SalıDİN kesinlikle siyasete âlet edilmemelidir. Siyaset dine âlet edilebilir ama bence buna da lüzum yoktur. Çünkü siyaset kirli bir iştir; dine hizmet maksadıyla kullanılırken ortaya bir yığın sakınca ve kirlilik çıkacaktır.

Samimî ve dindar Müslümanlar militanlıkla bir yere varamayacaklarını artık iyice anlamış olmalıdır.

Kanunlar müsait olsa ve bir grup Müslüman “İslâm Partisi” adı ile bir parti kursalar, son derece yanlış bir iş yapmış olurlar. İslâm yücedir, parti ise süflîdir; İslâm dini bir parti ile özdeşleştirilemez.

Peki Müslümanlar siyasî çalışmalar yapmasın mı, parti kurmasın mı? Böyle bir şey dediğim yok. Ben, İslâm’ın siyasete âlet edilmemesini, dinin siyasî bir parti ile özdeşleştirilmemesini söylüyorum.

Türkiye Farmasonlarının siyasî partisi var mı? Tapınak Şövalyeleri, “Mason Partisi” adında bir siyasî teşekkül kurmuşlar mıdır?

Masonluk partisi yok ama Masonlar Türkiye’nin en güçlü birkaç lobisinden biridir. Bu nasıl oluyor? Onlar ilimle, kültürle, yüksek ve parlak tahsille, kadrolaşmakla ülkeye hâkim olmuşlardır.

Çiftçilik, hayvancılık, çobanlık, bahçıvanlık, işçilik, seyyar köftecilik, yorgancılık, balıkçılık, yufkacılık yapan bir tek Mason yoktur. Onlar zeytinyağı gibi hep suyun üzerindedir. Küçük memurluk onların işi değildir. Genel müdürlük, başkanlık, profesörlük gibi işler yaparlar.

İslâm adına siyasî bir parti kurarsın, ilk seçimlerde iktidarı tek başına alırsın ve devletin, hükümetin başına geçerek ülkeyi selâmete götürürsün… Siz bu duaya âmin diyenlerden misiniz?

Bir kere iktidar olabilmek için muktedir olmak gerekir.

Muktedir değilsen, iktidar olmaktan geçtim, muhalefet bile yapamazsın.

İktidar… Muktedir olmak… Bu konuda beş yüz sayfalık bir kitap yazılsa, söylenmesi gerekenler yine bitirilemez.

Türkiye’de devletin, ülkenin, milletin üzerinde bir derin devlet, bir siyasî sistem, bir resmî ideoloji vardır ve son sözü o söylemektedir. Devlete, millete, halka tepeden bakan ve dediğim dedik diyen bu güç, düzen partileri dışındaki partilere izin vermiyor. Hukuk mukuk dinlediği de yok.

Türkiye’de, her ülkede olduğu gibi bir tek iktidar yoktur. Çeşitli iktidarlar vardır.

MEDYA iktidarı vardır. Medya sahasında gücün ve varlığın yoksa siyasî iktidarı ele geçirsen de fazla tutunamazsın. Basın ve televizyon faaliyetlerinin birinci liginde hizmet veremiyorsan iktidar olabilirsin ama iktidarda kalamazsın. Kısa bir müddet sonra medyanın hücumları karşısında yıkılır ve düşersin.

PARA ve FİNANS iktidarı vardır. Hiçbir siyasî iktidar para ve finans iktidarı ile savaşamaz, savaşmaya kalkarsa zafer bulamaz. Milyonlarca fakir, köylü, işçi, ev kadını, küçük esnaf, işsiz vatandaş senin partini desteklese, iktidar olması için çalışsa; şayet ülkenin birkaç yüz büyük para babası, dev iktisadî ve ticarî müessese patronu seni desteklemiyorsa, sana düşman ise iktidarda kalman mümkün müdür sanıyorsun?

Meclis’in duvarına “Egemenlik kayıtsız şartsız halkındır” yazmakla iş bitiyor mu? Duvardaki yazı yerinde duruyor ama egemenlik halkın değildir.

Egemenlik halkın olsa başörtülü kız öğrenciler fakülte kapılarında ağlaşırlar mı?

Egemenlik halkın olsa din, inanç, inandığı gibi yaşamak, fikir hürriyeti bu kadar kısıtlanır mı?

“Egemenlik kayıtsız şartsız halkındır” cümlesi bir edebiyattan ibarettir. Gerçek başkadır.

1945’e kadar ülkede tek parti rejimi vardı. Meclis’in duvarında “Egemenlik Kayıtsız şartsız halkındır” yazılıydı. O zamanlar, birinci seçmenler ikinci seçmenleri seçer, bu ikinciler de CHP iktidarının hazırladığı seçim pusulalarını sandığa atarlardı. O devirde de “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundu.”

Halk kitleleri hiç bir zaman devletle, siyasetle, ülke idaresiyle ilgili karışık, karmaşık, girift meseleleri mekanizmayı anlayamayacaktır. Bunları anlamak için öncelikle 100’ün üzerinde IQ sahibi olmak gerekir. Sonra siyaset kültürü gerekir. Adamcağızın IQ’sü 80 raddelerinde, tahsili yok, genel kültür ve siyaset kültürü sahibi değil, devlet idaresi ve siyaset hakkında konuşup duruyor. Zavallı!

Yirmi yirmibeş yıl kadar önce İstanbul’da suriçinde eski ve köhne bir semtten geçiyordum. Vitrininin arkasında kocaman bir saksıda meyveli ve bir portakal ağacı bulunan bir yorgancı kapıyı açtı, beni çağırdı, “Ben sizin eski bir okuyucunuzum, gelin bir çay içelim” dedi. Çayımızı içerken biraz sohbet ettik. Yorgancı bir ara ciddileşti, yüzünde sert bir ifade ile “Şevket Bey, bu memleket nasıl kurtulur biliyor musun?” dedikten sonra “Ülkenin nüfusu elli milyon civarındadır. Bunun yarısını kesmedikçe memleket adam olmaz” diye bağırdı.

İşte yorgancı vatandaşın kurtuluş reçetesi ve formülü buydu.

Bugün piyasada bir sürü kurtuluş reçetesi var. Bunların çoğu yorgancının reçetesinden farklı değildir.

Müslümanlar için, kurtuluş konusunda iki kaynak var:

BİRİNCİSİ: İslâm dininin hükümleridir, gösterdiği yollardır. Müslümanlar Allah’ın Kitabı’nda, Resûlün Sünneti’nde, din büyüklerinin eserlerinde yazılı olan kurtuluş şartlarını yerine getirmeden, mutlaka tevessül edilmesi gerekli hususlara tevessül etmedikçe asla kurtulamayacaklardır. Bu şartlar nelerdir? Sayayım: İlim, irfan, kültür, ahlâk, fazilet, yüksek karakter, ihlâs, ittihad ve vifak, emr-i mâruf ve nehy-i münker, büyük cihad, küçük cihad…

Peygamber, “Güçlü mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır” buyurmuş. Güçlü mü’min ne demektir? Vasıflı ve üstün mü’min demektir. Vasıf ve üstünlük nasıl elde edilir? İlimle, irfanla, kültürle, ahlâkla, faziletle, güzellik ile.

Dünyada tarih boyunca çeşitli siyasî rejimler, devlet sistemleri görülmüştür ama şimdiye kadar bir tek kırsal kesim, köylü, varoş devleti ve rejimi görülmemiştir.

İktidar olmanın, ülkeyi idare etmenin birinci şartı yeterli sayıda çok yüksek ve çok vasıflı insanlar yetiştirmek, onlardan müteşekkil kadrolar kurmaktır.

Yüz binlerce hafız, hoca, imam, müezzin yetiştirdik. Peki Harward, Oxford, Sorbonne, Heidelberg Üniversitelerinde kaç İslâm çocuğu okuttuk?

Tarih boyunca hiç bir İslâm ülkesi hafızlarla, imamlarla, müezzinlerle, vaizlerle idare edilmemiştir. Hafız yetiştirilmesin demiyorum. Benim dediğim şudur: İslâm karşıtlarının yetiştirdiklerinden daha güçlü, daha vasıflı, daha üstün okumuşlara, aydınlara, entellektüellere, kadrolara ihtiyacımız vardır. Son yirmi sene içinde Müslüman kesimin kurmaylarının, dünyanın en iyi üniversitelerinde onbinlerce akıllı, soylu (ruh soyluluğu), istidatlı, kabiliyetli genç okutmaları gerekirdi.

Farzedelim şu altmış beş milyonluk ülkede beş milyon hafız yetiştirdik, bu hafızlar ordusu ile iktidar olmamız mümkün müdür?

Biz bu şekilde kalırsak, seçimlerde yüzde doksan oy alsak, iktidarı yine bize vermeyeceklerdir. Bu gerçeği hâlâ anlayamayacak mıyız?

Şu anda İslâm karşıtı güçler, Müslümanlarla, islâmî hareketle kedinin fare ile oynaması gibi oynuyor. Bizim haberimiz yok.

Washington—Tel-Aviv çizgisinde yer almış olan birtakım ünlü, anlı şanlı Müslümanlar kimlerdir? Son bir yıl içinde hangi İslâmcılar, hangi siyasal İslâm temsilcileri bekleme odalarında sabırla oturarak, büyük ücretler ödeyerek birtakım Amerikalı Yahudilerle görüşmüşler ve onlardan akıl almışlardır.

Yazacağım çok şeyler var ama yazamıyorum. Müslümanların hallerine çok üzülüyorum. Son otuz yıl içinde bunca ibretli hadiseler oldu, hâlâ ders almadılar, hâlâ eski hamam eski tas.11 Temmuz 2001