Devlet ve Düzen
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
CumartesiEski felsefede cevher ve araz diye iki kavram vardır. Cevher asıldır, esastır; araz ona bağlı özelliklerdir. Meselâ elma cevherdir; elmanın yeşil veya kırmızı, tatlı veya eşki, taze veya bayat, şu veya bu cins olması arazdır.
Devlet cevherdir; sistem, düzen, rejim dediğimiz şey ise arazdır.
Devlete yapılabilecek en büyük kötülük cevher ile arazı birbirine karıştırmak, onları özdeşleştirmektir.
1922’ye kadar Türkiye’de padişahlık sistemi vardı. 1922 ile 1923 arasında bir boşluk olmuş, 1923’te cumhuriyet ilan edilmiştir. Adı cumhuriyet olmuştur ama günümüze kadar bir sürü sistem, rejim, düzen gelip geçmiştir.
1. 1923’te, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun (anayasa) ikinci maddesinde, “Devletin dini, Din-i İslâm’dır” yazılıydı; mahkemelerde İslâm fıkhı ile hükmediliyordu (Mecelle-i ahkâm-ı Adliye ve diğer kanunlar) hafta tatili cuma günüydü, medreseler ve tekkeler açıktı. Siyasette çoğulculuk, çok seslilik vardı.
2. Daha sonra tek partili sisteme geçildi.
3. 1928’de anayasadan “Devletin dini İslâm dinidir” maddesi çıkartıldı ama laiklik yazılmadı.
4. Atatürk’ün ölümünden kısa bir müddet önce 1937’de anayasaya laiklik ilkesi konuldu.
5. 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan galip devletlerin baskısıyla çok partili sisteme geçildi. 1946 seçimlerini hile ve baskı ile yine CHP kazandı.
6. 14 Mayıs 1950’de CHP seçimleri kaybetti, Demokrat Parti iktidar oldu.
7. On sene sonra 27 Mayıs 1960’da DP iktidarı bir darbe ile yıkıldı.
8. 12 Mart 1971’de tekrar bir darbe yapıldı.
9. 12 Eylül’de tekrar darbe
10. 28 Şubat’ta bir yarı-darbe.
Görülüyor ki, devlet aynı devlet, cumhuriyet aynı cumhuriyet ama renkler, arazlar, sistemler, rejimler, düzenler değişip duruyor.
Şimdi 2001 yılına geldik ve cumhuriyet tarihimizin en büyük krizi ile karşılaştık. Ancak, statükocu ve baskıcı güçler, devlet ile sistemleri birbirine karıştırdıkları, onları özdeşleştirdikleri için bir türlü esaslı değişiklikler, köklü reformlar yapılamıyor.
Türkiye’nin devlet, halk ve ülke olarak düze çıkması, ayakta kalabilmesi, yaşayabilmesi için mutlaka köklü ve radikal değişiklikler, islahat yapılması gerekiyor. Bugünkü statüko ile batmaya, bitmeye mahkumuz. Ancak statükocular Nuh diyor, Peygamber demiyor ve diretiyorlar.
Türkiye’de iki devlet var. Biri bizim bildiğimiz meşrû devlet, diğeri ise esrarlı, gizli, mahiyeti bilinmeyen bir “Derin devlet”. Bu derin devlet ve onu idare eden güçler kendilerini asıl devletin, milletin, millî iradenin, Millet Meclisi’nin, hukukun, demokrasinin, millî kimliğin üstünde görüyorlar. Onlara laf anlatmak da mümkün değil.
Demokrasinin temeli laikliktir diyorlar; laiklik olmazsa demokrasi de olmaz iddiasında ısrar ediyorlar. Peki, İngiltere’de laiklik yok, orada devlet başkanı aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin de başıdır ve İngiltere demokrasinin beşiğidir. Nasıl oluyor bu iş?
Derin devletçiler, statükocular üniversiteli kızların başörtülerini cumhuriyet ve laik sistem için büyük bir tehlike ve tehdit olarak görüyorlar. Halbuki ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, Fransa ve diğer bütün medenî ülkelerin üniversitelerinde başörtüsü serbesttir. Genç kızların başlarına örttükleri renkli bir örtü nasıl oluyor da bir rejim için tehdit ve tehlike oluşturabiliyor? Bu hususu kimse açıklayamıyor.
Dünyanın bütün medenî, demokrat, kalkınmış, hukukun üstünlüğü ilkesini temel kural olarak kabul etmiş ülkelerinde din-devlet kavgası yoktur. Oralarda din ile devlet barışıktır, uzlaşmıştır, ülkeye ve millete hizmet hususunda işbirliği yapmaktadır. Bizde de böyle olsun denilince statükocular kaşlarını çatıyor ve bir sürü mânasız lâf ediyor, tehditler savuruyor.
Dünyada birkaç çeşit cumhuriyet var:
-GERÇEK cumhuriyet: İsviçre, Fransa, Avusturya gibi. Bunlarda resmî ideoloji yok. Devletin üzerinde hukuk var. Hukukun üstünlüğü prensibi hâkim.
-İDEOLOJİK cumhuriyet: Kuzey Kore, Küba, Vietnam gibi. Bunlar Marksist ideolojiyi bir din gibi benimsemişlerdir. Her şeyin üzerinde resmî ideoloji vardır. O ideolojiyi de üst kadroları teşkil eden nomenklatura temsil etmektedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından ve dağılmasından sonra bu sistem artık tarihe karışmaktadır.
-MUZ ve ANANAS cumhuriyetleri: Afrika’da, Latin Amerika’da böyle cumhuriyetler vardır. Adları cumhuriyettir ama diktatörlük rejimleridir bunlar. Uyuşturucu çeteleri, kara paralar, insan hakları ihlalleri, soygunlar, yolsuzluklar, kan, gözyaşı, zulüm, esaret…
Cumhuriyet rejiminin temel prensibi erdemdir. Erdemli olmayan bir rejimin resmî adı cumhuriyet olsa da, o kesinlikle gerçek bir cumhuriyet değildir.
Türkiye’yi ülke, halk ve devlet olarak seven, onun gelişmesini, güçlenmesini isteyen her vatandaş devlet ile sistemin ayrı ayrı mütalaa edilmesini, devletin korunmasını, bozuklukların düzeltilmesini istiyor. Devlet düşmanları ancak anarşistlerdir. Hiçbir aklı başında Müslüman devlet yıkıcılığı yapmaz. Azıcık âmme hukuku bilen her aydın devletin ayrı, sistemin veya düzenin ayrı şeyler olduğunu bilir.
Ben şahsen, Türkiye’yi seven bir okur-yazar olarak devletin korunması taraftarıyım. Ancak bozuk düzen, çürümüş sistem değişmelidir. Ülkeme gerçek demokrasinin, adaletin, insan haklarının, hukukun, millî kimlik ve kültürün hâkim olmasını istiyorum. Demokrasiye ve insan haklarına aykırı olan bütün yasakların, baskıların, tabuların, zorlamaların kalkmasını istiyorum. Mensubu bulunmakla iftihar ettiğim İslâm dini ile savaşılmamasını, din ile devletin barışık ve uzlaşık olmasını istiyorum. Bunlar iyi, doğru, güzel şeyler değil midir? 22 Nisan 2001 Pazar