Politikacıların, aydınların, idarecilerin, seçkinlerin, liderlerin önlerine bir sürü fırsat ve imkân çıktı, lâkin onlar bunlara önem vermediler, ele geçen nimetleri değerlendirmediler. Evet, son onbeş yıl içinde toplumsal barış, millî uzlaşma için çok imkânlar ve fırsatlar zuhur etti, fakat bunlar kullanılmadı.

Bu memleketi selâmete çıkartmak, tarihî ârızayı sona erdirmek, gerçek demokrasiyi tesis etmek, hukukun üstünlüğü sistemi üzerine dayalı bir rejim kurmak, temel ve evrensel insan haklarını garanti altına almak için insan iradesine dayalı yatay çözümler ve çareler aranmadı. Particileri, politikacıları, yüksek tabakayı gaflet ve hırs bürümüştür. Herkes ben ben ben diyordu, biz diyen yoktu. Nefs-i emmâreleri sanki kudurmuştu. İki değer vardı: Para ve benlik.

Memleketi selâmete çıkartmak, milleti kurtarmak, devleti ayakta tutmak için hiçbir şey yapılmadı. Kokuşma, emanete hıyanet, rüşvet, soygun devlet ve belediye bütçelerini hortumlama, partizanlık, popülizm, demagoji görülmemiş boyutlara ulaştı. Aydınlar ve halk kamplara, kutuplara ayrılmıştı. Özeleştiri yapan yoktu; her kesim, ötekilerini, başkalarını kabahatli görüyordu. Müşterek temel prensiplerde ve değerlerde birleşelim, uzlaşalım, anlaşalım diyen yok.

1999 yılının 17 Ağustosunda gece saat üçü iki geçerken ötelerden ilahî bir ihtar geldi. Bu da uyarmaya yetmedi. Lâikler “Bunun Allah’la, ilahî mücazatla bir ilgisi yoktur. Fizikî, jeolojik bir hadiseden ibarettir” deyip geçtiler. Dindar kesim ise, cezanın sadece dinsizlere geldiğini sandı. Kendilerini zemzemle yıkanmış gibi temiz ve mâsum görüyorlardı.

Aradan birkaç ay geçti, önceki yaralar kapanmadan yeni bir uyarı sarsıntısı oldu. Bu da gereken tesiri göstermedi. Dedikodu, fitne, fesat, nifak, şikak, tefrika, çekişme, yolsuzluk, hırsızlık, talan, soygun, vurgun, rezalet devam ediyordu.

Günah, isyan, tuğyan, küfür, şirk, fısk, fücur, azgınlık azalmıyor aksine çoğalıyordu. On milyonlarca Müslüman vatandaş bunca kötülüğe karşı üzerlerine borç olan emr-i mâruf ve nehy-i münker vazifesini yerine getirmiyordu. Sanki kalpler mühürlenmiş, kulaklar tıkanmış, gözler bağlanmıştı. Vicdanlar nasır tutmuş gibiydi. Felâkete uğrayan, yakınlarını kaybeden vatandaşların, yetimlerin, dulların, kimsesizlerin feryatları, ağlama ve inlemeleri, hıçkırıkları göklere yükselirken beride nice vicdansız keyfine bakıyor, şen şakrak yiyip içiyor, gel keyfim gel kekâh bir hayat sürüyordu. İsraf, gurur, kibir, nümayiş, aşırı tüketim, benlik ihtirasları olanca şiddetiyle hüküm sürüyordu.

Artık ip inceliyor, bir yerinden kopacaktır. Yüksek tabaka, imkânı olan zümreler madem ki, buhranı çözmek, millet ve memleketi selâmete çıkarmak için akıllarını kullanıp yatay çareler aramamışlardı, şimdi devreye dikey çözümler girecekti.

Dikey çözüm nedir? Tarihi okuyanlar bilirler ki, geçmiş asırlarda nice azgın, şaşkın, bozuk toplum helâk olmuştur. Su baskınları, tufanlar, yanardağ patlamaları, zelzeleler, açlık ve kıtlıklar, salgın hastalıklar, dehşetli harpler darpler, kıtaller, iğtişaşlar, ihtilâller ve daha neler neler. Bir zamanlar ucu bucağı belli olmayan o muazzam Roma İmparatorluğu ne oldu? Yerinde yeller esiyor. Sovyetler Birliği nasıl çöktü ansızın.

İnsanlar kendi iradeleriyle, cehidleriyle, azimleriyle kötülükleri gidermek için gayret göstermezlerse dikey çözümlere hazır olsunlar. Bunca uyarıdan, ihtardan sonra artık önümüzde çok az vakit kalmıştır. Küçük hesaplar bırakılmalı, dedikodularla uğraşmak terkedilmeli ve ne kadar aklı başında, vicdanlı aydın, seçkin ve idareci varsa bir araya gelip müştereken çare ve çözüm bulmalıdır.

Özellikle Müslümanlara, dindar vatandaşlara hitap ediyorum. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmadıkça kendinizi kurtaramazsınız. Mâruf ve iyi olan şeyleri emir ve teşvik etmek; kötü, çirkin, münker şeyleri engellemek için çalışmak imkânı olan her Müslüman için kaçınılmaz bir vazifedir. Bu fariza fiilen, söz ve yazı ile, kalben yapılır. Kalben yapılan nehy-i münker imanın asgarisidir.

Müslümanlardan trilyonlar, katrilyonlar toplayan, kütleler halinde dindarları peşlerinden koşturan din kodamanları, baronları, babaları maalesef emr-i mâruf ve nehy-i münker hususunda son derece gayretsiz ve himmetsizdir.

Ben şiddete başvurulsun, fitne ve fesada yol açacak aşırılıklar yapılsın demiyorum. Lâkin yasal sınırlar içinde, en güzel ve uygun şekilde, hikmetin gösterdiği yolda mutlaka emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmalıdır diyorum.

Dikey çözüm gelip çatmadan, üzerimize azap inmeden emr-i mâruf ve nehy-i münker farizasını hakkıyla eda etmeliyiz. Müslümanlardan büyük miktarda para toplayan baronlar Türkçe, İngilizce,Arapça, Almanca, Fransızca broşürler, kitaplar çıkartarak bu hizmeti görebilir. Ülkemizde henüz basın ve fikir hürriyeti (yüzde yüz olmasa da) mevcuttur. Bu hürriyetten yararlanmak gerekir. Din hizmetleri, islâmî faaliyetler için toplanan milyonlarca doların bir kısmı bu gibi işler için harcanmalıdır.

Saray gibi evlerde, köşklerde, villa ve yalılarda ikamet eden, son derece lüks ve pahalı limuzin arabalarla gezip tozan; en lüks, en pahalı, en gösterişli dekorlar içinde yaşayan, en nadide yemekler yiyen, gurur ve kibir sarhoşluğu içinde bulunan, küçük dağları ben yarattım diyen baronlar niçin emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmıyor?

Müslümanlar!.. Uyanınız!..

Dine ve ibadete sarılınız. Ümmet birliğini bozacak, din kardeşliğini sarsacak aşırılıklardan, cemaat ve hizip taassuplarından kurtulunuz. Beş vakit namaza, oruca, zikre devam ediniz. Zekât ve sadakalarınızla belâları defetmeye çalışınız. Münafıkları, bid’atçileri, din sömürcülerini desteklemeyiniz. Cemaat, hizip, fırka, mezheb, meşreb gibi çeşitlilikleri, altkimlikleri din ile özdeşleştirmeyiniz.

Vakit az kalmıştır. Uyanınız, uyanınız, uyanınız…