Din Baçı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Cuma
Müslümanlar zekatlarını, fitrelerini versinler. Bunların dışında bol bol sadaka dağıtsınlar, hayır hasenat yapsınlar. Fakirleri, dulları, yetimleri, hastaları, güçsüzleri korumak için var güçleriyle çalışsınlar. İnsanlardan başka hayvanlara da iyilik etsinler. Hayvan barınakları, hayvan hastahaneleri, hayvanları koruma dernekleri kursunlar.
Bu işleri yapmak için dernekler, vakıflar kursunlar. Herkesi hayran bırakacak, gıbta ettirecek mükemmel işler yapsınlar.
Lakin, din adına doğrudan doğruya para toplanmasın.
Zamanımızda, tarihte benzeri görülmemiş bir şekilde, tarzda, yoğunlukta
toplanmaktadır.
Bu paralar niçin toplanıyor? Dini yüceltmek, Müslümanları kalkındırmak, hürleştirmek, selamete çıkartmak için değil mi? Peki, bu gayelere ulaşılabilinmiş midir?
Maalesef, İslâm dâvası dıştan ağır darbeler yemiş, içten hıyanetlere uğramış, Müslümanlar perişan olmuştur. Demek ki, islâmî kalkınma parayla olmuyormuş.
Bizim önderimiz Resulullah efendimizdir.
Vefat ettiğinde zırhı, birkaç ölçek buğday (başka bir rivayette arpa) mukabilinde Medineli bir Yahudi’de rehin bulunuyordu. Peygamber’in (Salat ve selam olsun ona) evine yiyecek alacak parası, serveti yoktu. Zırhını rehin verip biraz hububat temin etmişti.
Peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olan Ebû Bekr es-Sıddık hazretleri de, İslâm dini için bütün servetini vermişti. Resûlullah efendimiz ona, “Ailen için ne bıraktın?” diye sorduğunda “Allah ve Resûlü onlara yeter” cevabını vermişti.
Şimdi zamanımızda çok zengin, çok mallı, kapitalist mi kapitalist İslâm büyükleri ve önderleri görülüyor. Daireler, villalar, apartmanlar, hanlar, araziler, arsalar, yazlıklar; tapular, tapular, tapular. Altınlar, dolarlar, marklar, İsviçre Frankları… Hisse senetleri, şirketler, holdingler… Trilyonlar… Saray gibi ev döşemeleri, lüks limuzinler… Gardroplar dolusu en pahalısından, son moda elbiseler, gömlekler, roblar, paltolar, ayakkabılar… Eski çağlarda ne Nemrud, ne Firavun, ne de Neron böyle lüks, şatafat, debdebe, israf, gösteriş içinde yaşamıştı.
Böyle adamlar Peygamber’in dinine nasıl hizmet edebilir?
Evet, islâmî hizmet ve faaliyetlerden para toplamayı kaldırmak gerekir.
Peki, islâmî medya organları, islâmî özel okullar, islâmî müesseseler nasıl kurulacaktır; hizmetler nasıl yürütülecektir?
Bunlar din adına dindarlardan teberru (bağış), mukaddesat vergisi toplayarak değil, normal yollarla zengin olmuş Müslüman müteşebbisler tarafından ticarî esaslar üzerine bina edilerek tesis edilmelidir. Sağlam müesseseler ancak böyle kurulur. Din baronlarının topladığı yardım paraları ile işler yürümez. Taşıma suyla değirmen ilânihâye dönmez.
İslâm tarihinde din, mâneviyat, irşad hizmetleri parasız yürütülmüştür. Âmil âlimler, kâmil mürşidler, muhlis hizmetkârlar para toplamadan hizmet etmişlerdir. Yakın tarihte Bediüzzaman hazretleri Müslümanlardan bir kuruş toplamadan muazzam bir fütühata nail olmuştur. Şeyh Mehmed Zahid efendi, Şeyh Adanalı Sami efendi, dersiâm Hüsrev efendi, İstanbul müftüsü ve daha sonra Diyanet reisi olan âlim ve fazıl Ömer Nasuhi Bilmen efendi, üstad muallim Mahir İz beyefendi ve daha nice büyük zat para toplamadan, para kabul etmeden büyük hizmetler etmişlerdir.
Din hizmetleri ile para bir arada olmaz. Paranın girdiği yerde kirlenme olur. Para ihlası kaçırır. Para ile yapılan hizmetler bereketsiz olur.
Dini imanı para olan heriflerden bu dine, bu Ümmet’e hayır gelmez. Onların bastıkları yerde ot bitmez.
Yanlış anlaşılmasın. Müslümanlar elbette ticaret, iktisat, sanayi işleriyle uğraşacak, onların bir kısmı meşru yollardan zengin olacaktır. Müslümanlar büyük şirketler, holdingler, fabrikalar kurmalıdır. Memleketin iktisadiyatına hâkim olmalıdır. Müslüman zenginler servetleriyle mâlî ibadetler etmeli, sadakalar vermeli, sosyal adalet için çalışmalıdır.
Benim itiraz ettiğim bunlar değildir. Dinimizde yeri olmayan para toplamalardır. Saf ve samimî Müslümanların kaz gibi yolunmaları, inek gibi sağılmalarıdır. Birtakım açıkgöz baronların bu yolla trilyonlar, katrilyonlar sahibi olmasıdır.
Müslümanlar güçlü gazeteler, dergiler, yayınevleri, televizyonlar, okullar, üniversiteler, hastahaneler kursunlar. Bunlar baronluk ve din baçı toplamak suretiyle değil, daha ciddî, daha sağlam, daha hikmetli bir şekilde kurulsun ve işletilsin. İslâm’a ve Müslümanlara hizmet için kurulan bir müessesenin başına baron bendesi ehliyetsiz adam değil, ehliyetli adam geçirilsin. Müslümanlardan toplanan trilyonlar, katrilyonlar birkaç baronun ihtirasları ve kaprisleri uğrunda ziyan ve israf edilmesin. İşler, hizmetler başarı ile yürüsün, Müslümanların yüzleri gülsün, ülkeye selâmet ve barış gelsin.
Sıkı durun, Türkiye’nin en büyük iş sektörlerini sıralıyorum: Bir: Uyuşturucu ticareti. Bunu PKK, PKK karşıtları ve başkaları yapıyor, bu sektörde milyarlarca dolar dönüyor. Bundan fazla yazamam, çünkü fazla yazanı öldürürler. Uğur Mumcu gibi. İki: Silah kaçakçılığı. Bu da çok netameli konudur, fazla yazılmaz. Üç: Din sömürüsü ve din rantı sektörü, bu sahada da milyarlarca dolar dönüyor. Dört: Devlet bütçesini talan etme sektörü. Beş: Bazı faziletsiz ve şerefsizlerin mahallî idareler sahasında yaptıkları hırsızlıklar, talanlar, hortumlamalar. Bunlar da yekûn itibarıyla katrilyonlarca liralık bir “iş”tir. Altı: Kadın ticareti, fuhuş sektörü. Bu işlerin de hacmi milyarlarca dolardır. Yedi: Faiz ve tefecilik. Bu da çok büyük bir sektördür. Sekiz: Laiklik ve çağdaşlık sömürüsü. Milyarlarca dolarlık servetlere, büyük holdinglere, yetmiş seksen şirkete sahip medya baronlarının laiklik elden gidiyor, irtica geliyor yaygaraları garazsız ivazsız ve samimî değildir. Efsane çapında büyük menfaatler devşirmektedirler. Kavga laiklik ve Şeriatçılık kavgası değil, rant kavgasıdır.
Daha fazla yazmayacağım. Anlayana bu kadar yeter. Anlamayana yüz sayfalık rapor versek yine faydası olmaz. 22 Mayıs 1999