Cumartesi

 

“Rejimin, düzenin, sistemin kuralları var; üniversite öğrencisi kız, memureler, kadın milletvekilleri başlarını örtemez…” Böyle diyorlar ve görüşlerinin haklı ve doğru olduğunu sanıyorlar. Tabiî ki, yanılıyorlar. Bir Müslüman kadının veya kızın başörtüsü, dinî ve imanî inanç ve kanaatlerle ilgilidir. Müslüman bir ülkede, çoğunluğu teşkil eden Müslümanların dinlerine, inançlarına, inandıkları gibi yaşamalarına engel olunamaz. Çünkü:

(1) Tesettür, yani başını örtmek Kur’anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbit olmuş kesin bir din hükmüdür.

(2) Kaldı ki, başını örtmek evrenseldir. Yahudilerde, Hıristiyanlarda, Mecusilerde de uygulanan bir giyim tarzıdır.

(3) Başını örtmenin medeniyete, ilerlemeye, çağdaşlığa aykırı hiçbir tarafı yoktur. Ateist kadınlar bile soğuk, rüzgarlı, yağmurlu havalarda başlarını örtmektedir.

(4) Dindar Müslümanlar için mecburî olan böyle bir örtünmeyi okullarda, üniversitelerde, Millet Meclisi’nde, resmî dairelerde yasaklamak, temel insan haklarına ve hürriyetlerine aykırıdır. Bir ülkede temel insan hak ve hürriyetlerine aykırı kanun çıkartılamaz. Böyle bir şey gerçek demokrasiye, hukuka, bilgeliğe, insafa, iz’ana, aklıselime aykırı olur.

(5) Osmanlı imparatorluğunda Müslüman kadınlar tesettüre riayet etmişler, kapanmışlar ve kadınlarının böyle olduğu o devlet asırlar boyunca üç kıt’aya hâkim olmuş, büyük bir medeniyet sergilemiştir. Tesettürün medeniyete aykırı olduğu iddiası, tartışmaya bile değmeyecek bir hezeyandan ibarettir.

(6) Bütün ileri, medenî, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, insan haklarına saygılı ülke ve devletlerde Müslüman kadın ve kızların örtüleri ile mücadele edilmemekte, aksine onlara hürmet edilmektedir.

(7) Başörtüsüyle, tesettürle yapılan mücadele demokrasiye, hukuka, temel insan haklarına, bilgeliğe, iç barışa, hürriyete, gerçek laikliğe aykırıdır. Yapılan engelleme ve baskıların hep böyle sürmesi mümkün değildir.

(8) Madem ki, dinî bir hüküm ve emirdir, tesettür ve başörtüsü asla tartışılamaz.

(9) Yapılan zulümler, haksızlıklar, baskılar gün gelir geri teper, iç barışı zedeleyecek tepkiler meydana gelir.

(10) ABD, Kanada, İngiltere, İsveç, Avusturya, Almanya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ileri, medenî, akıllıca idare edilen ülkelerdeki uygulama neyse bizde de aynı uygulama olmalıdır başörtüsü konusunda. Medenileşeceğiz diye İsviçre’nin Medenî Kanunu’nu, İtalya’nın Ceza Kanunu’nu tercüme edip alan zihniyet, o ülkelerdeki din ve vicdan hürriyetini de nazar-ı itibara almalıdır.

Taksim Camii

“AYASOFYA açılsın, başörtüsü serbest olsun!” sloganlarına son yıllarda bir de “Taksim’e cami yapılsın” feryatları eklenmişti. Bunun için bir dernek kurulmuş; en altı otopark, onun üstü oto parçacıları çarşısı, en üstü de cami olacak şekilde bir proje de hazırlatılmıştı. Mimarlık, sanat, estetik değeri olmayan bir projeydi bu.

Güzel olmasa bile, Müslümanlar bir ara Taksim’e, bütün engellemelere rağmen bir cami yaptırabilirlerdi. Lakin fırsattan istifade etmediler, nedense bekleyip durdular ve sonunda orada cami yapılmasına imkân kalmayacak bir hava meydana geldi.

Müslümanlar Taksim camii konusunda ne kadar yanlış, stratejisiz, ilkel hareket ettilerse; karşı taraf da “Taksim laik ve kemalist bir meydandır, kesinlikle oraya cami yapılamaz” mealinde itirazlar serdetmek suretiyle vahşiliklerini, medeniyetsizliklerini, despotluklarını, militanlıklarını, saldırganlıklarını sergilemiş oldular.

Aslında istenilmiş olsaydı, Taksim camii, temeli sayın Demirel’e ve Ecevit’e attırılarak pekâla şimdiye kadar yaptırılmış olurdu. Bazıları bu cami dolayısıyla mânevî rant yemek, itibar kazanmak, bunun sağlayacağı şan u şereften yararlanmak istediler. Ancak evdeki hesaplar çarşıdakilere uymuyor.

Necip Fazıl’ın Vasiyeti

Geçenlerde merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in kabri başında toplantı yapıldı. Gazetelerde resimlerini gördüm, nutuk falan atılmış. Merhumun, “Müslüman Muharririn Vasiyeti” adlı on maddelik yazısından şu paragrafı aşağıya alıyorum:

“6. Mezarımda, sözüm ona bir fikir ve sanat adamının, sözüm ona bazı kıymetlerim ve faziletlerim hakkında nutuk vermeye başladığını görürseniz hemen ağzını tıkayınız ve ona deyiniz ki: ‘Bu sözleri söylemekle biçare Ahmed’in geçmiş ve gelecek bütün cedlerine ve torunlarına ağız dolusu sövmek arasında fark yoktur!’ Ah, yalnız sükûtu; büyük, derin, muhteşem, hikmet ve gufran sükûtunu istiyorum

!” (Çerçeve: 2. Günlük fıkralar. B. Doğu Yayınları 2’nci baskı, s. 118, İstanbul)

Merhum Üstad’ın zikrettiği Ahmed ismi, göbek adıdır. Kendisi cenaze törenlerinde, mezar başlarında yapılan tantanalardan, gösterişlerden nefret ederdi. Vasiyetinin 3’üncü maddesinde şöyle yazmıştır:

“3. Cenaze alaylarında çalınan bando mızıkadan, bir CHP hatibinin din aleyhindeki nutkundan fazla tiksindiğimi biliniz.”

Ölülerimize, geçmiş büyüklerimize hürmet etmeli, onların kabirlerini ziyaret ettiğimizde hem Şeriat’ın kurallarına, hem de merhumların vasiyetlerine uygun hareket etmeliyiz.

Necip Fazıl’ın kabrini ziyaret , kendisine Fatiha ve Kur’an okuyup sevabını bağışlamak, hakkında hayır dua etmek, geçmiş hizmetleri dolayısıyla vefa ve sadakat göstermek için olur. Orada, o mütevazı kabrin etrafında nümayiş, nutuk, tantana kesinlikle olmaz.

Üstad’ın yeri doldurulamamıştır. Bu vesile ile kendisini hayır dua ile anıyor, Allah’tan rahmet, bağışlanma, gufran niyaz ediyorum 06 Haziran 1999