Pazar

Bu yazının muhatabları sünnî Müslümanlardır. Başka fırkalara mensup Müslümanların okumamalarını tavsiye ederim. Okudukları takdirde üzerlerine alınmasınlar. Zaten, onları üzecek bir husus da yazmamış bulunuyorum.

(1) Dinî konularda tartışmayınız, çekişmeyiniz, fitne ve fesada yol açacak münakaşalara girmeyiniz.

(2) Bunun için de hem itikadda ve hem amelde sımsıkı bir şekilde ehl-i sünnet mezhebine bağlı olunuz. Ehl-i sünnetin itikadda iki şubesi vardır. Birisi Eş’arîlik, diğeri Mâtüridîliktir. Peygamber zamanında bunlar yoktu. Daha sonra din ve inanç konusunda tefrika, fitne, fesat, çekişme başladığı için büyük din âlimleri tartışılan konulara açıklık getirmişler ve mezhebler ortaya çıkmıştır. Amel (iş, hareket, tatbikat) hususunda dört hak mezheb vardır: Hanefîlik, Malikîlik, Şâfiîlik, Hanbelîlik. Bunların dördü de doğrudur. Aralarındaki farklılıklar usûle (esasa, temele) ait değildir, teferruata âittir. Bu çeşitlilik geniş bir rahmettir.

(3) Bir Müslüman, kendi kafasıyla Kur’ân’dan, Sünnet’ten hüküm çıkarıp da İslâm’ı doğrudan doğruya hayatına uygulayamaz. Bir mezhebe bağlanması gerekir. Aksi takdirde sapıtabilir.

(4) Şam Üniversitesi profesörlerinden büyük sünnî âlim Dr. Said Ramazan el-Bûtî “İslâm Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’at mezhepsizliktir” adıyla bir kitap yazmıştır. Bu eser Türkçeye tercüme edilmiştir. Arzu edenler, aydınlanmak için okuyabilir. (Bedir Yayınevi, 0212/519 36 18)

(5) Zamanımızın Gazalî’si büyük ehl-i sünnet âlimi Muhammed Zâhid el-Kevserî (Düzcelidir. Millî mücadeleden sonra Mısır’a yerleşmiştir.) “Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür” başlıklı önemli bir makale kaleme almıştır. Makalenin başlığı bile Müslümanları uyarmaya, ürpertmeye yeterlidir.

(6) Telfik-i mezâhib yâni dört hak mezhebin hükümlerini karışık şekilde uygulamak, hayata tatbik etmek hususunda fetva ve ruhsat verilmemiştir. Böyle bir şey İslâm Şeriatı’nı oyuncak etmek mânasına gelir. Mezheblerin zorlukları birleştirilebilir ama kolaylıkları asla birleştirilemez.

(7) Dinimizin dört temel kaynağı vardır. Birinci ve ana kaynak Kur’ân’dır. İkinci kaynak, bize Kur’ân’ı Allah katından getiren Peygamberimizin Sünnetidir. Sünnet Kur’ân’ın yorumudur. Üçüncü kaynak icmâ-i ümmet, dördüncüsü kıyas-ı fukahadır. “İslâm’ın tek kaynağı Kur’ân’dır. Onun da yorumunu ben yaparım” diyen kişiler zındıktır. Bunlara asla ve asla itibar edilmemelidir.

(8) Mezheplerin kalkmasını isteyenler ve açık veya sinsi şekilde mezhep düşmanlığı yapanlar yanlış yoldadır. Bunlar önce sünnî mezhepleri yıkmak, sonra onların yerine kendi fırkalarını getirmek istiyorlar.

(9) Cemâlüddin Afganî Sünnî Müslümanlara önder, rehber, kılavuz, kurtuluş reçetecisi olamaz. Bu zat Farmasondur, şiî olduğu halde kendini sünnî gibi tanıtarak Müslümanları aldatmıştır. Daha bir sürü bozuk tarafı vardır. Bunca ehl-i sünnet büyüğü âlim, şeyh, mürşid, rehber, âdil emîr ve imam varken bu zatın peşinden gitmek akıl kârı olmaz. Yine onun talebesi Abduh; Abduh’un talebesi Reşid Rıza da muteber adamlar değildir.

(10) İbn Teymiye, ilmi kadar aklı ve firaseti olmayan bir âlimdir. Çok aşırı gitmiştir. Muhyiddin Arabî için “O Şeyh-i Ekber değil, şeyh-i ekferdir” (En kâfir şeyh) diyecek kadar ölçüsüzce, taassupla hareket etmiştir. Müteşabih âyet ve hadîsleri zâhirî ve lügavî mânalarına alarak yanlış aşırı yorumlar yapmıştır. İbn Teymiye Selefîlerin, Vehhabîlerin imamıdır. Sünnîler bu zatın da peşinden gidemez.

(11) Muhammed ümmeti “Orta bir ümmettir”. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı mutedildir, aşırılıklardan uzaktır. Müslümanların Haricîlik, Bâtınilîk gibi aşırılıklardan uzak durması gerekir.

(12) Dinimizin bir tasavvuf, mistisizm boyutu vardır. Şeriata aykırı olmamak şartıyla tasavvufî tarikatlar haktır, faydalıdır. Bunlar için gereken ruhsatlar, fetvalar verilmiştir. Bazı aşırı fırkalar tasavvufu ve tarikatları küfürle suçlamakta, tarikat velileri ve uluları için “Onlar Şeytan velileridir” demektedir. Mü’minleri tekfir edenler kâfir olurlar. Sünnî bir Müslümanın tasavvuf ve tarikat tarafı olmasa bile, bu boyuta sahip olan din kardeşlerini dışlamaması, onlar hakkında su-i zan etmemesi gerekir. Tarihte olduğu gibi bugün de, İslâm dinine ve şeriatına en büyük hizmeti sûfiler, tarikatlı Müslümanlara yapmaktadır.

(13) Suç işleyen, bozuk işler yapan bir Müslümanı bahane ederek İslâm dini suçlanamayacağı gibi: bazı bozuk tarikatlar, bozuk müteşeyyihler, bozuk bağlılar yüzünden de tasavvuf, tarikat, şeyhler, mürşidler kötülenemez.

(14) Hiçbir mezhep, tarikat, cemaat, hizip, fırka, zümre, gurup, klik kendisini Yüce İslâm dini ile özdeşleştiremez. “Biz din için çalışıyoruz. Her Müslüman bizi desteklemeye mecburdur. Desteklemeyen kâfir, müşrik, münâfık olur…” gibi iddialar ve yıldırmalar yersizdir, yakışıksızdır.

(15) En büyük din âlimi, mutlak müctehid, büyük fakih, kutub, gavs, mürşid-i kâmil mevrid-i nasta ictihad ve değişiklik yapamaz. Yapmaya kalkışan sapıtmış olur.

(16) Şeriat, İslâm dininin uygulamaya ait hükümlerinin tamamına verilen isimdir. Şeriat İslâm demektir. “Ben Müslümanım ama şeriata karşıyım…” demek beyinsizce bir sözdür, söyleyeni dinden çıkartır.

(17) Hakikî din âlimi olabilmek için usulü dairesinde din ilimlerini öğrenip tahsil etmiş, imtihan vermiş ve icazet alınmış olmak gerekir. İcazeti olmayan din âlimi değildir. Yine şeyh, mürşid olmak için de icazet gerekir.

(18) İslâm dininde kesinlikle reform yapılamaz.

(19) “Peygamber bir postacı idi, öldükten sonra işi bitmiştir…” gibi sözler hezeyandır. Peygamber gelmiş geçmiş, gelecek bütün insanların en büyüğüdür. O, biz Müslümanlar için en güzel bir örnek ve modeldir. Kıyamet kopuncaya kadar rehberimizdir. Onu kendi canımızdan, ana babamızdan, çoluk çocuğumuzdan daha fazla sevmedikçe hakkıyla mü’min ve Müslüman olamayız. Peygamberi, Sünnetini, rehberliğini dışlamak isteyenler zındıktır.

(20) En iğrenç, en alçakça, en rezil, en haram, en kötü ticaret din ticaretidir. Müslümanlar din ve mukaddesat bezirgânlığından ve bezirgânlarından uzak durmalıdır. Din bezirgânlarımız, mukaddesat sömürücülerine yardım edenler, onları alkışlayanlar, onlara bende olanlar kendi dinlerini kendi elleriyle yıkmaya kalkan beyinsiz ve vicdansız mahluklardır.

(21) Ehl-i sünnet mezhebinde zekatların kimlere verileceği beyan olunmuştur. Zekatlar hükmî şahıslara (tüzel kişilere) verilemez. Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Hava Kurumu, dinî cemaatler, tarikatler, hizipler, fırkalar zekat alamaz. Bunlara zekat verenlerin zekat borcu ortadan kalkmaz, tekrar zekat almaya ehil olanlara vermeleri gerekir. Zekat almaya en layık olanlar fakir, muhtaç, sıkıntıda olan, miskin Müslümanlardır. Öncelikle onlara verilmelidir.

(22) Müslüman, ahlâkı güzel olan insandır. Müslüman yalan söylemez, emanete hıyanet etmez, vaadinden dönmez. Müslüman o kimsedir ki, insanlar onun elinden ve dilinden emniyette olurlar. Bütün Müslümanlar, dinî ahlak kitapları okuyarak ahlâklarını düzeltmek zorundadır. Bu konuda İhyau Ulûmi’d-Din kitabını tavsiye ederim.

(23) Kadınların tesettürü dinimizin kesin bir emridir, farzdır. Kur’ân’la, Sünnetle, icma-i ümmetle sâbittir. Bu farzı inkâr eden dinden çıkar, inkâr etmeksizin terkeden kebâir işlemiş olur.

(24) Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzdır. Bir Müslüman toplum bu farzı terk ederse üzerine ilahî gazap ve azap gelir.

(25) Peygamberimiz “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz” buyurmuşlardır. Daha iyi bir idareye kavuşmak için Müslümanların öncelikle kendilerini islah etmeleri, iyileştirmeleri gerekir.

(26) Ümmet içinde çeşitlilik olabilir ama asla tefrika, fitne, fesat, münazaa olmamalıdır. Bütün Müslümanların ümmet şuuruna sahip olmaları gerekir. Mezhep, meşreb, tarikat, cemaat asabiyeti zararlıdır. Bir Müslüman mezhebli olur, fakat mezhebçi olamaz; tarikatli olabilir, fakat tarikatçi olamaz. 07 Mayıs 2001