Pazar

 

Güçlü Roma İmparatorluğu Hıristiyanlık ile başa çıkamadı. Hıristiyanların maddî gücü, maddî silâhı yoktu ama sonunda onlar galip geldi.

Çingiz, daha sonra torunu Hülâgû ordularıyla, maddî kuvvetleriyle İslâm dünyasını yaktılar, yıktılar, seller gibi kan akıttılar, kütüphanelerdeki kitapları ateşe verdiler, suya attılar ama sonunda onlar yıkılıp gitti, İslâm yine pâyidar oldu.

Müslümanlar ayrık otu gibidir, nesillerini kurutmanın, köklerini sökmenin imkân ve ihtimali yoktur.

Arnavutluk diktatörü Enver Hoca (Sabataycı olduğu iddia ediliyor) 1960’lı yıllarda dini, ibadeti, inanmayı yasakladı. Uzun yıllar boyunca, halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu o ülkede namaz kılınamadı, ezan okunamadı, çocuklar sünnet edilemedi, cenazeler dinî törenle gömülemedi. Sonunda ne oldu? EnverHoca cehennemi boyladı, Arnavutluk’a yeniden din hürriyeti geldi.

Hiçbir devlet, hiçbir siyasî güç, hiçbir maddî kuvvet din gerçeği ile savaşamaz.

Din, gündüzlerin gece olması, her gecenin sabahında yeniden bir gündüz yaşanması gibidir.

Din, mevsimlerin birbirini takip etmesi, kıştan sonra baharın, bahardan sonra yazın gelmesi gibidir.

Din, nehirlerin yukarıdan aşağıya akması, yüksek dağlara kar yağması, rüzgarların esmesi, ekinlerin bitmesi, ağaçların her yıl meyve vermesi gibidir.

Devletler, iktidarlar, maddî güçler bu hadiselerin önüne geçebilir mi hiç?

Siz ayın önce incecik bir hilâl halinde doğmasını, sonra her gece biraz daha büyüyerek on dört gün sonra dolunay haline gelmesini, sonra küçülmeye başlayıp kaybolmasını kanun çıkartarak önleyebilir misiniz?

Siz toprağa atılan buğday tanelerinin yeşillenip bitmesini, sonra başak vermesini, bir yerine yüz buğday olmasını kanunla, yasakla, tabuyla engelleyebilir misiniz?

Siz kuşların uçmasını, “Kuş uçması yasaktır” diyerek mani olabilir misiniz?

Türkiye Müslüman bir ülkedir, Türkiye halkının büyük, ezici çoğunluğu Müslümandır. Bu ülkede İslâm dininin bütün icapları yerine getirilecektir. Bu memlekette devamlı olarak İslâm dinini baltalamak, Müslümanları kösteklemek mümkün değildir.Bir müddet, bir miktar baltalama, köstekleme yapılabilir ama sonunda din galip gelecektir.

İslâm dini evrenseldir.Onun olduğu gibi kabul edilmesi, ona saygı gösterilmesi gerekir.

Bu memlekette yaşayan az sayıda inanmayanlar, ateistler, başka inanç sahibi olanlar da İslâm’a saygı beslemekle, Müslümanların haklarını ve hürriyetlerini kabul etmekle mükelleftir. Dine, inançlara, milletin kimliğine saygı medenî olmak demek; onları inkâr, onlarla savaşmak ise bedeviyet, vahşet, cehallettir.

İslâm’a ve Müslümanlara saldıranlar Don Kişot zihniyetli kaçıklardır. Sivas faciasının baş kışkırtıcısı Aziz Nesin böyle bir Don Kişot’tu. Müslüman Türk milletine meydan okurcasına SalmanRüşdi’nin iğrenç ve rezil kitabını tercüme ettirdi, yayınlamaya başladı, Sivas’ta yapılacak Pir SultanAbdal festivalini kötü emellerine âlet etti ve kan dökülmesine, nice ocakların sönmesine sebep oldu.

Bazı küçük İslâm ülkelerinde şu anda, beş vakit namaz kılmak resmen yasak olmasa bile, sanki yasakmış gibi bir terör havası estirilmektedir. Peki bu yasak, bu terör dünya batıncaya, Kıyamet kopuncaya kadar hep devam edecek midir? Elbette bu zulüm sürmeyecektir. Çünkü baskılar, zulümler sürelidir. Bir başlangıç tarihleri vardır, bir de bitiş. Bir zulmün henüz bitiş tarihinin gelip çatmamış olması onun ebediyen devam edeceğine delalet etmez ki…

Hindistan’da bundan asırlarca önce Ekber Şah denilen bir zalim hükümdar saltanat sürmüştü. Bu adam İslâm, Hinduluk, Hıristiyanlık karışımı yeni bir din çıkartmış, Müslümanlığın selamünaleykumunu kaldırıp yerine “Allah Ekber” selamını koymuş, “İbadethâne” adı verilen mabetler açtırmış, bir sürü bid’ate, zulme, küfre yol açmıştı. Sonunda ne oldu? Kendisi dâr-ı cezaya gitti, kurduğu sapık din yıkıldı, İslâm yine hükümran oldu.

Kızıl Pol Pot Kamboçya’nın idaresini eline geçirince, halkın beşte ikisini öldürttü, bu arada o ülkede yaşayan Müslümanları da tırpanladı. En sonunda kendisi de yıkıldı. Orada yaşayan Müslümanlar yaralarını sarıyor, tekrar teşkilatlanıyor, camiler, medreseler inşa ediyor.

Komünist diktatör Jivkov Bulgaristan’da İslâm’ın, Müslümanların kökünü kazımak hususunda çok kararlıydı. Müslümanlara Bulgar isimleri veriyor, camilerde ezan okunup namaz kılınmasına izin vermiyor, Neron’a rahmet okutan baskılar, işkenceler, şenaatler, cinayetler irtikab ediyordu. Sonra Jivkov ve rejimi bir varmış, bir yokmuş oldu, İslâm ve Müslümanlar ise duruyor.

Nerede o eski Sovyetler Birliği?.. Yetmiş yıl küfür, ilhad yolunda çalışan o eski Marksistler, Bezbojnikler ne oldu? Camileri, medreseleri, İslâm’ın tasavvuf yuvalarını kapatmışlar, Allah demeyi suç saymışlar, milyonlarca Müslümanın kanına girmişler, canını yakmışlardı. Onların saltanatının yerinde de yeller esiyor şimdi.

İsrail, elindeki bütün silahlara, o güçlü ordusuna, cebir ve zulümdeki kararlılığına rağmen zavallı Filistin Müslümanlarını yok edebiliyor mu, onlarla baş edebiliyor mu? Edemez ve edemeyecektir.

Filistinli Müslümanlar… Evet Müslümanlar.Çünkü Filistinliler Arap olmaktan önce Müslümandır. Müslümanlık sınır tanımayan evrensel bir dindir, bütün insanlığı kucaklar.

Başörtüsü siyasî bir sembol müdür, yoksa dinî bir emir midir? Elbette ve hiç şüphe yok ki, dinî bir emirdir, dinî bir hadisedir ve olgudur. Bu memlekette başörtüsü ve tesettür siyasal İslâm’dan önce de vardı; siyasal İslâm’dan sonra da olacaktır.

Efendiler!.. Bu ülkenin, bu milletin, bu devletin yücelmesini, pâyidar olmasını, güçlenmesini, ayakta durmasını istiyorsanız İslâm’a ve Müslümanlara saygılı olunuz. Müslümanlara saygılı olmak demek onların temel haklarını, hürriyetlerini, haysiyetlerini, kimliklerini kabul etmek ve bunlara karşı olmamak demektir. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada Türkiye denilen bir ülke, Türkiye halkı denilen bir millet, Türk devleti denilen bir devlet varsa bu varoluşun temel faktörü ve sebebi İslâm dinidir. İslâm dinine cephe almak, onunla savaşmak; Türkiye’yi devlet, millet ve ülke olarak yıkmak istemek demektir.

Hiçbir ideoloji, felsefe, doktrin bu ülkede İslâm’ın yerini tutamaz.

Millî barış, toplumsal uzlaşma, huzur ve selamet, adalet ve saadet, demokrasi ve medeniyet isteyenler dine, dindarlara, din hürriyetine saygılı olmak zorundadır.

Din, bu milletin, bu ülkenin en büyük değeridir. Onun yerine başka bir değer ikame etmek mümkün değildir. Ona saygı duymak, onu korumak gerekir… 02 Aralık 2002