Pazar

 

Halkın ve din âlimi olmayan, dinî ve şer’î tahsil görmemiş bulunan okumuşların ağır, mufassal, derin din kitapları edinmelerinin ya hiç faydası yoktur, yahut pek az faydası vardır.

Halka ve okumuşlara birtakım din bilgilerini, islâmî kültürü çok kısa, metîn, özlü, öğrenilmesi ve ezberlenmesi (evet, ezberlenmesi) kolay metinler şeklinde vermek gerekir. Bunları okuyacaklar, içlerindeki bilgileri ezberleyecekler, iyice belleyeceklerdir.

Adamda sekiz ciltlik dört mezhebin fıkhı kitabı varmış. Ne öğrenmiş ondan? Belki de hiç bir şey… O sekiz ciltlik eser yerine kırk elli sayfalık kısa, özlü bir fıkıh kitabını ezberlercesine okumuş ve incelemiş olsaydı dinde daha fakih olurdu.

Dinî tahsil görmemiş aydınların otuz sayfalık bir Usûl-i Fıkıh metni okumaları gerekir.

Usûl-i fıkıh nasıl ilimdir? Mevzuu, gayesi nedir? Hangi konuları inceler?

Adamcağız beş yüz sayfalık mufassal bir usûl-i fıkıh kitabı satın almış, kütüphânesine koymuş. Bundaki ilmi, hocasız tek başına okuyup tahsil etmesi mümkün değildir. Kitap turşu gibi rafta duruyor, sahibi de bu konuda kör câhil oturuyor. Yüksek tahsil yapmış dindar bir Müslümanın usul-i fıkıhtan elli kadar ana ve önemli madde bilmesi yeterlidir.

En fazla Sünnet ve hâdisler hakkında sağlam bilgi edinmesi icab eder. Peygamberin söylediklerinin de bir nevi vahiy olduğunu öğrenecektir. Sünnet ve hadîs düşmanlığı yapanların kötü niyetli olduklarını, İslâm dininin temellerine dinamit koymak istediklerini öğrenecektir.

Birtakım mugalatacılar

“Ebû Hanife ‘Benim ictihadımı nakz eden bir hadîs görürseniz ona tâbi olunuz’ buyurmuştur. Binaenaleyh Hanefî mezhebine mensup herhangi bir Müslüman bir hadîsle hanefî fıkhının bir hükmü arasında bir uyumsuzluk görürse hadîse tabi olmalıdır”

diyorlar.

Kısa ve özlü usûl-i fıkıh notlarında Müslümanlar bu konuda uyarılacaktır. Ebû Hanife hazretleri bu sözü avam için, mukallidler için söylememiştir. Müctehidler, tabakat-ı fukahanın üst derecelerindekiler için söylemiştir.

Usûl-i fıkıh ilmi ne diyor?

“Bir mukallid, nas ile fukaha sözü arasında bir uyumsuzluk görürse, nassa mı tâbi olur, fukaha sözüne mi?.. Fukaha sözüne tâbi olur.” Niçin? Çünkü avammın, mukallidlerin uyumsuzluk, tenâkuz gibi gördükleri şey aslında onların bilgisizliklerinden, anlayışsızlarından kaynaklanmaktadır. Nasta tahsis olabilir, te’vil olabilir, birkaç vecih olabilir. Meselâ gece namazı Resûlullah Efendimiz için farzdır, ümmeti için sünnettir.

Müslüman halkın ve okumuşların usûl-i tefsir konusunda da beş on sayfalık temel bilgiyi iyice öğrenip ezberlemesi gerekir.


Kaç türlü tefsir vardır?

Üç türlü:

Birinci rivayet tefsiri, ikincisi dirayet tefsiri. Bu ikisi doğru, muteber, güvenilir tefsirdir. Bunun dışındakiler re’y ve heva tefsiridir, onlara itibar edilmez…
Her Müslümanın, Kur’ân-ı Kerîm tercümesi, meâli, tefsiri yapacak âlimlerde bulunması gereken şartları bilmesi gerekir.
Tefsir yapabilmek, müfessir olabilmek için ondört ilmi hocasından öğrenmiş ve icazet almış olması icab eder. Bu ilimlerin onbeşincisi ise kisbî değil, vehbîdir, yani Allah vergisidir.
Bu onbeşinci ilmi, Allahu Teâlâ, ilmiyle ‘âmil ihlâslı kuluna nasip eder. Müfessirin ayrıca zamanının din dışı ilimlerinde ve kültüründe de yeterli behresi olması lazımdır.

Zamanımızdaki kötü âdetlerden biri de, birtakım büyük, mufassal, ancak hoca ile okunup anlaşılabilecek derin din kitaplarının Türkçeye tercüme edilip, aldatıcı reklâmlarla iyi niyetli saf halka satılmasıdır. Adamın Arapçası yok, tahsili yeterli değil, elifi görse mertek sanıyor ve bu kişi yirmi otuz cilt tefsir, kırk cilt hadîs, otuz cilt fıkıh eseri satın alıyor. Tabiî ki, bunlardan bir şey öğrenemiyor.

İlk asırlardaki İslâm büyüklerinden Şiblî hazretleri

“Dört bin hadîs-i şerifi inceledim. bunlardan dördünü seçtim ki, bu dört hadîs beni kurtarmaya yeterliydi…”

buyurmuşlardır.

Din âlimi olmayan Müslümanlara en gerekli kitap tefsir ve hadîs külliyatı değil, orta hacimli bir ilmihal kitabıdır. Bu ilmihalde yeterli miktarda itikad, ahlâk ve her Müslümana lazım muamelât bilgileri de yer almalıdır. Özel kütüphanesinde yüzlerce cilt din kitabı bulunan öyle kardeşlerimiz var ki, Allah’ın sıfatlarını, Peygamberlerin sıfatlarını ezbere sayamazlar.

Müslüman kütlelere mezhebsizliğin, telkif-i mezahibin zararlı ve yanlış olduğu da güzelce anlatılmalıdır.
“Ebu Hanife de benim gibi bir insandı. O nasıl ictihad yapmışsa ben de yaparım…” diye had-nâ-şinaslar mutlaka uyarılmalı, edebe dâvet edilmelidir.

Temel din bilgilerini öğrenmek, ezberlemekle de iş bitmiyor. Bunların mutlaka hayata uygulanması gerekir. Biliyor ama hayatına uygulamıyor, hattâ bazen tam tersini yapıyor. Ne biçim bir Müslümandır bu! İslâm’ı hem bilmeliyiz, hem de yaşamalıyız.

Son otuz kırk yıl zarfında Müslümanların kafaları çok karıştırıldı. Din adına çok aşırı, çok şaz, çok kuraldışı fikirler ileri sürüldü, görüşler ortaya atıldı, aksiyonlar yapıldı. Din konularında tartışmaması gereken Müslümanlar alabildiğine tartıştılar ve ümmet param parça oldu.

Dinî konular mıncıklandı. Dinî konular halkın, çoluk çocuğun, ehliyetsiz ve yetersizlerin oyuncağı oldu. Fetva vermeye bile ehliyeti ve liyakati olmayanlar ictihad yapmaya yeltendiler.

Kafalar karışınca reformcu, yenilikçi, tarihselci yerli oryantalistler meydanı boş buldular. Kimisi küfre kadar yol açacak ters ve aykırı fikirler, görüşler ileri sürdüler.

Kendini bilmez birtakım adamlar, ehl-i Tevhid ve ehl-i Kıble olan Müslümanları uluorta tekfir ettiler. İslâmî kesimde her kafadan ayrı bir ses çıkmaya başladı. Bir toz duman oldu ki, sormayın. Ümmet-i Muhammed’in disiplini, birliği bozuldu. Birlik gidince, mü’minler arasında çekişme başlayınca güç ve kuvvet gitti. Artık toparlanma zamanı gelmiştir.

Peygamberden bize nuranî bir silsile ve hiyerarşi ile gelen gerçek İslâm’a sarılalım.

Kendi kafamıza göre Kur’ân âyetlerinden, hadîslerden mânâ ve hüküm çıkartmayalım. Müfessirlere, muhaddislere, fukahaya tâbi olalım. İcazetsiz ve ehliyetsiz uyduruk din bilginlerine tâbi olmayalım. Akaid, fıkıh, ilmihal, tefsir, hadîs gibi din ilimlerinde geleneksel icazetli ulemaya bağlanalım; oryantalistlere, reformculara kulak asmayalım, kulak vermeyelim.

Mevrid-i nasta ictihad yapmaya kalkışan birtakım cemaat başkanları ile olan bağlarımızı çözelim. Hiç kimsenin mevrid-i nasta ictihad yapmaya hakkı yoktur. Light Islam, ılımlı İslâm gibi tuzaklardan uzak duralım. Dinlerarası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik gibi hilelere aldanmayalım. Pakistan’dan kovulmuş Profesör Fazlurrahman’ın tarihsellik mezhebini dışlayalım. En ufak bir reform ve yenilik hareketini bile şüphe ile karşılayalım.

İslâm dini en son, mükemmel dindir. Hükümleri Kıyamet’e kadar bakî kalacaktır. Bu inançtan şaşmayalım.

Siyonistlerin, Masonların, Haçlıların çıkardığı yeni dinî teori yorumlardan uzak duralım.

Şeriatsız Tarikat olmaz. Bunu iyi bilelim. Hizip, fırka, cemaat, tarikat, meşreb taassubundan ictinab edelim.
Şeriatın en küçük bir hükmünün terkine, ihmaline bile razı olmayalım. Dini bütün olarak koruyalım. 21 Haziran 2004