Din Hürriyeti ve Gericilik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Perşembe
Medenî, demokrat, hukukun üstünlüğü prensibini kabul edip uygulayan, insan haklarına bağlı ve saygılı ülkelerde; en geniş şekliyle din, inanç, inandığı gibi yaşama, düşünce ve görüş açıklama, tenkit etme hakları ve hürriyetleri vardır. Sadece, bazı Avrupa ülkelerinde antisemitizmi suç sayan kanunlar vardır ki, bu hürriyeti adaletsiz ve mantıksız şekilde kısıtlamakta ve sınırlamaktadır. Ancak bu bir istisnadır, oralarda esas olan inanç ve fikir hürriyetidir.
İnanç, düşünce, görüş hürriyeti kanunla sınırlandırılabilir mi? Elbette bazı sınırlar konulabilir. Meselâ, halkının bir kısmı Katolik, bir kısmı Protestan olan bir ülkede biri bir yazı yayınlayarak “Ey Katolikler, silahlanın ve Protestanlara saldırın!..” şeklinde düşünceler açıklarsa o adam mahkemeye verilir. Lakin, birisi Katolikleri veya Protestanları, sonu kanunsuzluğa varmayacak şekilde tenkit ederse, bu tenkitler haksız ve yersiz de olsa, o adam yargı takibatına uğramaz. Belki, aleyhinde özel dâvâ açılabilir.
İnanç, düşünce, görüş, tenkit hürriyeti ancak ve ancak âdil kanunlarla sınırlandırılabilir. Bu âdil kanunların son derece açık ve seçik olmaları gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kesin kararlarına göre:
-Düşünce ve tenkitler ne kadar aykırı ve şoke edici olsalar da sırf bu yüzden ceza verilemez.
-Yine ne kadar şiddetli olurlarsa olsunlar, üslubun şiddeti dolayısıyla ceza verilemez.
Hukukta ve insan haklarında değerler vardır. Bu değerlerin başında inanç, din, inandığı gibi yaşayabilme hakkı vardır. Yine, dernek kurma hakkı da temel değerlerdendir.
Amerika’da Amişler denilen koyu Protestan bir cemaat bulunmaktadır.Bunlar, kendilerine mahsus bir bölgede yaşarlar. İnançları ve görüşleri dolayısıyla madde medeniyetinin birtakım icat, keşif ve imkanlarını kabul etmezler. Amişler bölgesinde elektrik yoktur, oraya motorlu vasıta giremez. 18’inci yüzyıl hayatını yaşarlar. O bölgede, ahlâksızlığa ve iffetsizliğe izin verilmez. Birtakım yenilikleri kabul etmedikleri için geri ve sefil durumda mıdırlar? Hayır, refah, sağlık, dirlik-düzenlik, barış, huzur içinde yaşamaktadırlar. Madde medeniyetinin birtakım gelişmelerini kabul etmedikleri için, öteki insanlara göre daha fazla hasta mı oluyorlar, onlarda ölüm yaşı daha mı gençtir, ölüm nisbeti daha mı fazladır? Hayır hayır…Bunların hiçbiri görülmemektedir orada.
Peki Amerikan devleti ve toplumu bu Amişlere ne yapmaktadır? Tolerans göstermektedir. “Nasıl inanıyorlarsa o şekilde yaşamaya hakları vardır; öyleyse serbestçe, korkusuzca yaşasınlar…” denilmektedir. İslâm dünyasında bir sürü uygunsuzluk sergileyen ABD’nin sınırları içinde Müslüman bir vatandaşın din, inanç konusunda birtakım hakları vardır:
* Onun ibadetine kimse karışamaz.
* Diyelim orduda asker veya subaydır, ona domuzlu yemek verilemez, namaz kılmak istiyorsa yer gösterilir, asla “Namaz kılamazsın!” denilemez.
* Müslüman kız çocukları, aileleri veya kendileri öyle istiyorsa okullara başörtüsüyle gelip tahsil görebilirler ve hiçbir resmî makam veya şahıs bu yüzden onlara güçlük çıkartmaz.
* Müslümanların dinî dernek, tarikat kurmaya hakları vardır.
* Yedi yaşındaki Müslüman çocuklar için din ve Kur’ân kursu açılsa buna karışan olmaz.
* Diyelim ki, üniversiteli bir genç ihtida etti, yani Müslüman oldu. Öyle istediği için Arap veya Pakistan elbisesi giydi, başına bir takke geçirdi ve derslere bu kıyafetle gelmeye başladı, hattâ dershanenin kapısını açınca Hello diyeceğine selamün aleyküm demeye başladı. Böyle bir şeye de karışan, ses çıkartan olmaz.
11 Eylül’den sonra bazı düşmanlıklar olsa, birtakım fanatizmler sergilense de durum yine de benim yukarıda anlattığım gibidir. Peki, bizdeki vaziyet nasıldır?
Birtakım ağızlar sık sık “İrtica tehlikesinden” bahsederler. İrtica nedir? Bunun doğru dürüst, açık ve seçik bir târifi (tanımı) yapılmamıştır. Birileri, Müslüman halkın en temel inançlarına, görüşlerine, dinî uygulamalarına, fikir ve görüşlerine çok kolay bir şekilde “irtica” ve gericilik damgasını basmaktadır. “Birileri” Müslüman halkı tehlike ve tehdit olarak görür. Hattâ daha ileriye gidenler çıkar ve dindar Müslümanları “iç-düşman” olarak sıfatlandırır.
Müslümanlar 1915’te Çanakkale savaşları esnasında birtakım dinî ve ruhanî olaylar olduğunu iddia ederler, bunlara inanırlar; birileri bu inançlara da saldırır, “Çanakkale hurafeleri…” der. Abdestin insan sağlığına yararlı olduğunu iddia eden Müslümanlara da saldırılır, bu inanç ve görüşe de hurafe denilir.
Kendileri, “Günde bir bardak viski damar sertliğine iyi gelir” deyince bu çok doğru, çok isabetli bir görüş olur, fakat Müslümanın inançları ve görüşleri gericilik ve hurafe olarak görülür.
Bağımsız bir teşkilata sahip olmadan, dernek kurmadan bir amaca, bir dine ve inanca hizmet edilebilir mi? Edilemez. Türkiye Müslümanları bağımsız bir dinî cemaat teşkilatından mahrumdurlar, onlara din derneği kurma hakkı da tanınmamıştır.
Müslümanların temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayan zihniyet, lâikliği gerekçe olarak gösterip durur. Türkiye’de gerçek mânâsıyla lâiklik var mıdır? Kesinlikle yoktur. Bizdeki sistem “Devlet dini” sistemidir. Din devletin kontrolu, idaresi, gözetimi altındadır.
Yaz geldi, ilkokula giden küçük çocuklara din ve Kur’ân dersi verdirtmek istiyorsunuz. Verdiremezsiniz. Dinî inançlarınız dolayısıyla çarşafla gezmek istiyorsunuz, bir sürü hakarete maruz kalırsınız, “kara çarşaflı” diye anılırsınız.
Türkiye’de din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetini âdil olmayan bir şekilde kısıtlayanlar kimlerdir? Eskiden Müslüman iken sonradan dinsizleşen, inançlarını kayb eden kimseler midir? Hayır onlar değildir. Bambaşka, acayip, iki kimlikli, taqiyye yapan bir taifedir bunlar. Onlar kendilerine Beyaz Türkler derler ama Türklükle pek ilgileri yoktur. Vaktiyle, Selanik Hukuk Mektebi hocalarından Moiz Kohen’in, asıl ismini gizleyip Tekinalp takma adıyla Türkçülük taslaması gibidir onların Türkçülüğü.
“Müslümanların din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetlerine niçin karşısınız, bu karşıtlığınızı ciddî gerekçeler göstererek açıklar mısınız?” sorusuna cevap veremezler. Bu zihniyet devletimizin, vatanımızın, halkımızın önündeki en büyük engeldir. Bu zihniyet, müzmin bir din-devlet anlaşmazlığı ve uyuşmazlığını körükleyip duruyor. Çünkü, ülkemizdeki din-devlet kavgasının ardında yüz milyarlarca dolarlık bir rant vardır. Onlar Türkiye üzerindeki hakimiyet, saltanat ve hegemonyalarını kaybetmek istemiyorlar. Gericilik mericilik bahanedir. 29 Eylül 2006