Din Büyüğü Cemaat Büyüğü
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Cuma
Çeşit çeşit din büyüğü vardır. Bunlardan iki sınıfı sayayım: BİRİNCİSİ: Gerçek İslâm büyükleridir. Din âlimi olabilir, tarikat şeyhi olabilir, fikir ve aksiyon adamı olabilir, diliyle ve kalemiyle cihad yapan olabilir…Hangi mezheb, meşreb, tarikat mensubu olurlarsa olsunlar Müslümanların geneli bunları sever, sayar, onlara hayır dua eder, benimser.
Din büyüğü değil
olanlar. Bunlar kendi bağlıları tarafından çok sevilen, çok tutulan, bazısı göklere çıkartılan kişilerdir. Cemaat dışında kotaları yüksek değildir. Bu adamların reklâma büyük ihtiyaçları vardır. Bağlılardan, taraftarlardan ve halktan toplanan “dinî hizmet paralarının” bir kısmı ile bunların reklâmı yapılır.
Merhum
hazretleri gerçek bir din büyüğü idi. Dünyayı sevmez, dünya zenginliklerinden, nefsi okşayacak şeylerden hoşlanmazdı. Genellikle herkes de onu sever ve sayardı.
Bazıları zamanımızda Bediüzzaman hazretlerini bir cemaat büyüğü,
gibi göstermek istiyorsa da o mübarek zat da bir
Dünyayı, nefs-i emmâresini, parayı, şöhreti ayakları altına almıştı. Aklı fikri, işi gücü imana, İslâm’a, Kur’ân’a, Şeriata, Sünnete, Ümmete hizmet etmekti. Onun en büyük özelliği paradan uzak durması, o büyük fütuhatı (biiznillah) parasız yapmış olmasıdır. Zaten dinî ve imanî hizmetlerin içine para karıştı mı şeytan da karışır, ihlâs elden gider.
Mehmed ZâhidEfendi, Bediüzzaman gibi başkaları da vardı. Sultanahmed Camii imamı ve hatibi
gerçek bir İslâm büyüğü idi. O’nu herkes sayardı, O’na herkes hürmet ederdi. Kendisine getirilen hayır ve hasenat paralarını o günün yatsı namazına kadar sahiplerine, hakkedenlere ulaştırırdı.
Merhum muallim
gerçek bir İslâm büyüğü idi. Onun para ile muamelesini anlatmak için şunu söylemem yeter: Her ay maaşını aldığı vakit, bunun kırkta birini tasadduk ederdi. Halbuki bu paradan zekat vermesi gerekmezdi. O sâlih ve muttaki bir Müslüman olduğu için böyle yapardı. Garik-i rahmet olsun!
Kişi bir tarikatin, bir cemaatin başında olarak da İslâm büyüğü olabilir. Lâkin bunun için bazı şartlar vardır:
(1) Din, iman, Kur’ân, mukaddesat adına para toplamayacak. Bir din büyüğü her hâl ü kârda bir ticarethane veya holding sahibi gibi hareket edemez.
(2) Benlik sahibi olmayacak. Din büyüğü, nefs-i emmaresi ile cihad yapar, ona galib gelir, onu sıkıca bağlar, frenler.
(3) Din büyüğü şöhret delisi değildir. Şöhreti âfet bilir, ona kesinlikle talib olmaz. Müslümanlardan toplanan paralarla kendi reklâmını yaptıran, kendi nefs-i emmâresini tatmin eden kimse nasıl büyük olabilir?
Din büyüğü nefsine dönük olmaz. O hizmete, dâvete, tebliğe, islaha, müjdelemeye, uyarmaya dönüktür.
Gerçek din büyüğü, doğru da olsa övgülerden hoşlanmaz. Doğru olan tenkitlere açıktır, onlara kızmaz köpürmez. Yanlış ve haksız tenkitleri de sabır ve tahammülle karşılar.
Din büyüğü olmayıp da cemaat büyüğü olanlar hizmet eder, hizmet üretir gibi görünseler de gerçekte hezimet üretirler.
Kur’ân’a ve Sünnete aykırı olan her şey hederdir.
Gerçek bir din büyüğü asla ve asla ictihada yeltenmez. Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan gider, o dairenin içinde bulunur.
Gerçek din büyüğünde İslâm’ın usûlüne (asıllarına temellerine) aykırı hiçbir taraf yoktur. Dini bir bütün olarak kabul eder, bir bütün olarak elde tutar ve korur.
Gerçek din büyüğü ben ben ben demez. Biz der.
Bu yazımda fitne ve fesat çıkmaması için yaşayan din büyüklerinden ve cemaat büyüklerinden bahs etmedim.
Müslümanlar kurtulmak istiyorlarsa din büyüklerinin eteklerine sarılsınlar. Din büyüğü olmayıp da
büyüğü olanlardan yüz çevirsinler.
Bundan yıllarca önce Beyazıt Beyazsaray Sahhaflar Çarşısı’nda İsmail Özdoğan bey dostumuzun Enderun Kitabevi’nde birkaç kişi oturmuş sohbet ediyorduk. Orada bir de İskoçyalı türkolog bulunuyordu. Lâf lâfı açmış, söz bir ara İngiltere’nin ileride üç ayrı devlete bölüneceği konusuna gelmişti. “İskoçya bağımsız bir devlet olacak…” dediğimde türkolog can u gönülden “Âmin…” demişti.
Le Courrier International’da okudum, şu sıralarda İskoçya’nın bağımsızlığı İngiltere’de çok konuşulan bir konuymuş. İngiltere-İskoçya birliği 1707’de ilan edilmiş, demek ki, aradan üçyüz sene geçtikten sonra ayrılacaklar.
Büyük Britanya adasının batı kısmındaki Galler bölgesinin de ayrılıp bağımsız bir devlet olması isteniyor.
Benim çocukluğumda İngiltere İmparatorluğu, üzerinde güneşin batmadığı bir imperiumdu. 50-60 yılda tasfiye oldu.
İngiltere ile İskoçya kavgasız gürültüsüz barış içinde ayrılırlar. Coğrafî bakımdan olmasa bile İngiltere yine de büyüklüğünü korur. İsviçre gibi bir ülke ve devlet olur.
19’uncu asırda İngiliz sömürgeciliği İslâm dünyasına çok acılar çektirdi. Kendi halkına da fazla merhameti yoktu. Victoria devrinde madenlerde küçücük çocukları, korkunç şartlar altında günde onbeş saat çalıştırıyorlardı. İngilizler’in zenginliğinde çok kan, çok gözyaşı, çok ıstırap vardır.
Böyle bir kemâlin bir gün zeval bulmaması mümkün müdür?
İslâm İngiltere’ye 700’lü yıllarda, yani miladî 8’inci yüzyılda gelmiştir. Büyük Britanya’nın batı sahillerindeki Lundy adası yirmi yıl kadar Türk ve Mağribî denizcilerin elinde kalmıştır. Bu konuda Reşid Saffet Atabinen ile Yılmaz Öztuna’nın makaleleri vardır.
şöyle söylediği rivayet ediliyor:
Her ne kadar Shaw bu sözü söylemediğini iddia etmişse de, büyük bir gerçeği ifade etmektedir. İngiltere, mâzideki günahlarını affettirmek için Müslüman olmalıdır.
Londra İslâm Kültür Merkezi’nin temel atma töreninde “Bütün dünya İngiltere’den İngilizce öğretmenleri getirtiyor. Biz İngilizler de, bizim medeniyetimizde olmayan değerleri öğrenmek için İslâm dünyasından öğretmenler getirmeliyiz…” demiştir. Prens Charles’ın gerek İngiltere’de yaşayan, gerekse İslâm âlemindeki Müslümanlara karşı ne kadar iyi niyetli, hoşgörülü, dostça hareket ettiğini bütün dünya görüyor ve biliyor. Onun Müslüman olduğu iddiaları her ne kadar resmen tekzib edilmişse de, yürekten Müslümanlığa bağlı olduğuna dair hayli karine vardır. Goethe “İslâm buysa, biz hepimiz Müslüman değil miyiz?..” demişti. 20 Ocak 2007