Devleti ve Cumhuriyeti Korumak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Pazar
Devlete yapılacak büyük hizmet ve iyiliklerden birisi de, onunla siyasî rejim ve ideolojileri birbirinden ayırmaktır. Devlete yapılacak en büyük kötülük onu siyasî rejimlerle, ideolojilerle özdeşleştirmektir.
Bazı habîsler ve hâinler, “Devlet benim” diyen Ondördüncü Louis gibi düşünüyor ve hareket ediyor. Onların bu özdeşleştirmesi devlete leke sürüyor, müşkil duruma düşürüyor.
Eğer bu memlekette büyük hırsızlıklar, soygunlar, talanlar, vurgunlar, hortumlamalar, haramilikler oluyorsa, bunun sorumlusu ve suçlusu devlet değil, birtakım kötü adamlar, kötü zümreler, kötü ideolojiler, kötü sistemlerdir.
Siyaset ve hukuk kültürüne sahip olmayan halk kitleleri ve teknokrat kafalı adamlar devlet ile düzen veya sistem arasındaki farkı anlayamıyorlar ve devleti yıpratacak, devletin temellerini sarsacak fikir ve görüşler ileri sürüyor, hareketler yapıyor. Bu da iç ve dış düşmanlarımızın ekmeklerine yağ sürüyor.
Devlete karşı olan ideolojilerin en azılısı ve aşırısı anarşizmdir. Anarşistlerin parolası “Ne Tanrı, ne devlet” sloganıdır. Maalesef 70’li yıllarda birtakım radikal, fundamentalist, entegrist Müslüman gençler ve aydınlar açıkça devlet düşmanlığı yapmışlardır. “Batsın bu devlet!” Böyle diyorlardı. Peki devlet batınca ne olacak? Yerine ne gelecek?
Devlet herkese lâzımdır. Sağcıya da solcuya da; dinciye de dinsize de.
Bu memleketteki kötülükleri yok etmek; hukuk, gerçek demokrasi, adalet, insan hakları, millî kimlik ve kişilik, tarihî devamlılık temelleri üzerine kurulmuş; din, ırz mal, can güvenliğini sağlayan bir ortamda yaşamak istiyorsak devletimizi birtakım ideolojilerin tasallutundan kurtarmamız için çalışmamız gerekir.
Devlet yıkılırsa hepimiz onun enkazı altında cümbür cemaat kalır, perişan oluruz.
Bazı şahıs ve zümreler cumhuriyeti de tekellerine almak istiyor; kendi bozuk sistem ve ideolojileriyle cumhuriyeti özdeşleştiriyor. Cumhuriyetin temel ilkesi fazilettir. Cumhuriyet adalet rejimidir. Cumhuriyet için en büyük felâket birtakım rezil, alçak, hırsız, soyguncu, talancı, hortumcu, vatan haini adamların onu tekellerine almak istemeleridir. Devlet gibi, cumhuriyeti de korumamız; egemen azınlıkların onu özdeşleştirme, tekelleştirme ve kullanmalarına mâni olmamız gerekir.
Bizim devletimiz ve cumhuriyetimiz ülkenin ve halkın hâkim dini olan İslâm ile savaşmaz. Dindarlık, devletimiz ve cumhuriyetimiz için asla bir tehdit ve tehlike teşkil etmez.
Türkiye’de İslâm’la, Müslümanlarla savaşan, zıtlaşan devlet ve cumhuriyet değil, birtakım gizli, esrarlı, güçlü şahıslar, zümreler ve azınlıklardır.
Bunların başında bazı militan, fanatik, faşist iki kimlikliler gelir. Profesör Yalçın Küçük Tekelistan adlı kitabında bu konuda çok önemli ve ilginç ipuçları vermekte, açıklamalar yapmaktadır.
Kendilerine Tapınak Şövalyeleri adı verilen gizli, uluslararası, seçkinci bir teşkilât da devleti, cumhuriyeti ele geçirmek istemektedir. Tapınak Şövalyeleri hâlis Atatürkçü olduklarını iddia ediyor. Halbuki Atatürk onların gizli derneklerini 1935’te kapattırmıştı. Atatürkçülükleri samimî midir?
1923’te cumhuriyet ilân edildiği zaman ülkemizde çoğulcu, millî kimliğe saygılı ve bağlı bir siyasî rejim vardı. Anayasanın ikinci maddesinde “Devletin dini, din-i İslâm’dır” yazılıydı. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda, Ankara Millet Meclisi tarafından seçilmiş bir Halife oturuyordu. Sonra büyük değişiklikler oldu.
Hür, medenî, demokrat, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş, adaletle hükm edilen bütün ülkelerde en birinci değer ve ilke din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyetidir. Bu hürriyetin olmadığı bir yerde demokrasi ve hukuk kuru lâftan ibaret kalır.
Hür, demokrat, hukuklu, medenî ülkelerde vatandaşlar inanç, fikir ve görüşleri yüzünden mahkemelerde süründürülmez, zindanlarda çürütülmez.
Demokrasinin beşiği olan İngiltere’de Müslüman kız çocukları okul ve üniversitelere başörtüsü ile gidebilmektedir. Hatta orada ilkokul çocukları bile, eğer aileleri öyle istiyorsa okulda başlarını örtebilmektedir. “Bu çocuk niçin başını örtmüş?” diye sormak bile ayıptır, saygısızlıktır orada. Yine İngiltere’de, lise ve kolejlerde, sabahleyin derslere başlanmadan önce okulun kilisesinde ibadet ve âyin yapılır ve buna katılmak mecburîdir. Bu uygulama ile ilgili kanun 1944’te çıkartılmıştır.
Devletimiz ve cumhuriyetimiz asla dinsizlik propagandası yapmaz, halkın çocuklarının dinsiz olması için çalışmaz. Şayet böyle faaliyetler yapılıyorsa bunlar devletin ve cumhuriyetin işi değil, birtakım zararlı kişilerin işidir. Hiçbir militan dinsiz inançsızlığı ve dinsizliği dolayısıyla rahatsız edilmiyor, buna mukabil nice dindar vatandaş süründürülüyor. Böyle bir uygulama elbette eşitlik prensibine aykırıdır.
Ülkemizde eskiden dindarlara karşı Ceza Kanunu’nun 163’üncü maddesi kullanılırdı.
Tekrar ediyorum: Devlet ve cumhuriyet hepimizindir. Hiçbir egemen azınlık devleti ve cumhuriyeti tekeline almaya kalkmamalıdır. Devlet ve cumhuriyet üzerindeki tekeller kaldırılmalıdır.
Adalet mülkün temelidir deniliyor. Adalete baskı yapılmamalıdır. Adalet sistemi, tamamen bağımsız hale getirilmelidir.
Dindarlık, aşırı şekilde de olsa suç değildir. Asıl ayıp ve suç din ile, dindarlarla savaşmak, vatandaşlara inançları yüzünden baskı yapmaktır.
Siyasal İslâm suç değildir. Almanya’da, İtalya’da, Hıristiyan Demokrat Parti’leri olabildiği gibi, Türkiye’de pekâlâ İslâm Demokrat Partisi olabilir.
Militanca din düşmanlığı yapmak büyük bir ayıp ve suçtur. Din sömürüsü yapmak da suçtur ve ayıptır. Ancak din sömürüsü ile kanunla, mahkeme ile, hapse atmakla mücadele edilemez. Böyle bir ahlâksızlığı ve şerefsizliği dinî cemaatler kendi bünyeleri içinde yok etmek için çalışırlar. Din sömürüsünün en tesirli ilâcı din ve inanç hürriyetidir.
Ülkemizde rejimle, sistemle ilgili kötülüklerin, yanlışlıkların yüzde doksanı iki kimlikli, zâhiren Müslüman görünen, gerçekte ise başka bir dine ve kimliğe mensup bulunan egemen bir azınlıktır. Devleti, cumhuriyeti, milleti, ülkeyi onların tasallutlarından korumak gerekir. 11 Haziran 2001