Salı

Türkiye’nin başındaki en büyük belâ ve musibet rejim-din kavgasıdır. Bu kavgayı İslâm dini çıkartmamıştır. Düzenciler, sistemciler çıkartmışlardır ve şimdiye kadar çoktan bitirmiş olmaları, din ile barışmaları gerektiği halde tek taraflı olarak, akıl ve bilgeliğe aykırı olarak bu mânasız, zararlı, mantıksız mücadeleyi sürdürmektedirler.

Biz Anadolu halkı varlığımızı ve kimliğimizi İslâm’a borçluyuz. İslâm bizim gücümüz, aydınlığımız ve rehberimizdir. İslâm’ı hakkıyla uyguladığımız zamanlarda büyük bir cihan devleti ve nizamı kurmuşuzdur. Osmanlı devletinin enkazından kırka yakın irili ufaklı devlet çıkmıştır. Çağımızın en büyük tarih felsefecisi Arnold J. Toynbee, “Eflâtun’un ideal cumhuriyetine realitede (uygulamada) en fazla yaklaşabilmiş sistem Osmanlı devletidir” (Tarih üzerine bir Etüd, Ispartalılar bölümünde) hükmünü vermiştir. Osmanlıya o gücü, o hikmeti, o üstünlüğü, o fazileti İslâm dini vermiştir. İki küçük şehre, az bir araziye sahip olan ve bir aşiretten ibaret bulunan ilk Osmanlılar İslâm’a olan samimî bağlılıklarıyla ve ondan aldıkları güçle akıllara hayranlık veren bir nizam kurmuşlardır.

Sonra İslâm’ın ruhundan uzaklaşmalar, kalitesizlikler, açık veya gizli ihanetler olmuş ve gerileme başlamıştır.

Türkiyeliler tekrar güçlenmek, vasıflı olmak, insanlık camiası içinde üstünlük kazanmak istiyorlarsa bunu ancak İslâm’la yapabilirler; İslâm’a zıt giderek, İslâm’a sırt çevirerek yükselmeleri mümkün değildir. Zaten fazla konuşmaya hâcet yoktur, manzara meydandadır.

Türkiye’de bazı egemen azınlıkların, güç kaynaklarının, iki kimlikli cemaatlerin İslâm’a karşı açmış oldukları savaşın herhangi meşru bir tarafı, izah edilebilir bir yönü var mıdır? Asla yoktur. İslâm Türkiye halkının ezici çoğunluğunun dini ve kimliğidir. Ona karşı açılan savaş, yürütülen mücadele gayr-i meşrudur; akla, hikmete, mantığa, insan haklarına aykırıdır.

Biz böyle savaşları maalesef Tunus, Özbekistan gibi bazı İslâm ülkelerinde de görüyoruz. Bunlar demokrasiye, hukuka, akl-ı selime aykırı politikalardır.

Japonya Batı medeniyetinin teknolojisini, pozitif ilimler sahasındaki bilgilerini almış, metodlarından yararlanmış ve büyük bir devlet olmuştur. Lakin Japonlar kendi millî kimliklerinden, millî kültürlerinden, kendi kişiliklerinden en ufak bir tâviz bile vermemişlerdir. Japonlar çok zor, çok çetrefil, öğrenilmesi büyük zahmet ve gayret gerektiren, binlerce karışık şekilden ibaret bir yazı sistemine sahip oldukları halde onu değiştirmemişlerdir. Değiştirmiş olsalardı dejenere olacaklardı.

Üstünlük kılıkta kıyafette, serpuşta, kadınların açık veya kapalı olmasında, dans etmekte, alkollü içkileri yaygınlaştırmakta, kumarda, zevk u sefada, hedonizmde değildir. Medeniyetin, kültürün, üstünlüğün temelleri bunlar değildir.

Milletlerin, halkların karakterleri, kendilerine mahsus zihniyetleri, kalıtım yoluyla gelen âdetleri, gelenekleri, alışkanlıkları vardır. Bir zencinin derisi nasıl beyaz yapılamazsa, bir milletin karakteri ve zihniyeti de değiştirilemez.

Müslüman Türkiye halkının islahı, terbiyesi, kurtuluşu, yücelmesi ancak ve ancak İslâm dairesi içinde kalmasıyla mümkün olacaktır. İslâm’da Türkiye insanlarını, ülkeyi islaha yetecek unsurlar mevcuttur yeter ki, bunlar hayata başarı ile uygulansın. Dünyada hiçbir din ve nizam, İslâm’ın ilk otuz-kırk yılında olduğu kadar büyük hamle, fetih, parlaklık gösterememiştir.

Düzencilerin, sistemcilerin gayr-i meşru mücadeleleri yüzünden ülkemizdeki bütün islâmî eğitim, kültür, sanat, medeniyet müesseseleri ya kapatılmış, yahut da dejenere edilmiştir. Bunun neticesinde Müslümanlar kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra kültür ve zihniyeti bataklığına düşmüşlerdir. Böyle bir durumda ne kendilerine faydaları kalmış, ne de devlete ve ülkeye yararlı olabilecek bir güce sahip olabilmişlerdir.

Ülkemizdeki birtakım gizli ve esrarlı güçler Müslümanları câhil bırakmak; onlarca büyük, yüzlerce orta, binlerce küçük cemaat ve fırkaya bölmek; islâmî hareketin içine casuslar ve ajanlar sokarak Müslümanları yanlış yollara sokmak için yıllardan beri büyük gayretler sarfediyor, muazzam meblağlar harcıyorlar. Bu suretle hem İslâm’a ve Müslümanlara zarar veriyor, hem de dolaylı şekilde devlet, millet ve ülke olarak Türkiye’nin kuyusunu kazıyorlar.

İster ateist olsun, isterse başka bir dine mensup bulunsun Türkiye’de ki her gerçek aydının rejimle din arasındaki çatışmaya son verilmesi için çalışması, gayret göstermesi gerekir. Bu savaş bu şekilde devam ederse ülkenin batma ihtimali vardır.

Türkiye’nin paylaşılması planları uygulanmaya çoktan konulmuştur. Doğu’da ve Güneydoğu’da Anadolu’nun büyük bölümleri yerli halktan arındırılmış, milyonlarca insan Batıya göç ettirilmiştir. Bu boşalan yerlere acaba müsait bir zamanda başka halklar, başka nüfuslar mı getirilip yerleştirilecektir? Üzerinde durulacak bir sorudur bu.

GAP bölgesine İsrail ve Yahudi ilgisi çok yoğunlaşmıştır. Büyük İsrail’in sınırları Fırat ile Nil arasındaki bölgedir. Yahudilerin bu bölge üzerinde ne gibi emelleri vardır, ne yapmak istiyorlar?

Güneyimizde bir Kürdistan devleti kurulmuştur. Bu devletin ileride Türkiye’den büyük bir toprak parçası istemeyeceği hususunda bir garanti var mıdır?

Türkiye’deki rejim-din çekişmesinin en hareketli taraftarları ve aktörleri birtakım militan ve fanatik Sabataycılardır. Onlar böyle yapmakla devletin, milletin, vatanın kuyusunu kazdıklarının farkında değil midirler?

İslâm vicdanlara hapsedilmek, hayattan sökülüp atılmak ve onun yerine resmî ideoloji yeni bir din gibi kabul ettirilmek isteniyor. Bu hayalin gerçekleşmesi mümkün ve muhtemel midir?

Sabataycıların dışında ülkemizde, sayıları bir buçuk milyon kadar olduğu söylenen iki kimlikli bir azınlık daha vardır. İleride bu iki kimlikli tâife başımıza büyük işler ve gaileler çıkartmaz mı?

Dünyadaki bütün medenî, ileri, güçlü, sağlıklı, devletler, ülkelerindeki dinle veya dinlerle barışık yaşıyorlar. Demokrasinin, hukukun, insan haklarının beşiği olan İngiltere laik bir yapıya sahip değildir. Orada devlet başkanı aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin de başıdır. Orada, her sabah liselerde derslerden önce dinî âyin yapılır.

ABD’de sonsuz bir din hürriyeti vardır. Anayasada, Kongre’nin dinî konuda kanun yapamayacağı yazılıdır. Amerikan paralarının ve pullarının üzerinde “Biz Allah’a güveniyoruz” ibaresi vardır.

Laiklik ilkesi sadece Fransız anayasasında yazılıdır, orada da geniş bir din ve inanç hürriyeti mevcuttur.

Diğer bütün Avrupa devletlerinde din-devlet barışı, din-devlet uyumu ve işbirliği mevcuttur.

Din-devlet kavgası yüceltmez, güç vermez, ilerletmez. Aksine batırır, bitirir, çökertir.

Din-Devlet yahut din-rejim kavgasını sürdürenlerin, körükleyenlerin Türkiye’nin dostu olduklarına inanmak zordur. Ne istiyorlar, ne düşünüyorlar? Bu suallerin cevabını araştırmalıyız. 11 Ekim 2000