Pazar

 

Diyanet personeline dehşetli baskılar yapıldığını; imam, vaiz, müftü ve diğer hocaların derin devlet terörüne mâruz kaldıklarını duyuyor ve üzülüyorum. Hem üzülüyor, hem de öfkeleniyorum. Onlara bu baskıları kimler yapıyor? Devlet mi, hükümet mi, MİT mi? Hayır hiçbiri değil. İsmini vermeyeceğim başka bir müessese yapıyor bu baskıyı. Birkaç seneden beri cami imamlarına, “Kendi kafandan hutbe okumayacaksın. Sana verilen hutbeleri okuyacaksın. Bir virgülünü bile değiştirmeden…” denilmekte ve bu emre uymayanlara ihtar verilmektedir.

Esas baskı ve teröre Diyanet İşleri Başkanlığı mâruz kalmaktadır. 60’lı yıllarda bir devlet bakanı şöyle demişti: “Diyanet İşleri Başkanı, Tapu ve Kadastro müdürü seviyesinde bir genel müdürdür. İstersem kolundan tutup atarım.” Şimdi kendilerini ve ideolojilerini devletten de, milletten de, Meclis’ten de, hükümetten de, hukuktan da, adaletten de, temel insan hak ve hürriyetlerinden de üstün gören bir zihniyet ve onu temsil eden bir grup Diyanet’e, hocalara baskı yapıyor.

Bir hatip veya vâiz, “Zelzele bize bir ihtardır. Bunca azgınlığın sonu iyi olmaz. Ey ahali, bu ilahî ihtardan ders ve ibret alalım da, kendimizi toparlayalım” meâlinde bir konuşma yaparsa şifahî ve yazılı azarlamalara mâruz kalmakta, hattâ bazıları sürülmektedir.

Başta muhterem Diyanet İşleri Başkanı olmak üzere bütün hocaların bu baskılara, bu teröre karşı, yasalar dairesinde direnmeleri gerekir. Vaktiyle, Polonya’nın stalinist zalim rejimi Katolik kilisesi ile mücadele etmiş, lakin papazlar bütün güçleriyle bu zulme karşı direnmişlerdi. Rahip Popioluszko 1984’te gizli polis tarafından işkence yapılarak vahşi şekilde öldürülmüştü. Komünist rejim yıkıldıktan ve Polonya hürriyetine kavuştuktan sonra mazlumen katledilen bu papazın evi millî bir ziyaretgâh olmuştur.

Dünyanın hiçbir demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesine sahip, insan haklarına saygılı ve riayetkâr medenî ülkesinde dine, din adamlarına böyle baskılar ve terörler uygulanmamaktadır.

Bu terör ve baskıların gerçek laiklikle ilgisi yoktur. Din ve devlet birbirinden ayrı ise devlet dine karışamaz. Bizdeki uygulama Stalin, Mao, Enver Hoca, Pol Pot laikliğidir.

Diyanet’e ve hocalara yapılan baskılar faşistliktir. Ahlâken ve hukuken ayıptır, suçtur. Hangi devirde yaşıyoruz? Türkiye bir muz veya ananas cumhuriyeti değildir.

Bazı İlahiyat profesörleri rejime, derin devlete yaranmak için “Zelzele azgınlık yüzünden gelmiş bir belâ değildir” şeklinde beyanlarda bulunmuşlar. Bu adamlar Müslümanları aptal mı sanıyorlar? Bu ilahiyatçılar bilmiyorlar mı, şu kainatta minik bir sinek bile, Allah’ın iradesi, yaratması, izni olmadan kanadını çırpamaz. Son büyük zelzelede zemin dehşetli homurtularla feryad etti, binlerce bina sallandı ve yıkıldı. Bütün bunları sadece fay hattının çatlaması ile izah etmek ve bu işte ilahî hikmet yoktur demek zındıklık değil midir? Zelzelede nice Müslüman da vefat etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de “Öyle bir musibetten korkunuz ki, o sadece içinizdeki kötü insanlara gelmez (umumen gelir)” buyurulduğunu bu adamlar bilmiyor mu?

Zelzele’den sonra İstanbul’daki Musevî ve Sabataist sinagoglarında hahamlar ağır konuşmalar yapmış, cemaatlerini uyandırmıştır. Bizim derin devletçiler, Müslüman hocalara karıştıkları gibi Musevî ve Sabataycı hahamlara da karışmışlar mıdır?

Türkiye genelleşmiş korkunç bir kokuşma içindedir. Rüşvet, soygun, suiistimal, devlet malını hortumlama almış yürümüştür. Bir büyük soyguncu koskoca bankayı soymuş, bir katrilyona yakın parayı zimmetine geçirmiştir de kendisine kimse birşey yapamamaktadır. Sayıca az mutlu ve putlu bir azınlık milletin, ülkenin, devletin kanını, iliğini sömürmektedir. Servetleri trilyonun üzerinde olan bin şahıs, aile ve şirket tefecilik yoluyla devleti soymakta, trilyonlarına trilyon katmaktadır. Kırk elli milyar dolarlık kara para vardır ülkemizde. Bu paraların sahiplerinin korkunç ve gizli bir saltanatı hüküm sürmektedir. Ahlâksızlık, namussuzluk, şerefsizlik, dinsizlik, densizlik teşvik edilmektedir. Üzerinde TC anteti bulunan resmî “vesikalarla” Türk kadınlarının satılmasına izin verilmektedir. Ülkemiz uluslararası uyuşturucu trafiğinin merkezi haline gelmiştir.

Diyanet teşkilatı, din hocaları bütün bu kötülüklerle mücadele etmekle mükelleftir. Onlara baskı yapmak, onlara terör uygulamak bu devletin, bu ülkenin, bu milletin zararını mucib olacaktır.

Teşekkür ve Lânet

İslâm’a ve Ümmet’e ihlasla, istikametle, samimiyetle hizmet eden gerçek hocalara, şeyhlere, dâva adamlarına büyük saygı duyuyor, hepsinin ellerinden öpüyorum.

Ancak, hizmet eder gibi görünerek dini istismar ve istihdam eden (din sömürüsü yapan) alçakları bir kere daha lânetliyorum. O alçakların dini imanı paradır. Onların baş putu nefs-i emmâreleridir. Onlar dâvamızı satmışlardır. Onlar kuduz bir ihtirasla riyaset, şöhret, servet, alkış, makam ve mevki peşinde koşmaktadır. Onlar düzenin yağlı kemiklerine köpek gibi saldırmakta, din rantı yemektedir. Onlar Müslümanları aldatmakta, oyalamakta, afyonlamaktadır.

Allah yolunda ihlas ve istikametle hizmet eden alimler, salihler, şeyhler, samimî dâva adamları ne kadar teşekküre, hürmete, tebcile layıksa, din sömürüsü yapan alçaklar da o kadar lânete ve hakarete layıktır.

Müslümanlar! Uyanınız, din sömürücülerinin peşlerinden gitmeyiniz. Onların gayesi sizleri soymak, sizleri oyalamaktır. Biz Müslümanlar için en büyük örnek Resûl-i Kibriya efendimizdir, Ashab-ı Güzin ve Selef-i Sâlihîn hazeratıdır. Doğru olan yol ve metod onlarınkidir. Soyguncular, yalancılar, emanete hıyanet edenler, dini imanı para ve riyaset olanlar, nefs-i emmarelerini putlaştıranlar bu dine, bu ümmete hizmet edemezler. Onlar hizmet değil, hezimet üretirler ancak. 13 Eylül 1999