Din ve Hukuk
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
PazarKur’an’da “Kısasta sizin için hayat vardır” buyuruluyor. Yâni cana can, göze göze, dişe diş… Kasden ve müteammiden bir insanı öldürenin idam edilmesi, evrensel ve transandantal hukukun ve adaletin temel hükümlerindendir.
İdam cezası geri, ilkel, vahşî bir cezaymış… Ne büyük bir hezeyandır bu. Adam sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun zorla ırzına geçecek ve sonra zavallıyı, başını taşla ezerek öldürecek. Sonra da bu vahşî, iğrenç, korkunç suçu işleyen katilin idam edilmesi vahşet olacak. Böyle konuşan sahte medenîlerde, çağdaşlarda hiç vicdan, irfan, iz’an, sağduyu yok mudur?
Dinimiz, “Bir adamı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur” diyor. İnsanların en büyük varlığı candır. Dünya üzerinde en büyük güvenlik de can güvenliğidir. Bir ülkede can güvenliği yoksa orada medeniyet de yok demektir. Can gidince dünya varlığı sona erer. Sadece Kur’an değil, bütün kutsal kitaplar “Öldürmeyeceksin!” emrini veriyor. Sadece İslâm Şeriatı değil, bütün Şeriatlar, kasden ve müteammiden cana kıyana idam cezası veriyor.
Ülkemizde son yıllarda tavuk gibi adam boğazlanıyor. Sadece trafik kazalarında bile her yıl, bir ordu kadar adam kaybediyoruz. Herif çok lüks, çok pahalı, çok gösterişli bir otomobile biniyor. Yüz bin dolar değeri olan bu arabanın direksiyonuna geçince gururdan, kibirden, kendini beğenmişlikten, gösteriş ihtirasından kudurmuş vaziyette sürmeye başlıyor. İnsaf, iz’an, vicdan, Allah’tan korkmak, kanundan çekinmek yoktur onda. Belki biraz da sarhoştur. İşte bu herif bu haldeyken bir kaza yapıyor, canlara kıyıyor. Kimisi korkunç acılarla kıvranarak ölüyor, kimisi sakat kalıyor. Bugünkü hukuk bu katile, bu vahşiye, bu vicdansıza ne ceza veriyor? Yetersiz, gülünç, küçük bir ceza. Bazen, lehinde bir rapor uydurabilirse, kabahatin yüzde yüzü ölenlerdedir diyerek hâdiseden alnı açık olarak, aklanmış olarak sıyrılabiliyor.
İslâm hukukunda böyle şeyler yoktur. İster bıçakla, ister mızrakla, ister tabanca kurşunuyla, ister lüks otomobille, velhasıl hangi silahla, maddeyle, vasıtayla olursa olsun, kasden ve müteammiden adam öldüren idam edilir. Ancak maktulün karısı, yetim çocukları, mirasçıları ve velileri arzu ederlerse, diyet mukabilinde kısas haklarından vaz geçebilirler. Farz edelim ki, maktulün (öldürülenin) geride karısı, çocukları, sağlığında bakmakla mükellef olduğu aile halkı kaldı. Onlar razı oldukları ve talep ettikleri takdirde katilin evi, dükkanı, malı ve mülkü satılır ve mağdurlara yüklü bir kan parası (diyet) verilir. Böylece suçlu idam edilmekten kurtulur, cezasını (karşı tarafın rızasıyla) mal ve para ile ödemiş olur. Bunda da büyük adalet vardır.
Sağlıklı bir hukukun, gerçekten adaletin olduğu bir ülkede fazla suç işlenmez. Böyle bir yerde mahkemeler işsiz, hapishâneler ıssızdır. Çünkü sağlıklı bir hukuk sistemi, işlenen suçları cezalandırmadan önce suç işlenmesini önler ve engeller.
İstanbul Darülfünunun (üniversitesi) müderrislerinden (profesörlerinden) Zöhrap beyin, yanılmıyorsam 1910’da basılmış Osmanlıca bir hukuk kitabı vardır. O tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları çok genişti. Henüz Balkanlar, Arap ülkeleri, Afrika’da Trablusgarb bizden kopmamıştı. İşte o tarihlerde koskoca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yılda üç yüz küsur ağır cezalık suç işlenmekteymiş. Bir de, o zamankinden on kere küçük bugünkü Türkiye’ye bakınız. Her yıl binlerce ağır suç işleniyor. Her yerde dev gibi adliye binaları yapılmış. Ülke cezaevleri ile dolu. Binlerce hakim, savcı dosyalara bakmaya yetişemiyor. Halkın yarısı birbiriyle nizalı. Bir ordu kadar avukat var. Bu kadar çok hakim, savcı, mahkeme, hapishane, mahkum olması büyük bir hastalığın göstergesidir.
Kanunlara saygı yok, kanunlardan korkulmuyor. Adam öldüren katil, hafifletici sebeplerden yararlanıyor, on iki sene hüküm giyiyor, infaz sistemi ile dört sene yatıp çıkıyor.
Adalet, sadece kanunlarla, mahkemelerle, hakim ve savcılarla, müstahkem mevki gibi betonarme dev hapishane binalarıyla sağlanmaz. Adalet duygusu önce insanların beyinlerinde ve gönüllerinde olmalıdır. İslâmî sistemde adalet ve hukuk kutsallaştırılmıştır. İslâm’ın üstünlüğü buradadır. İslâm’da din ve devlet birdir; din ve hukuk yine birdir. İslâmî terbiye almış, İslâm kültürüne bağlanmış milyonlarca insanın her birisinin beyninde kendi özel mahkemesi vardır. Helal ve haram kavramlarını bilen Müslüman kolay kolay suç işlemez. Müslüman toplumda, asıl tabiriyle Ümmet-i Muhammed içinde de gözle görünmeyen, fakat varlığı hissedilen mâşerî bir mahkeme bulunur.
Ramazan ayı gelince bazı bölgelerimizde, vilayet merkezlerinde, ilçelerde kimse alenen oruç yemez, lokantalar ve kahvehaneler kapalı olur, oruç tutmayan birkaç kimse oruç tutan çoğunluğa saygı duyar, onları üzmez, kırmaz. İşte Müslüman bir toplumdaki mâşerî ve mânevî mahkeme bu usulle çalışır.
İslâm hukukunda sürünceme yoktur. Davalar yıllarca sürmez. İslâm hukuku pahalı bir hukuk değildir. Avukat tutmaya gerek ve lüzum yoktur. Kadı, hem hakim, hem de bir nev’i avukattır.
Her ülkede hukukun ana kaynağı dindir, örfler ve âdetlerdir, o ülkenin gelenekleridir. Bunlardan kopuk hukuk olmaz. Olursa toplum dejenere olmaya başlar, ülkenin temelleri sarsılır, çökme ve yıkılma alametleri zuhur eder.
Bizdeki mevcut sistem; hem siyasî, hem hukukî, hem sosyal, hem iktisadî bakımdan büyük bozukluklarla mâlüldür. Millet Meclisi’nin duvarına “Egemenlik ulusundur” diye bir tabela asmakla iş bitmiyor. Bugün Türkiye’de devletin de, millet iradesinin de, hukukun da, cumhuriyetin de, ahlâk ve mantığın da üzerinde gizli ve esrarlı bir otorite bulunmaktadır. Resmî ideoloji heyûlâsı bütün bu değerleri gölgelemektedir. Bu ideoloji Atatürkçülük müdür? Kesinlikle değildir. Atatürk’ün ismini ve hatırasını kullanıyorlar, o kadar.
İslâm âlimleri, “âdil bir devlet, gayr-i müslim devleti de olsa ayakta durur, pâyidar olur; zâlim bir devlet, İslâm devleti de olsa batar” kuralını koymuşlardır. Bugün Türkiye’de bir İslâm devleti yoktur, laik olduğu iddia edilen, fakat kesinlikle laik olmayan bir “Devlet dini” sistemine dayanan otorite vardır. Bugünkü sistem, bugünkü düzen adalete, hukuka, evrensel ve transandantal hikmet (bilgelik) kurallarına ters düşen bir yapıya sahiptir. Vatanımızı, devletimizi, halkımızı, büyük felaketlerden, yıkımlardan, parçalanmaktan kurtarmak istiyorsak bu sistemi değiştirmek ve yerine iyi bir sistem getirmek mecburiyetindeyiz. 07 Ağustos 2000