Salı

 

Bugün dünyanın hiçbir medenî, demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesine dayanan, temel ve evrensel insan haklarına bağlı bulunan, onlara riayet eden siyasî sisteminde din-devlet zıtlığı ve çekişmesi yoktur. Bu gibi çekişmeler tarihte kalmıştır. Devletler, ülkelerindeki dinle veya dinlerle barışmışlar, uyum içinde ve işbirliği yaparak varlıklarını sürdürmektedir.

Komşumuz Yunanistan’a bakalım: Orada Ortodoks Yunan kilisesi bağımsızdır. Devletten büyük saygı görmektedir.Siyasî iktidar bir hata yaptığı zaman kilise sözcüleri bunu yüksek sesle açık olarak tenkit edebilmektedir. Bundan birkaç yıl önce Yunan vatandaşlarının hüviyet kartlarından din hanesi kaldırılmak istenmiş, bunun üzerine Kilise bir milyon kişilik bir protesto mitingi ve yürüyüşü tertiplemişti.

Yunanistan’a güç veren, Yunanistan’a kimlik kazandıran unsurlardan biri Yunan kilisesidir. Bu kilise için “Allah’tan çok Yunan milliyetçiliğine, Megali İdea’ya bağlıdır” diyenler çıkmıştır.

Türkiye’de bazı militan, fanatik, aşırı Sabataycılar devlet-İslâm çekişmesinden ve zıtlığından yanadır. Onlara göre Türkiye devleti ve Cumhuriyeti için en büyük tehdit ve tehlike islâmî irticadır. Bizde irticanın târifi yapılmamıştır. İrtica tehlike ve tehdidinden bahsedenler neyi kasdediyorlar?

-Dindar Müslüman hanım ve kızların başörtüsü ile gezmeleri irtica mıdır?

-Sofu ve dindar Müslüman olmak irtica mıdır?

-Peygamber sünneti olduğu için sakal bırakmak irtica mıdır?

-Namaz kılmak, oruç tutmak, içki içmemek irtica mıdır?

-Faydasız, ahlâksız, kötü program ve yayınlarına kızdığı için televizyon sahibi olmamak ve seyretmemek irtica mıdır?

-İslâm’da riba yasağı olduğu için ribalı ticaret, finans ve iktisat muamelelerine bulaşmamak irtica mıdır?

Bir şeyin suç olması ve cezalandırılması için onun mutlaka âdil kanunlar tarafından târif edilmiş ve suçlandırılmış olması gerekir. Bizde irtica ile ilgili kanun yoktur, hukukî mevzuat yoktur. Bu konu çeşitli yorumlara, görüşlere bırakılmıştır.

Biz Türkiyeliler, bugün Anadolu ve Trakya topraklarında var isek, bunu İslâm’a borçluyuz.Bizim sebeb-i mevcudiyetimiz (var oluş sebebimiz) İslâm’dır.

Türkiye’de devlet Selçuklu devleti, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında, bin yıldan beri İslâm dini ile içiçe olmuştur. Cumhuriyet’ten sonra da din ile devlet birliği devam etmektedir.Lâiklik edebiyatı yapıldığına bakmayın.Bizde Fransa’da olduğu gibi gerçek lâiklik yoktur.

-Ankara’da kabinede din işlerinden sorumlu bir devlet bakanı bulunmaktadır.

– Devletin, umum müdürlük seviyesinde bir Diyanet İşleri Başkanlığı vardır.

-Devletin beş yüzden fazla resmî İmam-Hatip din mektebi vardır.

-Devletin on yedi resmî İlâhiyat Fakültesi vardır.

-Devletin yetmiş binden fazla camii vardır.

-Devletin yüz binden fazla imam, müezzin, müftü, vaiz ve sair din görevlisi vardır.

-Din vakıfları devlet tarafından idare edilmektedir.

– Devletin bütçesinde din hizmetleri ile ilgili bölüm ve tahsisat vardır.

-Devlet, Kurban Bayramı’nda Müslümanlar tarafından kesilen kurbanların derilerinin kime verileceğine bile karışmaktadır.

Böyle bir sistemin lâik olduğunu, dine karışmadığını iddia etmek için kişinin zilli deli olması gerekir.

Hayır, bizde lâiklik yoktur. Geçenlerde emekli olan eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un dediği gibi bizde din-devlet birliği, ters bir teokrasi vardır.

Peki Türkiye’de din ve devlet münasebetleri normalleştirilemez mi? Din ve devlet barışık olamaz mı? Ülkenin ve halkın yararı için işbirliği yapamaz mı?Tabiî yapabilirler. Nitekim bütün medenî ülkelerde din ile devlet barışıktır.

Bizde bu yolu birkaç zümre tıkıyor.

Birinciler, yukarıda beyan ettiğim üzere birtakım militan, fanatik, tekelci, aşırı Sabataycılardır.

İkincisi, Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Marksizm iflâs ettikten sonra sahte lâik, sahte demokrat, sahte çağdaş olan eski Marksist militanlardır.

Üçüncüsü: Bundan bir asır önce Fransa’da, prototipi Jules Ferry olan aşırı, azgın, militan, saldırgan ateistler ve pozitivistler vardı; biz Batı’yı çok geriden takip ediyoruz, şimdi bizde de böyle J. Ferry’ler vardır.Din-devlet çekişmesini, düşmanlığını, zıtlığını onlar körüklemektedir.

Siyonistlerin “Büyük İsrail” hayalleri vardır.Onlar bizim güney bölgelerimizde Yahudi nüfuz bölgeleri kurmak istiyor. Bu maksatla GAPcivarında, İskenderun’da toprak satın alıyor, tesisler kuruyor. Bu siyonistler ve onların içteki yardımcı ve yardakçıları da Türkiye’de din ile devletin barışmasını kesinlikle istemiyor. Çünkü böyle bir şey Türkiye’yi çok güçlendirecek ve onların emellerine sed çekecektir.

Bazıları Amerika Birleşik Devletleri’nde din ve devlet ayrı olduğunu iddia ediyor. Oradaki ayrılık devlet ile belli bir din ve kilisenin ayrılığıdır. Çünkü ABD, multi-confessionnel (çok, çeşitli dinli) bir yapıya sahiptir. Orada dinî konuda homojenlik (tecânüs) yoktur.Bu yüzden devlet herhangi bir kiliseye, herhangi bir dine bağlı değildir. Ama, mutlak mânâda orada din ile devlet, din ile siyaset içiçedir. Dünyada en geniş, en kapsamlı, en mutlak din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti Amerikan sınırları içindedir. Yazık ki, dünya gücü ABDbu hürriyetin kendi sınırları dışında geçerli olmasını istemiyor, bunun için çalışmıyor.

Hiçbir sosyal, siyasî, kültürel, felsefî ideoloji din ile, bahusus İslâm dini ile başarılı bir şekilde savaşamaz. Ateist, dinsiz, inkârcı, materyalist, pozitivist bir yapıya sahip olan Marksist SovyetlerBirliği’nin yıkılması iddialarıma yeterli delildir.

Türkiye’deki din-devlet çekişmesi, zıtlığı tamamen sun’î, yapay, kasıtlı şekilde tezgâhlanmış bir ikiliktir. Bütün medenî, demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesini esas kabul etmiş, evrensel insan haklarına bağlı ve saygılı, sağlıklı, dengeli ülkelerde olduğu gibi bizde de bu fuzulî, zararlı, yersiz çekişmeye, mücadeleye son verilmelidir.

Başı örtülü olduğu için resmî hastahaneye kabul edilmeyen yetmiş bir yaşındaki Müslüman bir kadın vatandaşımız feci şekilde vefat etmiş bulunuyor. Böyle üzücü hadiseler medenî bir ülkeye yakışmaz. Türkiye bu ayıplardan kurtulmalıdır.

Türkiye’ye teokrasi gelsin demiyorum. İslâm dininde ruhban sınıfı, binaenaleyh teokratik bir yapı yoktur. Benim istediğim şudur:

-Demokrasi,

-Hukuk,

-Evrensel insan hakları,

-Bilgelik,

-Akl-ı selîm,

-Sosyal barış ve millî mutabakat,

-Ahlâk ve vicdan…Ne yapılmasını, nasıl yapılmasını gerektiriyorsa onlar yapılsın diyorum. 17 Temmuz 2002