halkı da bu hususlarda Japonlar kadar hür olmalı, serbest bırakılmalıdır. Türkiyelileri kendi kimliklerinden uzaklaştırmak, yabancılaştırmak gayretleri büyük bir dejenerasyona, kokuşmaya, çürümeye, bozukluğa yol açmıştır.
Siyasî sistemin, ülkenin ve halkın tarihî devamlılığını kabul etmesi, halkla barışması gerekir.
Siyasî güç sahipleri Türkiye’nin homojen (mütecanis), monolitik, tek boyutlu bir yapıya sahip olmadığını; aksine çeşitlilik, farklılıklar sergilediğini kabul etmelidir. Bir ara Mao devrinde Çin’de Kültür İhtilâli yapılmış, çok kan dökülmüş, dehşet saçılmış, işkence edilmiş, fakat yine de çeşitlilik ve millî kimlik önlenememiştir.
Türkiyelilik kimliğini meydana getiren unsurların temeli ve birincisi Müslümanlıktır. İslâm’la, Müslümanlarla, islâmî birikim ile mücadele edilerek hiçbir müsbet iş yapılamaz. Böyle bir mücadele Türkiye’yi yıpratır, bitirir, çökertir. Nitekim manzara ortadadır.
Din hiçbir siyasî gücün, kaba kuvvetin yok edemeyeceği bir müessesedir. Sovyetler Birliği zamanında kızıl Marksist-Leninist iktidar dine karşı savaş açmış, büyük gayretler sarfetmiş, çok kan ve gözyaşı akıtmış, on milyonlarca insanı öldürmüş, sürmüş, zindanlarda inletmiş, sonunda kendisi yıkılmıştır.
Türkiye’de hiçbir güç İslâm ile, Müslümanlarla başedemez.
Türkiye’de, Yahudi kökenli gizli ve esrarlı bir azınlık vardır. Bunların sayısı bilinmiyor. Ağırlıklarının, tesir ve nüfuzlarının, güçlerinin çok büyük olduğu ise biliniyor. Bu Yahudi asıllı Türkler’in bir kısmı İslâm’a ve Müslümanlara sanki savaş ilan etmiştir. Bu çok yanlış bir şeydir. Hiçbir azınlığın tahakkümü ebediyen sürmez. Bizde İslâm’la ve Müslümanlarla savaşan gizli ve esrarlı Yahudiler artık iki kimlikli hareket etmeyi bırakmalı, Yahudi-Musevî kimliği ile ortaya çıkmalı ve ülkenin hakim dini olan İslâm’a, hakim unsuru olan Müslümanlara saldırmaktan, düşmanlık etmekten vaz geçmelidir. Atalarımız Osmanlılar 1492’de İspanya’dan koğulan Yahudileri ülkelerine kabul ederek büyük bir insanlık, tolerans, yükseklik göstermişlerdi. İzmirli haham ve mesih Sabatay Sevi’nin torunları olan Selanik Dönmeleri, Sabataistler, diğer bir nam ile Avdetîler de aynı toleransı Müslümanlara göstermelidir. Unutmasınlar ki, onların bu ülkedeki mutlulukları, varlıkları, huzurları ve saadetleri Müslümanlarla iyi geçinmelerine bağlıdır.
Türkiye’de bir Sabataist demokrasisi kurmanın kimseye yararı olmaz. Böyle bir şeyin en büyük zararı bizzat Sabataycılara olacaktır.
Ülkemizde yaşayan Rumlar ve Ermeniler Osmanlı Devleti’ne sahip çıkmış, Müslümanlarla iyi geçinmiş, “Bu topraklar bizim vatanımızdır. Bizim devletimiz Türkiye devletidir. Bu ülkede yaşayan Müslümanlar bizim vatandaşlarımızdır. Bu değerlere bağlıyız” demiş olsalardı yok olmayacaklardı. 1919’da Yunan istilâ orduları İzmir’e çıktığında şehrin en büyük papazı olan Hrisostomos, yabancı işgal kuvvetlerini sevinçle karşılamış, onları takdis etmişti (kutsamıştı). Halbuki kendisi Osmanlı vatandaşıydı, devletine sadık kalması gerekirdi. Rumlar Osmanlı Devleti için çarpışmış olsalardı bugün Türkiye’de varolacaklardı. Ermeniler’in de Rus, İngiliz, Fransız, Amerikan kışkırtıcılarına, Hıristiyan misyonerlerin tahriklerine kapılmaması gerekirdi.
Sabataistler Türkiye’deki varlıklarını korumak istiyorlarsa iki şeyi yerine getirmelidir:
Birincisi: İki kimlikli olmaktan vaz geçerek Yahudi kimliğiyle ortaya çıkmaları.
İkincisi: Tam demokrat, hukukun üstünlüğüne bağlı, insan haklarına saygılı bir Türkiye için Müslümanlarla işbirliği yapmaları.
Bugün ülkemizde iki büyük kötülük hüküm sürmektedir. Bunların birincisi din düşmanlığı, Müslümanlara yapılan baskılar ve zulümlerdir. İkincisi ise, Müslüman kesimdeki din sömürüsüdür. Bu iki kötülük de önlenmelidir. Din sömürüsünü önlemenin tek yolu, Müslümanlara bütün demokratik hürriyetleri tanıyarak onların köylü-marjinal kültürden kurtulmalarını sağlamak, güçlü ve samimî aydınların yetiştirmelerine yol açmaktır. Din üzerindeki baskılar ve zulümler devam ettikçe din sömürüsü de sürecektir. Müslümanlar gecekondu kültürü karanlığı içinde kaldıkça birtakım arivist, alçak, demagog, samimiyetsiz, ahlâksız, faziletsiz, karaktersiz, soytarı sömürücüler, peşlerine takılanları soymayı ve aldatmayı sürdürecektir.
Bakın ben dindar çoğunluğa mensup bir okur-yazar olarak Türkiye’de din devleti kurulsun demiyorum. Sadece gerçek demokrasi olsun, hukukun üstünlüğü sistemi olsun, insan haklarına riayet ve hürmet edilsin, millî kimlikle savaşılmasın, siyasî sistem ile halk arasında terslik ve çekişme olmasın diyorum. Bu isteklerimi aklı başında olan herkes kabul eder. Nitekim, ateist olan öyle köşeyazarları var ki, Müslümanlara yapılan zulümlere isyan ediyor, sert tenkit ve takbih (kötü görme) yazıları yayınlıyorlar. Dış dünyada da nice yabancı aydın, Müslümanlara sempati beslemekte ve onları desteklemektedir.
Müslümanların bugün içinde bulundukları zulümden, zilletten, esaretten kurtulabilmeleri için dinlerini siyasetin, şahsî menfaatlerin, hizipçiliğin üzerinde tutmaları gerekir. Dini siyasetin üzerinde tutmak, mağlubiyeti kabul etmek demek değildir. Din çok yüksek, çok ulvî, çok mukaddes olduğu için siyasete âlet edilmemeli, vasıta kılınmamalıdır. Siyaset pekâlâ dine âlet edilebilir. Ancak böyle bir hizmeti yüksek kültürlü, ilimli, irfanlı, vicdanlı, asil ahlâklı, karakterli, faziletli, firasetli, fetanetli, istikametli Müslümanlar yapabilir. 01 Mart 2000