06 Eylül 1998 Pazar, 07 Eylül 1998 Pazartesi yazıları arşivde bulunamadı..

Benim gözümde en çirkin ahlâksızlık din istismarıdır, yâni din sömürüsüdür. Dinsizler, ateistler, İslâm düşmanları dine samimî bir şekilde hizmet eden ihlâslı kişileri istismarla itham ederler. Ahlâklı ve faziletli âlimlere, şeyhlere, yazarlara, hizmetkârlara çamur atarlar. Ben böyle samimî ve ihlâslı kişileri tanıdım, onlar birer ahlâk âbidesiydiler. Benim kasdettiğim istismarcı ve sömürücü kişiler başkalarıdır. Onlar ne kadar kutsal değer varsa hepsini çiğneyip kendi namlarına dünyalık elde etmek isterler, nefsâniyetlerini tatmin ederler. Din istismarcısı olanlar bunlardır. Şu herife bakınız. Sözde dinî hizmetlere başlamadan önce çulsuzun biriydi, beş parası yoktu. Yıllar boyu hizmet perdesi altında istismar ve istihdam etti ve şimdi ülkenin sayılı zenginlerinden biri oldu. Bu parayı nasıl kazandı? Normal ve helâl ticaret, ziraat, nakliyat, inşaat, üretim ve sair işler yaparak mı? Hayır, Allah dedi, Kur’an dedi, İslâm dedi ve bu arada devşirip durdu. Öyle bir cihad etti ki, ganimetini harbî küffardan değil, şaşkın Müslümanları tokatlayarak topladı.

Şu solucana bakınız. Ne büyük bir şöhret-i kâzibe sahibi olmuştur. Kendini dev aynasında görmekte, gurur ve kibrinden yanına yaklaşılamamaktadır. O, nefsâniyetinin esiridir, sanki kendi kendine tapmaktadır. Bu adam da bütün bu âlâyişi din istismarı ile elde etmiştir. Bir takım tezek böcekleri gece gündüz para topluyor. Bu para toplama işinde de dini ve mukaddesatı âlet ve vasıta kılıyor. Onlar da istismarcıdır. Çünkü doğru dürüst ticaret, iktisat, holdingçilik, finans faaliyetleri yapmıyorlar. Titancılar gibi para topluyorlar. Bunlar da din istismarcısıdır. Para toplamak için dini, dindarlığı âlet ediyorlar. Velhasıl dini, imanı, Kur’anı, mukaddes tanınan değerleri âlet ve vâsıta kılarak, onları istismar ederek servet, mal, mülk, cah, makam, mevki, ün, alkış kazanan kişiler din istismarcısıdır. Böyle adamlara Müslümanların öfkelenmesi, onları dışlaması, islâmî hizmet ve faaliyet sahasından çıkartması gerekir.

Din istismarcılarının âkıbeti dünyada iyi olmaz. Başlangıçta zengin, ünlü, taraftarlı, mallı cahlı olurlar, keyflerine pâyan olmaz. Lakin sonları kötüdür. Nefsâniyetlerini tatmin için kutsal kıymetleri merdiven yapıp, onların üzerine basarak yükseldikleri için dünyada da, âhirette de rezil ve rüsvay olurlar. Haram malları ellerinden gider, şöhret-i kâzibeleri onlara bir faide sağlamaz. Hadîs-i şerifte “Âhirette en şiddetli azaba çarpılacaklar, bildikleri ile âmil olmayanlardır” meâlinde bir hadîs-i şerif vardır. Din istismarcıları, yaptıkları işin kötü olduğunu biliyorlar, lakin enâniyetleri, ihtirasları, dünyevî şehvetleri onların gözlerini kapatmış, vicdanlarını perdelemiştir. Bugün, geçmişte olduğu gibi, İslâm’a ve Ümmet’e en büyük zararı din istismarcıları vermektedir. Onların yaptığı bir nev’i gizli şirktir. Onlar kendilerine iman eden, kendilerine tapan sefil ve sefih kişilerdir.

Peygamber’in (Salat ve selam olsun ona) yolundan, sünnetinden gittiklerini iddia ediyorlar. Yalancılar! Peygamber, dünyaya öyle arka çevirmişti ki, vefat ettiklerinde zırhı, birkaç ölçek buğday mukabilinde bir Yahudide rehin bulunuyordu. Benim bu yazımdan normal ve helâl ticaret yaparak zengin olan hiç kimse gocunmaz. Onlara hürmet ediyoruz. Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimiz “El-kâsibu habibullah” (Çalışıp helâlinden kazananı Allah sever) buyurmuştur. Böyleleri Allah’ın kendilerine ihsan etmiş olduğu helâl ve tayyib kazançlardan zekât, sadaka vererek mâl ile ibâdet ederler, hayır hasenat yaparlar, sevap kazanırlar. Din istismarcılarının, Karunî servetlerinden doğru dürüst zekât ve sadaka verdikleri görülmüş müdür? Onlar “Ya Rabbena hep bana, hep bana!” deyip dururlar.

Din istismarcıları ateş topladıklarını iyi bilsinler. Servetleri ve kâzip şöhretleri onlara nâr olacaktır. Din istismarcılarını destekleyen, peşlerinden giden ahmak dindarlar da artık akıllarını başlarına toplasınlar. Kötülüğe yardım da bir kötülüktür. Bu memlekette İslâm için toplanan büyük meblağlar ihlâsla, samimiyetle, planlı ve programlı bir şekilde, İslâm’a ve çağa uygun bir strateji ile, ehliyetli müşavirlere danışılarak hazırlanmış bir müfredat listesiyle yerli yerinde harcanmış olsaydı Müslümanlar şimdiye kadar çoktan selâmete çıkmış olurlardı. Toplanan bunca para ne oldu? Ya yanlış reçeteler uygulanarak çoğu çarçur edildi, yahut bir kısmı sömürücülerin zimmetinde kaldı. İslâmî hizmet ve faaliyet sahasında sömürücülüğün büyük tahribatı olduğu gibi, ahmaklığın da tahribatı olmuştur. Bir takım zekâ özürlü, câhil, dar ufuklu kimseler uzun yıllardan beri saçma sapan cami binalarıyla, cami helâlarıyla, imamevleri ile, camilere kalorifer, soğutma sistemi, hoparlör, ışıldak, fırıldak, zırıldak tertibatı yapmakla Müslümanların katrilyonlarını, ümitlerini boşa harcamışlardır. Bilmem ki ne zaman uyanıp kendimize geleceğiz. İnşaallah çok geç kalmayız.

İstanbul’un Trafiği

Yaz aylarında İstanbul’un trafiği biraz rahatladı. Büyük sayıda insan şehir dışındaki yazlıklara, vaktiyle gelmiş oldukları köylere ve şehirlere tatil yapmaya gitti. İnsan ve otomobil sayısı azaldı. Artık sonbahar geliyor. Yakında okullar açılacak, ardından üniversiteler. Dev şehrin dışındaki âileler tekrar gelecek. Siz o zaman trafiği seyredin. Köprüler, yollar tıkanacak, iş sahipleri dükkan veya bürolarından evlerine iki üç saatte gidecek. Böylece günde beş saat yolda geçecek. Benim varlıklı bir dostum var. Lüks mercedes, özel şoför. Artık canına tak etmiş, “Bundan sonra işime ve evime vapurla yahut deniz otobüsü ile gidip geleceğim” dedi. Benim evim ile dükkanım arasındaki mesafe yürüyerek on beş dakikadır. Zaten dükkana da pek gitmem. Bazen ayda bir kere uğrarım, bir kahve içerim. Köydeki bağ evine gitmem zor olacak. Kış aylarında da güneşli, yağmursuz karsız günlerde oraya gitmeyi düşünüyorum. Bu trafikle nasıl gidip geleceğim? Otomobilin faydası yok. Madam Manokyan gibi, yüz milyar liralık lüks Rolls Royce araban olsa yine çaresizsin. Kötü idare edilen ülkelerin durumu işte böyledir. Türkiye’nin nüfusunun dörtte biri İstanbul’a toplandı. Dağlar, tarlalar, vadiler betonlaştı, korkunç bir toprak spekülasyonu ve tahribatı oldu. Bunca çarpıklığı bundan sonra telâfi etmek mümkün müdür? Bence değildir. Politikacılar, idareciler, bilgelik sahibi olsalardı şimdiye kadar çareler ve çözümler ararlar ve bulurlardı. Aramadılar, bulmadılar. 08 Eylül 1998 Salı