Din Hizmetlerine Kalite Câmilere Câzibe Getirilmelidir
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Ocak 2019
Türkiye planlı programlı olmasa da, yaygın bir kokuşma bulunsa da, birçok hatalar yapılsa da kalkınan bir ülkedir. 1930’lu yıllarda ülkemizde 30 küsur lise vardı (Akşam Kız Sanat Mektepleri bu rakama dahildir). Şu anda binlerce lisemiz var. Eskiden üç üniversite vardı. Şu anda yüzlerce üniversitemiz var. Her tarafa yollar yapıldı. Eskiden bir köyde bile elektrik yoktu, şimdi hepsinde var. Fabrikalar yapıldı, sanayi gelişti. Halkın bir kısmının gelir seviyesi arttı. Kartel ve tekel şeklinde de olsa muazzam bir medya var. Seviyesi düşük de olsa kültür var. Milyonlarca Türkiyeli lüks ve konforlu meskenlerde oturuyor, lüks otomobillere biniyor, lüks yiyor, lüks giyiniyor. Yüzde yüz olmasa bile demokrasi de ilerledi, vatandaşlar (doğru veya yanlış) serbestçe konuşuyor.
Maalesef dinî hizmetler bu genel kalkınmaya ayak uyduramadı. Çeşitli sabotajlar; hıyanetler, gafletler ve cehaletler yüzünden din ve ahlak hizmet ve faaliyetleri geri kaldı.
Cami hizmetleri, kalkınan kesimi tatmin etmekten çok uzaktır.
Ülkemizde İslâm güçleniyor, Müslümanlık ilerliyor ama vakit namazlarında camiler genellikle pek sönüktür.
Camiler birer cazibe merkezi olmaktan çıkmıştır.
Din hizmetlerinde iki şeyin gerisinde kalınmıştır:
Birincisi: İslâm,
İkincisi: Çağ.
Çoğunluğu oluşturan İslâmî kesim son elli yıl içinde, yeterli sayıda vasıflı din hizmetlisi yetiştiremedi.
Ender istisnalar dışında, zengin Müslüman aileler çocuklarını doktor, mühendis, hukukçu, işletmeci olarak yetiştirdiler. Dinî hizmet ve faaliyetlere zengin ve şehirli ailelerin çocukları yönlendirilmedi.
Sistem, Müslümanlara kendi okullarını açmak iznini, hürriyetini, imkanını vermedi. 1950’li yıllarda, meşhur Celal Ökten Hoca, Arapça ve İngilizce tedrisat yapacak bir özel kolej açmak istemişti. Millî Eğitim Bakanlığı izin vermedi. Danıştay’a müracaat etti, o makam da karşı çıktı.
Hıristiyanlık alemindeki papazlar, misyonerler çok güçlü ve köklü seminerlerde okuyor, altı yıllık yüksek tahsil yapıyor, çoğunun yüksek lisansı ve doktorası bulunuyor. Dört beş yabancı lisan bilenleri çok.
Seviye düşe düşe, cami imamlığı “Namaz kıldırma memurluğu” durumuna, düştü.
İstisnalar dışında (istisnalar kuralı bozmaz) camilerdeki Cuma hutbeleri, vaazlar, kıraatler, dinî hizmetler Müslüman kütleleri tatmin etmiyor, doyurmuyor.
1950’lerde birileri “Biz bu sefer dini mihraptan yıkacağız…” demişlerdi.
Kimseyi isim vererek tenkit etmiyorum. Cami hizmetlerini hakkıyla yapan bütün vasıflı hocalara hürmet ederim.
Ülkemizde 100 bin kadar müftü, imam, vaiz, müezzin, resmî din hocası bulunmaktadır. Bunların kaç tanesi ilahiyat veya başka sosyal bir dalda “doktordur”?
İlmî araştırmaları yerli ve yabancı üniversiteler tarafından yayınlanan kaç imamımız ve müftümüz bulunmaktadır?
Üniversite gençliği niçin camilerdeki vaazlara akın akın gitmiyor?
Beş vakitte cami cemaati içinde niçin:
Şık kostümlü, kravatlı, üst tabakadan Müslümanlar görülmüyor?
Okuyan gençlik niçin camilere devam etmiyor?
Camilerimiz, dinî hizmetlerin yanında niçin sosyal kültür ve sanat merkezleri değildir?
Son 50 yıl içinde onbinlerce camimizdeki tarihî halılar ve kilimler yağma edildi. Niçin?
Camilerdeki tarihî hat levhaları yok edildi. Niçin?
En küçük camilere ve mescidlere bile hoparlör tesisatı kuruldu. Arkasında sekiz kişi var, imam efendi yakasına mikrofon takıyor. Bu mantıksızlık ve manasızlığın sebebi nedir?
Son 25 yıl içinde cami kaloriferlerine, cami hoparlörlerine, cami klimalarına, cami ışıldak ve fırıldaklarına milyarlarca dolar harcandı. Niçin?
Turistlerden, yerli ziyaretçilerden her yıl yüz milyonlarca lira yardım toplayan şu büyük caminin derneği niçin 16 sayfalık güzel bir broşür çıkartmaktan acizdir?
Her iş bitmiş, her hizmet yapılmış gibi bir ara cami kapılarına naylon torba fıçıları konmuştu. İçeriye giren cemaat pabucunu elinde taşımayacak, poşete koyacak, mabede öyle girecekti…
Bu durum böyle devam edemez.
Camiler birer cazibe merkezi olmalıdır.
Camilere siyaset sokulmamalıdır ama İslâm kültürü sokulmalıdır.
Büyük camilerin din, sanat, edebiyat kursları olmalıdır.
Camilerin nezih ve yetiştirici lokalleri olmalıdır.
En azından büyük camilerin…
Yeterli sayıda Müslüman, ezan okununca camiye koşmalıdır.
İstanbul’un bazı tarihî camilerinin mihrap duvarlarında, Tahtakale ve Mercan’da on-yirmi liraya satılan son derece berbat pilli saatler asılmıştır. Bunlar saat değil, rezalettir. Tarihî camiler köy kahvesi değil ki, böyle kalitesiz eşya konuluyor.
Büyük bir camiye gidiyorsunuz. Farza durulacak, imamın tam arkasında başı açık, kot pantolunlu, kısa kollu biri… Bu da bir rezalettir. İmamın arkasında, gerektiğinde onun yerine geçerek namazı bitirecek ehliyetli bir zatın bulunması lazımdır.
Büyük bir camiye girerken, ana kapının yanında, görülecek bir yerde saplı bir süpürge ve temizlik kovası… Böyle şeyler görülecek yerlere konur mu?
Mimar Sinan yapısı kubbeli bir camide yağlı boya ile yazılmış 20 levha var. “Üst raflara pabuç koymayınız!..”
Mehmed Zahid Efendi orada imamlık yaparken, İskender Paşa Camii, vakit namazlarında dolardı. Çünkü onun cazibesi vardı. İnsanları, cemaati çekiyordu.
Tarihî bir caminin minare şerefesine 10’a yakın hoparlör koymuşlar. Bu yetmiyormuş gibi bahçedeki ağaçlara da takmışlar. Ezan okunurken yer gök çınlıyor. Lakin, çevre çok kalabalık olmasına rağmen vakit namazlarında cami dolmuyor. Demek ki, hoparlörün faydası yok. İlle de kaliteli, çekici, toplayıcı, ehliyetli, vasıflı hoca lazım.
Bu konuları ne zaman gündeme koyacağız? 22 Ekim 2007