Din ve Kimlik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Japonların kimliğinde din faktörü bizdeki kadar önemli değildir. Çünkü oradaki dinî yapı bizdekine benzemez. Türkiyelilik ve İslâm’ın çok büyük ağırlığı vardır. İslâm’a cephe alarak, İslâm’ı dışlayarak, İslâm’ı geri plana atarak millî kimliği korumanın imkânı yoktur. Amerikan kimliğinde Hıristiyanlığı, bilhassa Protestan püritanizmini inkâr etmek mümkün müdür? Musevilik dini olmadan Yahudilik, İsrail olur mu? İslâm olmadan da Türkiye olmaz. İslâmsız yeni bir kimlik meydana getirmek mümkün müdür? Belki yabancılaşmış küçük bir azınlık meydana getirilebilir. Lakin büyük çoğunluğun kimliğinin esası, temeli, omurgası İslâm olarak kalacaktır.
Kimlik yapısının oturduğu zeminin İslâm olduğu bu memlekette dinin siyasete, kültür faaliyetlerine, iktisada, hukuka, sanata; tek kelimeyle hayata karışmaması isteniyor. İslâm’ın dışındaki başka inançlar, felsefeler, ideolojiler, nazariyeler her şeye karışabilir ama İslâm karışamaz. Kendilerini haklı göstermek için ortaya sürdükleri gerekçe de şudur: Din bir vicdan işidir, vicdanlarda kalmalıdır, dünya işlerine karışmamalıdır. Ne kadar kof, gülünç, mesnedsiz bir iddiadır bu. Masonluk da bir vicdan işi değil mi? Peki Masonlar devlet, siyaset, iktisat, hukuk, kültür işlerine niçin karışıyorlar? Marksizm de bir vicdan işidir. O niçin her şeye karışıyor?
Bir ülkenin halkının çoğunluğu İslâm dinine mensup olacak, kimliğinin ana faktörü İslâm olacak; tarihi, varlığı, mâzisi, hali, istikbali İslâm ile özdeş olacak ve İslâm sadece vicdanlara hapsedilecek, hiçbir şeye karışmayacak. Olur mu böyle şey?
Din düşmanları dine karışıyor, dindarları kontrol altında tutuyor. Bu karışma ve müdahale laikliğe uygun oluyor da, din ve dindarlar memleket işleri hakkında fikir ve görüş beyan edince bu laikliğe aykırı oluyor. Böyle laiklik mi olurmuş?
İngiltere’ye bakınız. Din, devlet, siyaset, kültür, hukuk, tarih içiçedir. 1944’ten bu yana İngiltere okullarında din dersi verilmesi, her sabah okulların kiliselerinde âyin yapılması, dua edilmesi mecburidir. Hükümdar (devlet reisi) orada aynı zamanda millî Anglikan kilisenin de başıdır. Müslümanlar dahil, diğer dinlerin mensuplarına da geniş bir hürriyet tanınmıştır. Dindar Müslüman kızlar kolejlere ve üniversitelere başları örtülü olarak rahatça gidebilmektedir. Sih dininde, erkeklerin başlarına sarık sarmaları mecburiyeti olduğu için, motorsiklet kullanan herkesin başına bir kask geçirmesi zorunluluğundan onlar muaf tutulmuştur.
Türkiye’de Müslümanlar niçin, İngiltere’deki dindaşları kadar hür yaşayamayacaklarmış? Coğrafî bakımdan Türkiye’nin bir iklimi vardır. Bu iklim insan iradesiyle nasıl değiştirilemezse; kimlik, kültür ve kişilik iklimi de değiştirilemez. Tarihî ârızalar sebebiyle bir müddet, bir miktar zulüm ve baskı yapılır, fakat millî kimlik yok edilemez. Her şey aslına döner diye bir söz var. Kimse bunu aklından çıkartmasın.
Müslüman oldukları, dindar oldukları, millî kimliklerine sımsıkı bağlı kalmak istedikleri için halkın çoğunluğuna düşman muamelesi yapmak hiçbir kimseye, hiçbir gruba yakışmaz. Dinî inançları yüzünden vatandaşlarını hasım olarak görmek medenî düşünceye aykırı bir yobazlıktır. Bu ülkenin vatandaşı olan herkes Türkiyelidir. Hiçbirinin Türkiye’ye zarar vermeye, Türkiyelilerin bir kısmını dışlamaya ve onlara düşman gözüyle bakmaya hakkı yoktur.
Bu memlekette hiçbir ideoloji vatanla, devletle, milletle özdeş olarak görülemez; bunların üzerinde tutulamaz.
YERLİ ve yabancı kâfirler inkârcılar, yarasalar,
Müslümanın ılımlısı olmaz
diyorlar. Halt etmişler. Tarih boyunca evrensel bir İslâm sergileyen büyük ve örnek Müslümanlar gelip geçmiştir. Muhyiddin ibn Arabî ve Mevlânâ Celâlüddin Rumî böyle Müslümanlardandır. Bir İbn Teymiyye’ye, ondaki dar görüşlülüğe bakınız, bir de ibn Arabî’ye, Mevlânâ’ya. Aralarında meşreb bakımından ne kadar büyük farklar vardır.
Her cemaat ve ümmet içinde sert ve haşin tabiatlılar vardır. Hassidique Yahudiler ile ılımlı Yahudiler bir midir?
Gandi ılımlı bir Mecusiydi. Müslüman Hindu çatışmasını önlemek, kan dökülmesine son vermek için bir İslâm büyüğünün türbesine gitmiş, orada Kur’ân okumuştu. Onun bu ılımlı ve uzlaştırıcı faaliyeti karşısında kin ve nefretinden kuduran fanatik bir Hinduist tarafından katledildi.
Müslümanların içinde de sert, müfrit kimseler ve gruplar olabilir. Onlar kesinlikle çoğunlukta değildir. Ehl-i İslâm’ın çoğunluğu, sevad-ı âzamı ılımlı, uzlaşıcı, toleranslıdır. Ancak tolerans kesinlikle dinin zarurî hükümlerinden ve müesseselerinden vaz geçmek, tâviz vermek olarak anlaşılmamalıdır. Müslümanların toleransına en güzel örnek, 1492’de İspanya’dan koğulan Yahudileri Dârü’l-İslâm’a dâvet etmeleri, onlara İslâm barışı şemsiyesi altında güven içinde yaşama hakkı tanımalarıdır.
Müslümanın ılımlısı olmaz diyen inkârcılara bakınız. Onlar ılımlı mıdır? Ağızlarından demokrasi, temel insan hakları, hukuk kelime ve kavramlarını düşürmüyorlar. Peki, bunları niçin Müslüman çoğunluğa layık görmüyorlar? Yaptıklarına bakılırsa asıl müfrit, asıl yobaz, asıl toleranssız onlardır.
TUNUS’ta namaz kılanlar üzerinde büyük ve ağır bir baskı varmış. Nice Tunuslu Müslüman alenen namaz kılmaya cesaret edemiyormuş. Çok yaşlı kadınlar dışında Tunuslu Müslüman hanımlar tesettüre riayet edemiyormuş. Tunus’ta din, vicdan, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti yokmuş.
Özbekistan’da ezan okumak yasak edilmiş, Rus boyunduruğundan kurtulduktan sonra açılan yeni camiler kapatılmış. Müslümanlar üzerinde ağrı baskılar, şiddetli zulümler varmış.
Türkiye’deki bazı sahte laikler, ülkemizi Tunus’a, Özbekistan’a benzetmek istiyor. Ateist, Mason, Sabataist köşe yazarları bu konuda yazılar kaleme alıyor. Böyle bir şey mümkün müdür?
Bu gibi zulümler Türkiye’de sökmez. Türkiye, Tunus ve Özbekistan ile mukayese edilebilir mi?