Pazartesi

 

Pembe bir kişi ter ter tepiniyor, “Din bir vicdan işidir, din vicdanlarda kalmalıdır, dışarıya aksettirilmemelidir…”

Onun istediği şu:

Din ile hayat birbirinden kopmalı, kopartılmalıdır. İnananlar içlerinde inansın, dışarıya göstermesin… Böyle din olur mu? Din hayat demektir. Din yaşanacak şey demektir. Gerçek ve iyi bir Müslüman beşikten mezara kadar din ile içiçe yaşar.

Pembe’nin istediğini biz Müslümanlar asla kabul edemeyiz. Evet din bir vicdan işidir ama sadece vicdanda kalmaz, sadece vicdanla bitmez. Binaenaleyh ABD’de, İngiltere’de, Kanada’da, Almanya’da, diğer medenî ve ileri ülkelerde olduğu gibi geniş bir din hürriyeti istiyoruz.

Bu hürriyetler nelerdir?

1. İnanç hürriyeti. İslâm dininin inanca ait temel hükümleri ne ise bunlara inandığımızdan dolayı rahatsız edilmememiz gerekir.

2. İbadet hürriyeti.

Müslümanların ibadet hürriyetine kısıtlayıcı hiçbir sınır getirilmemelidir. Geçenlerde pembe bir gazete mânidar bir şekilde “Yeşilköy Havaalanı’na kadınlar için mescid yapıldı…” haberini vermişti. Açıkça söylemiyordu ama “Erkek mescidinden sonra başımıza bir de kadın mescidi çıktı!..” demek istiyordu. Müslüman bir ülkede havaalanında kadınlar için mescid bulunmasından daha tabiî ne olabilir. Hem Türkiyeli dindarMüslüman kadınlar, hem de yabancı Müslüman hanımlar burada ibadet edeceklerdir. Ulaştırma Bakanlığı’nı, Havaalanı Müdürlüğü’nü bu medenî ve insanî teşebbüs dolayısıyla tebrik ediyorum.

3. Çocuklarına dinî eğitim verebilmek hürriyeti.

Anne-babaların, çocuklar reşid (ergin) oluncaya kadar onlara din eğitimi vermek hürriyeti vardır. Bu hürriyetin olmadığı, yahut kısıtlanmış bulunduğu bir yerde din hürriyeti darbelenmiş demektir. Bir Müslüman çocuğuna dinî bilgiler, Kur’ân okuması yedi ile ondört yaşları arasında en güzel, en verimli şekilde öğretilebilir. Yaz tatilinde, ilköğretim okulunu bitirmemiş küçük çocuklara din ve Kur’ân dersi verilemez demek din hürriyetini kısıtlamak, insan haklarını çiğnemek demektir.

4. Dinî dernek kurma hakkı.

Bütün dinî hizmet ve faaliyetleri Müslümanlar tek başlarına, teker teker yapamazlar. Mutlaka birleşmeleri, teşkilâtlanmaları gerekir. Bu da dernekler vasıtasıyla olur. Bizde DerneklerKanunu’nda “Din derneği kurulamaz” maddesi yer almaktadır. Bu madde din hürriyetini vahim ve ağır bir şekilde ihlâl etmektedir. Bütün medenî dünyada din derneği kurmak serbesttir. Pembe’ler “Din derneği kurulursa bazı sakıncalı durumlar ortaya çıkabilir, birtakım kötü ve alçak kimseler din sömürüsü yapabilir…” gibi kuruntular ve bahaneler ileri sürüyor. Bahanelere dayanılarak vatandaşların, çoğunluğun temel insan hakları kısıtlanamaz.

5

. İnançlarına göre bir hayat sürebilmek hakkı.

İsrail’de hafta tatili cumartesidir. Çünkü onların dininde cumartesi günü kutsaldır. İslâm ülkeleri cuma gününü hafta tatili yapmıştır. Hıristiyan ülkelerde de pazar günü onların dininde kutsal gün olduğu için o gün tatil yapılır. Bizde bir Müslüman, “Türkiye Müslüman bir ülkedir, hafta tatili cumaya çevrilsin…” dese kıyamet kopar, adamın ne gericiliği bırakılır, ne yobazlığı… Müslümanlar dinleri nasıl gerektiriyorsa o şekilde giyinmekte, o şekilde hayat sürmekte, o şekilde sosyal ve kültürel faaliyetler yapmakta hür olmalıdır. Bu konularda onlara hiçbir engel ve güçlük çıkartılmamalıdır. Bazı Pembe’ler “Efendim senin bu söylediklerin laikliğe aykırıdır…” diyebilirler. Cevabımız: Kesinlikle aykırı değildir. Laiklik olması için öncelikle din ve vicdan hürriyeti olması gerekir. Laiklik Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak demek değildir.

6. Müslümanların, İslâmî kimliklerini koruyabilmek, onu ayakta tutabilmek, güçlendirmek hürriyeti.

Her insanın dinî, sosyal, kültürel bir kimliği vardır.Müslümanın kimliği de “İslâmî kimliktir”. Bu kimliği yitirirse Müslüman Müslüman olmaktan çıkar. Türkiye’de Pembe’ler din ve inanç hürriyetini kısıtlamakta, darbelemekte niçin bu kadar başarılı olmuşlardır?

Başarılarının sebeplerini de anlatayım:

(1) Müslüman kesim sindirilmiş, uyutulmuş, afyonlanmış, sersemletilmiştir.

(2) Müslüman kesim kırsal kültürlü, gecekondu ve varoş zihniyetli yığınlar haline dönüştürülmüştür. Ağır olacak ama “Bedevî kültürü” de diyebiliriz. Bu kültür ve zihniyete sahip çoğunluklar temel hak ve hürriyetlerine sahip olamazlar.

(3) Müslümanlar kasıtlı olarak sinsice bölünmüş, birbirine rakip kamplara ayrılmıştır. Tek bir ümmet olması gereken Ehl-i İslâm’ın parçalanması onların gücünü kuvvetini azaltmış, enerjilerinin boşa harcanmasına yol açmıştır.

(4) Çeşitli manipülasyonlar yoluyla İslâmî hizmet, faaliyet ve çalışmalar dejenere edilmiş; Müslümanların içine sokulan birtakım ajanlar, casuslar, satın alınmış veya kiralanmış kişiler vasıtası ile dinî hizmetler ve dinî kurtuluş hareketi mıncıklanmış, içten sabote edilmiş ve ettirilmiştir.

Bugün Türkiye Müslümanları o hale getirilmiştir ki, en tabiî haklarını ve hürriyetlerini bile gerektiği gibi müdafaa edememektedirler. Çiğnenen, kısıtlanan, ihlal edilen haklar hususunda, o hak sahiplerine düşen işler ve vazifeler vardır:

• Hakkını usulüne göre ve en başarılı şekilde savunmak, bunun için ne yapılması gerekiyorsa onları yapmak.

• Medya yoluyla ve devamlı olarak hak aramak, protesto etmek.

• Uluslararası platforma açılarak dünya çapında hak aramak.

• Hak aramak hususunda hukukun bütün inceliklerine vakıf olmak.

Bütün bunları yapabilmek için çok bilgili, çok kültürlü, çok medenî, sahasında çok uzman elemanlara ihtiyaç vardır.Bu uzmanlıklar hukuk, siyaset kültürü, medya gibi sahalardadır. Bir insan iyi bir mühendis, iyi bir doktor da olsa, mahkemede hakkını aramak veya savunmak için vasıflı ve güçlü bir avukata muhtaçtır. Müslümanlar, hak savunma konusunda gerektiği kadar, yeterli şekilde yetişmiş elemanlara sahip değildir.

Başörtüsü konusunda dünyanın hiçbir medenî, ileri, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, insan haklarına saygılı ve bağlı, demokrat ülkesinde Türkiye’deki olduğu kadar baskı yoktur. Bizim için en kötü örnek Fransa’dır ve orada:

Bütün üniversitelerde başörtüsü serbesttir.

Katolik okullarında başörtüsü serbesttir. Bu okullara Fransa devleti, bütçesinden yardım yapmaktadır.

– Orada Müslümanların özel “İslâm liseleri ve kolejleri” kurma hakkı vardır.

Fransa’daki başörtüsü yasağı sadece ve sadece devlet liselerinde geçerlidir. Hattâ orada, bandana ile okula gelen Müslüman kızlara müsamaha gösterilmesi hususunda bir temâyül vardır. (Bandana saçı örten, fakat gerdanı ve kulakları açık bırakan bir örtünme şeklidir.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı, Fransa’nın çıkarttığı başörtüsü yasağını protesto etti ve “Böyle bir yasak Müslüman kızların tahsil haklarının ihlali ve engellenmesidir” dedi.

Bizde de başörtülü kızların tahsil hakları engelleniyor. Peki Müslümanlar bu konuda haklarını gereği gibi savunabiliyorlar mı? Bu soruya müsbet cevap vermek mümkün değildir. Savunamıyorlar… Savunamıyorlar… Savunamıyorlar…

Ağlamakla, inlemekle, feryat etmekle, kıvranmakla iş bitmez. Yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla haklarımız sonuna kadar, en tesirli şekilde savunulmalıdır. Bu savunma işi bir kültür ve medeniyet işidir. Bu iş gecekondu, varoş, kırsal kesim zihniyet, kültür ve uzmanlığı ile halledilemez.

Müslümanların, din hürriyetine sahip olabilmek için var güçleriyle medenîleşmek için çalışıp çırpınmaları gerekir. Arivistlerin, din sömürücülerinin metod ve zihniyetiyle hiç bir yere varılmaz.

Hem İslâm medeniyeti bakımından medenî olmalıyız, hem de çağdaş Batı medeniyetinin ölçülerine göre medeniyetin en yüksek seviyesine çıkmalıyız. Bizim için başka bir kurtuluş yolu yoktur. 13 Temmuz 2004