Din Tahripçileri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Cuma
Onbinlerce dindar, inançlı Müslümanın, dinî konularda kafaları son derece karışıktır. Reformcu, yenilikçi, bid’atçi propagandalar zehirli meyvelerini vermeye başladı. Eskiden duyulmayan bir takım cür’etkâr, saçma, mânasız laflar edilmeye başlandı. “Yirmi rekât teravih namazı çoktur, Malikî mezhebinde sekiz rekât kılınıyor, biz de o kadar kılsak olmaz mı?”, “Bu devirde beş vakit namaz kılmak zordur, üç vakitte kılınsa olmaz mı?”, “Buharî’de mevzu hadîs varmış…”, “Ehli-Sünnet de diğer fırkalar gibi bir fırkadır..”, “İmam Ebû Hanife nasıl ictihad yaptıysa ben de yapabilirim…”
Eskiden Türkiye’de Mutezile mezhebine mensup kimse yoktu. Şimdi birtakım ilahiyatçıların bu bozuk mezhebe bağlanmış, onun tesiri altında kalmış olduklarını işitiyoruz.
Kökü Arap dünyasında olan bozuk bir fırka, var gücüyle propaganda yapıyor. Nice yayınevi, içinde dinî bakımdan bozukluk olan kitapları güzel kağıtlara bastırıyor; renkli, zarif kapaklar içinde piyasa sürüyor. “Allah gerçek bir Janus’tur…” diye yazan zındık bir İranlının zehirli kitapları İslâmî yüksek fikir diye gençliğe sunuluyor ve maalesef okuyucu buluyor. Adam ne diyor: “Allah gerçek bir Janus’tur…” Hâşâ sümme hâşa!.. Açınız ansiklopedileri, Janus’un mânâsına bakınız. Eski Romalıların putlarından birinin ismidir. İki yüzü varmış… Kemal sıfatlarıyla muttasıf, noksanlardan münezzeh olan Yüce Allah’ı bir Roma putuna teşbih ediyor (benzetiyor) ve üstelik de bu benzetme esnasında “gerçek” sıfatını kullanıyor. Bu bir küfür, bir zındıklık değil midir? Bu İranlı yazar, Allah’ı bir Roma putuna benzettiği kitabını yayınladığı zaman İran ve Irak’taki Şiî uleması da onu şiddetle tenkit etmişti. Müslüman ve Sünnî Türkiye’de maalesef böyle kitaplar din kitabı, İslâmî neşriyat diye ortaya konulabiliyor. Diyanet’in böyle bozuk kitapları tenkit etmesi gerekmez mi? Gerekir ama o resmî dairenin kıpırdayacak hali ve cesareti yoktur.
Azılı, militan, sapık, saldırgan bir gayr-i müslim profesör kocaman kitaplar yazdı; İslâm’a, Kur’ân’a kin kustu, bir sürü iftira attı. Vaktiyle Diyanet bu rezil kitaplara karşı ilmî ve dinî bir reddiye hazırlamış, tam basılacağı sırada bâlâdan bir emir gelmiş: “Höst! Oturun oturduğunuz yerde ve sakın böyle bir kitap çıkartmaya kalkışmayın!..”
AKP’nin din, Diyanet, Ehl-i Sünnet konusunda birtakım yanlışlıklar yapacağı korkusu içindeyim. İnşaallah korku ve endişelerim boştur. Ehl-i Sünnet’ten sapmaların hep cahillikten, bilgisiz ve kültürsüz olmaktan, bid’atçilerin zehirli propagandalarından kaynaklanmış olduğunu biliyorum.
“Bizde de Malikî mezhebinde olduğu gibi teravih sekiz rekât kılınsın” diyenler, Malikîlerin o sekiz rekatı genellikle hatimle kıldıklarını biliyorlar mı? 1969’da Ramazan ayını Paris’te geçirdim. Bazı geceler yatsıyı ve teravihi kılmak üzere Monges Meydanı civarındaki meşhur ve büyük Paris Camii’ne giderdim. Teravih sekiz rekat kılınırdı ama hatimle…
Günlük namazların beş vakit olduğuna dair bütün Ehl-i Sünnet ve Cemaat dünyası on dört asırlık çok güçlü ve genel bir icmâ üzerinde sâbit kademdir. Namazlar üç vakte indirilsin demek cahillikten, beyinsizlikten, şaşkınlıktan başka bir şey değildir. Efendi sen kılmıyorsan kılmazsın, lakin İslâm dinini bozmaya, kuşa çevirmeye ne hakkın var.
İran’da İslâm devrimi yapıldıktan sonra Türkiye’deki birtakım Sünnî kökenli gençler, mut’a nikahıyla (geçici nikah) evlenmeye başladılar. Ailelerine haber vermiyorlar, bir iki arkadaşları biliyor ve sözde evlenmiş oluyorlar. Böylece yüce İslâm dinini şehvetlerine âlet etmiş oluyorlar.
Bundan otuz sene önce Diyanet, Reşid Rıza adlı bozuk bir zatın “Mezhepleri Birleştirmek” adlı kitabını yayınlamıştı. Bu kitap daha sonra Diyanet tarafından bastırılmadı ama çok büyük tahribata sebebiyet verdi. Bugünkü bid’atlerin, aykırı fikir ve görüşlerin, reformculukların, yenilikçi cereyanın temeli bu kitaptır.
Artık Türkiye’de, eskisi gibi bir ulema sınıfı yok. İlahiyatçıların bir kısmı klasik, geleneksel, konvansiyonel Sünnî çizgiden çıkmıştır. Böylelerine din konusunda tâbi olmak mümkün değildir. Kılavuzu reformcu ve yenilikçi olan; Mevlâsını değil, belâsını bulur.
Reformcular, yenilikçiler ne istiyor? Onlar Müslümanların kendilerini İslâm’a uydurmasını değil, İslâm’ın Müslümanlara uygun hale getirilmesini istemektedir. Bu ise büyük bir yanlışlık, vahim bir sapıklıktır. Çünkü din vaz’-ı ilahîdir, yani Yüce Allah’ın koymuş olduğu bir sistemdir. Biz insanlar kendimizi ona uydurmaya mecburuz, onu kendimize uydurmaya çalışmak çok büyük bir hatâ ve sapmadır.
İnsanların keyfine bırakırsanız, günde üç defa bile namaz kılmazlar, haftada bir cuma namazı yeter derler. Teravih sekiz rekata indirilse, itirazcı tembeller kılacak mı? Kılmayacaklardır.
Teravih namazını yirmi rekat olarak ve camilerde cemaatle kıldıran Hazret-i Ömer’miş… Hazret-i Ömer, Resulullah efendimizin iki büyük vezirinden, can dostundan, iki has talebesinden biridir. Müslümanların bu zatın dinî konulardaki emirlerine uymalarından daha tabiî ne olabilir. Ömerül Faruk’u bırakacağım da bu zamanın reformcularına, yenilikçilerine mi tabi olacağım? Hazret-i Ömer, rey ve görüşü Kur’ân’la teyid edilmiş bir velidir. Elbette dinî konularda ona tabi olmakta bizim için sonsuz yararlar vardır. Nitekim Ehl-i Sünnet ve Cemaat uleması Hazret-i Ömer’in dinî görüşlerini, ictihadlarını benimsemiştir.
İslâm dininin hükümleri, maddeleri, insanların yaptığı kanun ve nizamlar gibi değildir. İnsanların koyduğu kanun ve düzenler zamanla eskir ve değiştirilmeleri gerekir. İslâm’ın hükümleri öyle değildir. Kıyamet’e kadar, değiştirilmeden, bozulmadan uygulanmalıdır.
Tesettür, İslâm’ın temel ve kesin hükümlerindendir. Bu devirde tesettür olmaz diyemez bir Müslüman.
Kur’ân’da ve Sünnet’te açık, muhkem, kesin olarak bildirilmiş ne kadar emir, yasak, farz, haram hükmü varsa bunların hepsi de doğrudur ve iman eden kimseler tarafından doğru olarak kabul edilmeli ve elden geldiği kadar bunlara uyulmaya çalışılmalıdır. Dinde reform ve yenilik yapmak dini yıkmak demektir. Hiçbir akıllı, vicdanlı, şuurlu, firasetli Müslüman bu gibi şeytanî tuzaklara düşmemelidir.
Hanefî Müslümanlar birer “Büyük İslâm ilmihali” edinmeli, Şafiî Müslümanlar da birer Şafiî ilmihali almalı ve dinî konularda bu klasik kitaplara bağlı ve tabi olmalıdır. Kurtuluş yolunu bu gibi kitaplar gösterir.
Martin Lings, Muhammed Esed, Guenon gibi mühtedileri dışlamıyorum ama onlar bizim din imamlarımız, din hocalarımız değildir. Kitaplarını okuyabilir ve faydalanabiliriz, lakin İslâm’ı onlardan öğrenmeyiz.
Reformcu ve yenilikçi bir ilahiyat profesörü Türkiye Müslümanlarına önder ve rehber olarak Farmason ve Şiî Cemalüddin Afganî’yi göstermektedir. Afganî bize din konusunda asla önder ve rehber olamaz. Din konusunda bizim önderlerimiz, hocalarımız müctehid imamlardır, Sünnî fakihlerdir.
Ehl-i Sünnet ve Cemaatmüslümanları sımsıkı bir şekilde, hem inanç, hem de ibadet ve muamelat hükümlerinde Sünnîliğe bağlı kalmalıdır. Reformcu, Yenilikçi, Selefî, Mutezilî, bid’atçi cereyanların propagandalarına kulaklar tıkanmalıdır.Böyle yapmazsak bilmeyerek de olsa kendi dinimizi kendi ellerimizle ve dillerimizle yıkmış oluruz. 14 Aralık 2002