Devlete ve Kurumlara Sızmak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 11 Aralık 2018
Devlet, belediyeler, kurumlar içi boş kaplar gibidir. Aristo tabiat boşluktan hoşlanmaz demiş; boş kaplar şu veya bu şekilde dolar, doldurulur.
Sultan Abdülhamid tahttan indirildikten sonra kadroları
doldurmuştu.
1923’te kurulan ilk cumhuriyet dıştan bir İslâm cumhuriyetiydi. Aradan bir sene geçmeden Halife yurtdışına gönderilmiş ve kadroları Selanikiler,
doldurmuştu.
Vesayet rejiminde, çoğunluktaki Sünnî Müslümanların kadrolaşmasına sızma denirdi.
kadrolaşınca sızma olmuyor, çoğunluğa mensup olanlar kadrolaşınca sızma oluyor…
Egemen azınlıklar Türkiyeyi bir sömürge gibi idare etmiştir. Kripto Yahudiler, Sabataycılar bir Yahudi Cumhuriyeti kurmak istemiştir.
Egemen azınlıkların diktatoryası, vesayet rejimi zayıfladı, ülkeye çoğulculuk ve yüzde yüz olmasa bile demokrasi geldi, Müslümanlar da kadrolaşmaya başladı. Egemenler feryat ediyor:
Sünnî Müslümanlar kadrolaşırken bazı yanlışlıklar yapılıyor mu? Maalesef yapılıyor.
Sünnî Müslümanlar bu yanlışa niçin düştüler?.. Çünkü, başında
bir İmam-ı Kebir bulunan tek bir Ümmet değildirler,
Müslümanlar elbette kadrolaşacaktır ama İslam ahlâkına ve bilgiliğine uygun şekilde. Kadrolaşırken emanetler yani memuriyetler, başkanlıklar, işler, vazifeler, makamlar, mevkiler, hizmetler ehil olanlara verilerek.
Kadrolaşma esnasında
, gayri meşru servetler ve gelirler kazanılmayacak, İslamın
dürüstlük prensibine bağlı kalınacak…
Ehil ve layık olmayan cemaat veya franksiyon mensuplarını işlerin başına geçirmek hem İslama, hem de Türkiyeye hıyanet olur. Maalesef yakın tarihte, bir grup veya hizip, yandaşlarını kadrolaştırmak için imtihanlara hile karıştırmıştır. Önemli bir kurumda kadrolaşan başka bir grubun, ashab-ı mesalihten
din, kanun ve ahlak dışı rüşvetler, yardımlar, bağışlar aldığı söyleniyor.
İslamda kadrolaşmak vardır ama emanete hıyanet ederek değil. Bir makam ve mevkie, bir memuriyete hangi Müslüman daha ehil ve layık ise o geçirilir. Kadrolaşmakta cemaatçilik, tarikatçilik, grupçuluk, hizip ve fırkacılık yapılmaz.
Âhir zamanın büyük fitne ve fesatlarından biri, emanetlerin ehil olmayanlara verilmesidir. Maalesef bazı Müslüman gruplar bunu yapmıştır, yapmaktadır. Emanet verilirken
Diyelim ki, bir emanet için beş aday var.
Hangisine verilecek emanet?..
Bazı mutassıp dinî grupların orduyu, emniyeti, temel kurumları ele geçirmek istediklerini biliyorum. Bundan bir iki sene önce, büyük bir devlet adamının bir saray darbesiyle sukutuna bile teşebbüs edilmişti.
İslamın beş temel şartından başka da şartları vardır. Bazılarını sayıyorum:
Çoğunluktaki Sünnî Müslümanlar elbette kadrolaşacaktır ama İslamın emirlerine, ahlakına, düsturlarına uygun şekilde. Ehil olmayan cemaatçileri işe almak… İmtihanlarda hile yapmak… Böyle şeyler İslamın kitabında yoktur.
Emanetlere hıyanet günahından ve fesadından kurtulmak için bütün mü’minlerin tek bir Ümmet çatışı altında, tek bir İmam-ı Kebire biat ve itaat ederek birleşmeleri gerekir.
Rahatsızlığım dolayısıyla
‘in cenaze namazına gidemedim. Kendisi Kemalist idi ama Müslüman olduğunu da cesaretle söylerdi. Bu yüzden
Kendisinden bir de iyilik görmüşümdür. Anlatayım: 28 Şubat terör havası içinde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün tertiplediği bir açık oturuma davet edilmiştim. Davet eden şu meşhur
. Yardımcısı
telefon açmış,
diye sormuş, ben de
demiştim. Konu:
Belli gün ve saatte konferansın verileceği Fen Fakültesi’ndeki salona gittim, biraz sonra etrafında avenesi olduğu halde Alemdaroğlu geldi. Herkesin elini sıktı, benim elimi sıkmadı…
Neyse uzun masaya geçtik… Diğer konuşmacılar
Bendeniz konuşurken Alemdaroğlu ve avenesi yersiz ve lüzumsuz çıkışlar yapmaya, laf atmaya başladılar. Onlara
meâlinde bir laf söyledim.
Ertesi gün Hürriyet Gazetesi’nde
başlıklı bir haber yayınlandı… Birkaç gün sonra da savcılıktan,
bildirildi.
Devir 28 Şubat devri… Vesayetçi rejim göz açtırmıyor… İster misiniz Atatürk’e hakaret etti diye beni yargılayıp içeri atsınlar.
Toktamış Hoca’yı Kapalıçarşı’da bir lokantada gördüm, durumu anlattım,
dedi.
Ahmet Taner Kışlalı Ankara’daymış, ona telefon ettim, o da Atatürk’e hakaret iddiasının iftira olduğunu, lehimde şehadet edeceğini söyledi.
Asaf Savaş Akat Bey telefonla kendisine müracaat ettiğimde
dedi.
Dosyanın verildiği savcı bey gerçek ve adil bir hukukçuymuş, konuşmaları teypten deşifre ettirip incelemiş, isnat edilen suçun işlenmediği kanaatine varmış ve
kararı vermişti.
Böylece
vesayetçi terörün tozu dumanı içinde paçamı kurtarabilmiştim.
Hakkımda doğru şahitlik yapan üç profesöre teşekkür ediyorum.
Toktamış Ateş birkaç gün önce vefat etti, kendisine,
dediği ve bunda direttiği için Cenab-ı Hakk’tan rahmet diliyorum.
Profesör T. Ateş Kemalist olmasına rağmen
gibi Müslüman bir yazarla işbirliği yapacak kadar toleranslı ve geniş ufuklu bir şahsiyetti.
Ailesine taziyetlerimi arz ederim. 30 Ocak 2013