Din Elden Gitti!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Pazar
Kanal 7’de birkaç hafta önce yapılan “Din Elden Gidiyor mu?” konulu açık oturuma beni de çağırmışlardı. Nazlı Ilıcak hanım orada “Din elde gidiyor değil, din elden gitti bile!..” demişti.
Evet, din elden gitti. Şu Müslüman memlekette Müslümanlar:
– Kestikleri kurbanın derisini istediği hayır kurumuna veremiyor,
– Dindar aileler başları örtülü çocuklarını okullara ve üniversitelere gönderemiyor,
– Hanımının başı örtülü bir başbakan, eşini Cumhuriyet resepsiyonunda Çankaya Köşkü’ne götüremiyor,
– Gittikçe azgınlaşan ve saldırgan hale gelen misyoner faaliyetlerine karşı dinlerini, kimliklerini, vatanlarını korumak maksadıyla birkaç Müslüman biraraya gelip “İslâm’ı Koruma ve Yayma Derneği” adında bir dernek kuramıyor,
– ” Zelzele ilahî bir cezadır” diyenler, dinî mahiyetteki bu görüşleri ve düşünceleri yüzünden ağır cezalara çarptırılıyor,
– Küçük çocuğuna din ve Kur’ân dersi verdirtmek isteyen ana-babalar, insan haklarına aykırı yasaklarla engelleniyor,
– Dindar avukat hanımlara, başları örtülü olduğu için avukatlık yaptırılmıyor.
Bazı ahmaklar veya kötü niyetliler “Din elden gider mi hiç? İşte her yer cami dolu, günde beş kez ezan okunuyor…” diyerek Türkiye’de din hürriyeti olduğunu iddiaya kalkışıyor.
Din hürriyeti camiyle, ezanla, isteyenin namaz kılabilmesiyle bitmez.
Din hürriyeti:
– Laik devletten bağımsız dinî teşkilatla,
– Laik devletten bağımsız ve hür eğitim ile,
– Müslümanların kendilerine mahsus okullar ve üniversiteler açabilmesi ile,
– Müslümanların dinî dernek kurabilmeleri ile,
– Müslümanların, İngiltere’deki gibi geniş bir din ve inanç hürriyetine sahip olmalarıyla,
– Müslümanların, kendi inanç ve dinlerine uygun bir hayat sürebilmeleriyle olur.
Pembelerin kontrolundaki birtakım medya organları, mübarek Kurban Bayramı dolayısıyla bu yıl da İslâm’a ve dindar vatandaşlara yine ver yansın ettiler. Neymiş, “Kan dökülüyormuş…” Her kurban bayramında birtakım Pembe yazarlar, yorumcular fanatik hayvan dostu kesilirler. Kesilen hayvanların kanlarından dolayı her yerin kırmızı renge boyandığını iddia ederek ağlaşırlar.
Birtakım cahil vatandaşların kurban keserken dinin, ahlâkın ve hukukun gerektirdiği şartları yerine getirmedikleri doğrudur. Ancak bu yüzden İslâm’ı suçlamak daha vahim bir medeniyetsizlik, fanatiklik değil midir? Cahil Müslüman İslâm’ın temsilcisi değildir.
Bizim dinimiz, hayvanlara en ufak bir eziyet yapılmasını uygun görmez.
Her gün kanlı biftek yiyen bazılarının kurban dolayısıyla İslâm’a ve Müslümanlara çatması gülünç kaçmıyor mu?
Din elden gidiyor mu, gitti mi konusunu burada noktalayalım ve başka yakıcı bir konuya geçelim.
Birkaç yıldan beri “Ülke elden gidiyor, vatan parçalanıyor, parselleniyor…” feryatları işitiliyor.
Böyle bir tehlike var mıdır?
Evet vardır ve vatanın parçalanması, bölünmesi çoktan başlamıştır ve ben bu satırları yazarken bu bölünme ve parçalanma işi devam etmekte, ettirilmektedir.
Amerika, gözümüzün içine baka baka Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurduruyor. Böyle bir devlet kurulursa, Türkiye ve İran parçalanır.
Tavuk kadar aklı olan herkesin şu soruyu sorması gerekir:
“Ülkemize gelen birtakım yabancılar istanbul’a veya Ankara’ya indikten sonra soluğu Diyarbakır’da almaktadır. Bu adamlar ve Madamlar Konya, Van, Trabzon, Erzurum, İzmir, Adana gibi şehirlerimize gitmiyor da, niçin hep Diyarbakır’a gidiyor?Sakın Türkiye’yi bölmek, parçalamak için yapmasınlar bu seyahati?..”
Birkaç gün önce bir bakan, yabancılara satılan topraklarımız hakkında bilgi verirken, bunların az olduğunun altını çizmek için “Heybeliada kadar…” dedi.
Heybeliada kadarmış!..
Peki, bu satışlar bu miktarla sınırlı mıdır?
Bu miktarda duracak mıdır?
Hayır, satışlar bütün hızıyla sürmektedir.
Birkaç ay sonra Büyükada kadar olacaktır.
Sonra Bozcaada kadar.
Ondan sonra Midilli adası kadar..
Daha sonra Girit ve Kıbrıs kadar…
Şu acı gerçeği kesinlikle söylemek gerekiyor:
– Türkiye’nin parçalanması, bölünmesi, satılması işi çoktan başlamıştır.
Bazı safdiller “Batıyoruz!” feryat ve figanlarına da kulak vermiyor.
Onlar bir ülkenin bir gemi gibi battığını sanıyor.
Malum gemiler ya su alır, ya alabora olur; ya yana yatar, ya burnu, yahut kıçı havaya kalkar; sulara gömülür, en son bacası ve direkleri görünür, nihayet onlar da kaybolur…
Ülkeler batar ama gemiler gibi batmaz.
Peki nasıl batar?
Bizim şimdi battığımız gibi batar!
Bu memleket yakın tarihinde çok büyük hıyanetlere maruz kalmıştır.Bu hıyanetler kasıtlı, planlı, programlı bir şekilde yapılmıştır.
Türk ekonomisi çökertilmiştir.
Nice Uzakdoğu ülkesi sanayi harikaları meydana getirirken bizim sanayimiz darbelenmiştir.
Türk ziraati çökertilmiştir. Öyle ki, köylümüz istediği miktarda tütün ve şekerpancarı bile ekememektedir.
Türkiye hayvancılığı çökertilmiştir.
Uzun yıllar boyunca süren müzmin ve yüksek enflasyonla bütün iktisadî, malî, siyasî, sosyal, kültürel kurumlar bozulmuş, dejenere edilmiştir.
Türkiye’nin millî serveti yağmaya verilmiştir.
Türk eğitimi ve üniversiteleri çağ gerisinde bırakılmıştır.
Hukuk ve adalet kurumlarımıza darbe üzerine darbe vurulmuştur.
Türkiye’nin temel yapısını teşkil eden aile çürütülmeye çalışılmıştır.
Halk yığınları kasıtlı olarak lükse, israfa, aşırı tüketime, kargo kültürüne, israfa, eğlence, piyango ve lotaryaya, içkiye, sekse, gayr-i ahlâkî eğlencelere yönlendirilmiştir.
Evet bir ülke, bir halk, bir devlet sadece düşman ordularının saldırısıyla, topla, tayyare ile, bomba ile çökertilmez ve batırılmaz. Yukarıda saydığım sabotajlar ve hıyanetler ile de çökertilebilir.
Dış düşmanlarımız ve içimizdeki yardakçıları bizim ordu, savaş ve silah ile kolay yıkılamayacağımızı iyi bildikleri için kaleyi içten feth etme, içten çürütme metodunu uygulamışlardır.
Komşumuz Yunanistan’ın nüfusu 10 milyon, ülkesinin yüzölçümü ise bizimkinden kat kat küçük. Buna rağmen onlar hem siyaset, hem de iktisat bakımından bizden ilerideler, zenginler. Niçin?
Çünkü orada din ile siyasî sistem arasında müzmin bir kavga yoktur. Çünkü Yunan devleti, ülkedeki hakim din olan Ortodoksluk ile barışıktır, işbirliği yapmaktadır.
Çünkü orada, bizde olduğu gibi, bir Pembeler saltanatı, hakimiyeti, sömürüsü yoktur.
Çünkü Yunanistan kendi millî tarihi ve geçmişi ile barışıktır.
Çünkü Yunanistan’da genç nesiller, bırakın büyük dedelerinin mezar taşlarını; bundan iki bin yıl önce yazılmış eski Grekçe kitabeleri bile okuyabilmekte, anlayabilmektedirler.
Yunanistan’da rüşvet, ihtilas, irtikab yok mudur? Kokuşma yok mudur?
Vardır elbette. Böyle suçlar, kötülükler her toplumda olur. Ama orada böyle şeyler:
– Bireyseldir.
– Sistemin prensibi değildir.
Bizdeki vatan hainleri kendi ideolojilerini koruyabilmek, kendi Pembelik saltanatlarını sürdürebilmek için:
– Halkı Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, Dinci-Laik, İlerici-Gerici, Sağcı-Solcu, Şucu-Bucu diye birbirlerine düşman kamplara ve kesimlere kasıtlı olarak ayırmışlar ve böylece sosyal barışın, millî uzlaşmanın temellerini dinamitlemişlerdir.
– Türkiye kültürünün, kimliğinin dominant faktörü olan İslâm’ı baltalamışlar, İslâm’ı devlet için bir tehlike ve dehdit olarak görmüş ve göstermişlerdir.
– Dini ve dindarları iç tehlike, iç-düşman olarak görmüşlerdir.
Bugünkü Türkiye onların eseridir.
Kına yaksınlar! 31 Ocak 2005