Pazartesi

 

Bazı ülkelerin etnik yapısı homojendir. Mesela Kore’de, sadece Koreliler yaşar. Japonya’da yüzde doksan dokuz küsur Japonlar vardır. Çok az miktarda Aynular ismini taşıyan bir azınlık bulunmaktadır ki, erimişler, son derece kenara itilmişlerdir. Bazı ülkelerde de, çeşitlilik vardır. Mesela İsviçre’de, Almanca konuşanlar, Fransızca konuşanlar, İtalyanca konuşanlar, az miktarda da Roto-Romanş dilini konuşanlar vardır. İngiltere’de üç ayrı bölge, üç ayrı lisan bulunmaktadır: İskoçya, Galler bölgesi ve Britanya.

Amerika, ırk, kültür, lisan, din bakımından son derece çeşitlilik arz eden bir ülkedir. Fransa’da ayrı kimlikliler olarak Korsikalıları, Baskları, Brötonları sayabiliriz.

Türkiye etnik çeşitlilik ve alt-kimlik bakımından, Osmanlı cihan devletinin mirasçısı olarak son derece büyük bir çeşitliliğe sahiptir. Bazıları bizde otuz, bazıları kırk beş, bazıları yetmiş beş çeşit etnik kökenli grup olduğunu iddia eder. Tabiî bunların hepsi Türkiyelidir, yüzde doksan küsuru da Türkçe konuşup yazmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu bir milletler birliği idi. Osmanlıdaki millet kelimesi bugünkü manaya değildir. Etnik, dini, kültürel bakımdan bir birlik meydana getiren topluluk demektir. İslâm milleti, Rum Ortodoks milleti. Gregoryan Ermeni milleti, Yahudi milleti… gibi.

Osmanlıda hakim unsur İslâm milleti idi. Bunlar etnik köken bakımından yüze yakın alt-kimliğe sahip olsalar da, din bağı kendilerini birleştiriyordu.

Yakın tarihimizde İslâm dinine cephe alındı, halk kitleleri sekülerleştirilmeye çalışıldı. Seküler kelimesi ile laik kelimesi arasında mana farklılıkları ve ince ayrılıklar bulunmaktadır. Laiklik en kaba manasıyla din ile devletin ayrılmasıdır; sekülarizm ise din ile hayatın birbirinden ayrılıp kopmasını isteyen doktrindir. Türkiye’de bir ara dine karşı bir savaş açıldı; bütün din okulları, medreseler, ilahiyat fakültesi kapatıldı, binlerce cami satıldı yahut kiraya verildi, hatta bazı mâbetler temellerine kadar yıkılıp yok edildi. Camilere paralel olarak dergahlar, tekkeler, zaviyeler de kapatıldı, tarikatlar yasak edildi.

Anadolu ve Trakya’daki Müslümanların varlığı dine bağlıydı. Bu topraklar bundan bin sene önce Orta Asya’dan gelen şeyhler, dervişler tarafından İslâmlaştırılmıştı. Osmanlının iki temeli vardı: Medreseler ve tekkeler; Şeriat ve tarikat. Yüz sene önceki Türkiye’yi düşünelim. Herşey dine dayalıydı, meşruiyetini dinden alıyordu, varoluşunu dine borçluydu. İş, çalışma, ticaret, zenaat hayatı loncalar, ahîlik, fütüvvet ahlâkı üzerine kuruluydu.

Din ve devlet adeta özdeş hale gelmişti. Osmanlı metinlerinde “Din ü devlet” tabiri çok sık kullanılır. O devirlerde devletin, Müslüman halkın meşruiyeti, varoluş sebebi ve hikmeti dindi. Kültür, eğitim, sosyal faaliyetler din etrafında cereyan ediyordu. Takvim dinî takvimdi, kanunlar dinî kanunlardı.

İmparatorluğun Hıristiyan tebaası da çoktu. Onlara İslâm Barışı gölgesinde çok geniş hürriyet verilmişti. Dinlerine, kimliklerine, inançlarına ve örflerine göre yaşamak haklarına dokunulmamıştı. Avram Galanti, İzmirli Yahudilerle ilgili kitabında
Yahudilerin kendi mahkemeleri olduğunu, hatta kendi şeriatlarına göre, suç işleyen kimseleri muhakeme edip cezalandırdıklarını, hapse attıklarını yazmaktadır.

Osmanlı zamanında gayr-i müslimler o kadar çok dinî hakka sahip idiler ki, Türkçe öğrenmeleri bile mecburi değildi. Müslümanları ayakta tutan, birleştiren, onlara güç veren din idi. Dinî müesseseler idi, dinî gelenekler idi, dinî değerler idi. Bunlar yıkılınca sarsıntı, çözülme, dağılma meydana gelmesi kaçınılmazdı.

Türklerle Kürtleri din birleştiriyordu. Dinî bağlar gevşeyip zayıflayınca kopukluklar, çatlaklıklar oldu.

On dokuzuncu asırda Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak ve çökertmek isteyen misyonerler ve emperyalistler ülke bünyesindeki çeşitli “milletler” arasına milliyetçilik, kavmiyetçilik, bölücülük, ayrımcılık tohumları ekmeye başladılar.Hıristiyanları bu yolla devlete düşman ettiler. Müslümanları da böldüler; Araplar arasında Arap milliyetçiliği, Arnavutlar arasında Arnavut milliyetçiliği, Türkler arasında Türk milliyetçiliği propagandası yaptılar. Ondokuzuncu asra kadar, Müslüman Türkler içinde milliyetçilik ideolojisine bağlı bir tek kişi yoktur. Zaten bu ideolojiyi, doktrini, cereyanı hep gayr-i Türkler yaymış ve geliştirmişlerdir. Müslüman Araplar da milliyetçi değildi, o cereyanı da genellikle Hıristiyan Araplar çıkartmıştır. Bütün bu milliyetçilik ve kavmiyetçilik cereyanlarının arkasında da Yahudi oryantalist ve türkologlar görülmektedir.

Yakın tarihimizin en hararetli, en ateşli, en yakıcı Türk milliyetçisi, takma ismi buram buram Oğuzluk kokan Tekin Alp’tir. Okuyucularım bu zatın asıl isminin Moiz Kohen olduğunu iyi bilirler. Bu Yahudi, ateşli ve yakıcı bir milliyetçi ve Türkçü olduğu gibi aynı zamanda, amansız bir Şeriat düşmanıydı. Başka ülkelerde nice milliyetçi cereyan halkının, ırkının, milletinin dinine ve mukaddesatına saygılı olmuştur. Acaba bizim şu Tekin Alp nam-ı diğer Moiz Kohen’imiz niçin kitaplarından birine “Kahrolsun Şeriat!” yazacak kadar din-i mübin-i İslâm’a düşmandır.

Yıkmak kolay, yapmak zordur… Bu ülkeyi, bu halkı bin yıl boyunca ayakta tutan müesseseler, değerler, zihniyet temellerinden dinamitlenince; yerlerine aynı sağlamlıkta yeni kurumlar ve değerler konulamadığı için büyük yozlaşma, sarsıntı, çözülme olmuştur.

1923’te imzalanan Lozan Andlaşması,modern Türkiye’nin uluslararası meşruiyet belgesidir. Emperyalistler, misyonerler, uluslararası gizli güçler bugünkü topraklarımızın fazla olduğunu, yetmiş milyonluk halkımızın kendileri için bir tehlike ve tehdit oluşturduğunu düşündüler ve Türkiye’yi küçültmeye karar verdiler. Böylece 2’nci Sevr planları uygulamaya konuldu. Bazı safdiller, 2’nci Sevr sürecinin henüz başlamadığını sanıyorlar; çoktan başlamıştır, Türkiye’yi parçalamak hususunda hayli de yol almışlardır. Açık havada çalışmadıkları, ayaklarımızın altındaki toprakların altını kazdıkları için farkında değiliz. Ülkemiz her geçen gün biraz daha sömürgeleştirilmektedir. Her geçen gün Türkiye temellerinin altına daha fazla dinamit yerleştirilmektedir. Ülkenin parçalanması için ille de bir kısmının kopup, bütünden kesin şekilde ayrılıp bağımsızlığını ilan etmesi gerekmez. Bu parçalanma, gevşek bir federatif yapı ile de gerçekleşebilir.

Türkiye halkının büyük bir kısmı İslâmî kimlik, İslâmî değerler, İslâmî kurumlar konusunda direniyor. Lakin kendisine uzun yıllar boyunca aşırı miktarda zehir, afyon verilmiştir. İslâmî hiyerarşi bin parça olmuştur. İslâmî riyaset kaldırılmıştır. Halkın bir kısmı sekülerleştirilmiş, dinden kopartılmıştır.

Türkiye’nin durumu gerçekten vahimdir. 04 Kasım 2003