Din Hürriyetine İndirilen Darbeler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Ocak 2019
Cuma
Bu yazı TCK tasarısı Meclis’te görüşülürken yazılmıştır.
1920’li yılların sonlarında ve 30’lu yıllarda ülkemizde bir takım devrim kanunları çıkartılmıştı. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen bu devrimleri tartışmak mümkün değildir.
Şapka devrimini ele alalım. “Şapka Giyilmesi İle İlgili Kanun”da üniversite profesöründen devlet dairesindeki hademeye kadar herkesin şapka giymesi mecburîdir denilmektedir. Tabiî ki, halk da giyecektir. Bu kanun çıktığı zaman ülkenin birçok yerinde protestolar oldu, bunlar kanlı bir şekilde bastırıldı. Büyük İslâm âlimi İskilipli Âtıf Efendi, şapka kanunundan önce “Frenk Mukallitliği” (Frenk Taklitçiliği) başlığını taşıyan küçük bir risale yayınlamıştı. Kanundan sonra onu yakaladılar, İstiklal mahkemesine verdiler ve Ankara’da astılar. Şehid olmuştur, Allah rahmet eylesin. 1928’de alfabe devrimi yapıldı. Türklerin bin yıldan beri kullanageldikleri yazı yasaklandı, yerine Latin yazısı alındı.
1930’lu yıllarda Türk kadınının açılması için de çalışıldı. Fakat o zaman, erkekler için şapka kanunu yapıldığı gibi, kadınlara mahsus devrim kanunu çıkartılmadı. Şimdi maalesef, yeni Ceza Kanunu tasarısına başörtüsü ile de ilgili yasaklar ve cezalar konulmuş. İcabında başörtülü bir Müslüman kız veya kadın tesettürü yüzünden cezaya çarptırılabilecek, hapse atılabilecekmiş. Açıkça anlaşıldığı gibi yeni Ceza Kanunu, devrimler konusunda Atatürk zamanındakinden daha şiddetli hale getirilmektedir.
AKP’li milletvekillerinin çoğunluğunda böyle bir zihniyet ve istek yoktur. Peki, devrimler konusunda hapis cezası getiren zihniyet hangi zihniyettir? İçeride Pembeler böyle istiyor. Dışarda AB böyle istiyor. Peki, Ceza Kanunu’na konulan ve devrimlere riayetsizlik edenlerin hapse atılmasını öngören maddeler evrensel insan haklarına uygun mudur? Kesinlikle uygun değildir.
Ceza Kanunu bu şekliyle Meclis’te tasdik edilip yürürlüğe girecek olursa illetli (hasta) bir kanun olacaktır. Yeni Ceza Kanunu kendi çocuklarına veya Müslüman çocuklara özel din dersi verilmesini de yasaklamakta, verenlere hapis cezası getirmektedir.
Dinî faaliyetler ve hizmetler konusunda devletin âdil bir şekilde denetlemek konusunda elbette yetkisi vardır. Ancak:
– Devlet inançlara, ibadetlere, mâbetlere karışamaz.
– Devlet dinî kılık kıyafetlere, sarığa, takkeye, çarşafa, başörtüsüne karışamaz.
– Devlet özel din eğitimini kısıtlayamaz, yasaklayamaz, yapanlara ceza veremez.
Büyük Millet Meclisi’ndeki Müslüman milletvekillerinin yeni Ceza Kanunu tasarısının din hürriyeti konusundaki sakıncalı maddelerini tenkit ve protesto etmeleri, tasarıdan çıkarttırmaları gerekir. Bunu yapmazlarsa Müslüman halkın teessüflerini hak etmiş olacaklardır.
Ülkemizin her yerinde misyonerler cirit atarken, hiçbir şekilde rahatsız edilmeksizin Teslis dini için çalışırlarken, Müslümanların ellerini kollarını bağlamak demokratik bir rejime yakışmaz.
Tarikatçilere yeni cezalar getirmek bir tarafa, İslâm tarikatlerinin açılmasına izin verilmelidir. Dünyanın bütün medenî, demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş, temel insan haklarına bağlı ve saygılı ülkelerinde tasavvuf tarikatları serbest de Türkiye’de niçin yasaktır?
Atatürk’ün, kapatılmalarından on beş sene sonra tarikatların yeniden serbest bırakılması emelini beslediğine dair bazı rivayetler vardır. Aradan seksen yıla yakın bir zaman geçmiştir.Mason locaları açıktır da, İslâm tarikatları niçin kapalıdır? 1935’te Mason localarını Atatürk kapattırmamış mıydı?
Müslüman hukuk profesörleri, Müslüman fikir adamları, Müslüman düşünürler, Müslüman aydınlar, Müslüman entellektüeller niçin bu konuda konuşmuyorlar, yazmıyorlar, millî menfaatleri savunmuyorlar? Tarikatlar resmen kapatılmıştır ama yine de varlıklarını ve faaliyetlerini sürdürmektedir. Millî menfaatlerin, hukukun, adaletin, vicdanın bir gereği olarak onlar üzerindeki yasakların ve tabuların kaldırılması gerekmez mi?
Mevlevî tarikatini düşünelim. Devlet eliyle Mevlânâ törenleri yapılmaktadır. Bunlar tören mören değildir, Mevlevî zikridir. İki yüzlülüğü bıraksak da, tarikatları yeniden yasal hale getirsek daha iyi olmaz mı? Tarikatların tekrar açılması çok sakıncalar getirirmiş… Emin olunuz, kapalı olmalarının sakıncaları daha fazladır.
Eskiden Osmanlı Devleti zamanında Şeyhülislâmlık dairesinde bir
(Şeyhler Meclisi) dairesi vardı. Tarikatlarla ilgilenirdi. Tarikatlar elbette başıboş bırakılamaz. Elbette, müsbet mânâda kontrol edilmeleri gerekir.
– Her tekke, zaviye veya dergâh aynı zamanda bir camidir, beş vakit namaz kılınır.
– Şeriatsız tarikat olmaz.
– Herhangi bir tarikat hiçbir zaman din sömürüsüne âlet edilemez.
– Gerçek bir İslâm tarikatı hiçbir zaman ticarethâne, holding, finans kurumu gibi çalışamaz.
Tarikatlar bilgili, irfanlı, firasetli, dindar, ahlâklı, faziletli Müslümanlar, yani iyi insanlar, iyi vatandaşlar yetiştirir.
Osmanlı devleti altı yüz küsur yıl boyunca medreselerle ve tarikatlarla ayakta durmuştur.
Böyle hayırlı, feyizli, ışıklı kurumları kapatmak, kapalı tutmak Türkiye’ye ancak zarar verir.
Mason kendi locasına gidiyor ve Mason âyinine katılıyor da, ben bir Müslüman olarak niçin bağlı olduğum tarikatın tekkesine gidip de zikrullah halkasına katılamıyorum.
Cumhuriyet fazilet rejimidir. Gerçek bir cumhuriyetin, Müslüman halkına karşı tabuları, gayr-i âdil yasakları olmamalıdır. Pembelerin cumhuriyetimiz üzerindeki ipoteklerine son verilmelidir.
Ülkemizde insanlar dinleri, inançları, görüşleri, tenkitleri, meşrebleri yüzünden mahkemeye verilmemeli, hapse atılmamalıdır. Müslümanların tepesinde Damoklesin kılıcı gibi sallanan ceza maddeleri kaldırılmalıdır. Yazıklar olsun ki, kaldırılmak bir tarafa daha ağırları getirilmek isteniyor.
Sayın milletvekilleri!.. Bilseniz ne büyük bir vebal altındasınız… 16 Ekim 2004