Din ve Siyaset
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Cumartesi
Bir futbol kulübüne mümkün olduğu kadar fazla taraftar ve militan lazımdır. Bazı islâmî cemaatler de, kendilerini futbol kulübü seviyesine düşürerek mümkün olduğu kadar çok taraftar toplamak peşindedir. Hakikî tarikatlerde kemmiyete değil, keyfiyete, kaliteye önem verilir. Zamanlarının kutbu, gavsı olan öyle mürşid-i kâmiller, öyle büyük şeyhler gelip geçmiştir ki, ancak iki elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar müridleri olmuştur. Günümüzün din baronları tam tersine hareket ediyorlar, etraflarında milyonları toplamak için çırpınıyorlar.
Baronlukların fanatik militanlara, beyni yıkanmış bağlılara, robot ve zombilere ihtiyacı vardır. Böylelerini kaz gibi yolmak, inek gibi sağmak, ağızlarından lokmalarını almak kolaydır.
Hiçbir hakikî şeyh ve İslâm âlimi kendisini en büyük gösterip, öteki âlim ve şeyheri yerin dibine batırtmamıştır. Eğer bir mürid müsveddesi, “Benim şeyhim çok büyüktür, öteki şeyhler çok küçüktür” gibisinden hezeyanlar sarfediyorsa bunun vebali kendisinden önce, bağlanmış bulunduğu şeyh müsveddesine râcidir.
Aklı başında, edebli, terbiyeli, kemalli bir Müslüman ancak “Benim şeyhim büyüktür, lakin öteki şeyhler de muhteremdir, kendilerine hürmet ederim” diyebilir.
Din ile cemaati özdeşleştirenler beyinsiz mahluklardır. Hiçbir tarikat, mezhep, meşreb, fırka, hizip, cemaat, grup İslâm dini ile özdeşleştirilemez. Böyle yapanlar İslâm’a, İslâm kardeşliğine, Ümmet-i Muhammed’e en büyük zararı vermektedir. Onlar ateistlerden, saldırgan din düşmanlarından daha muzırdır.
Dinleri imanları para olan, nefs-i emmârelerini putlaştırmış bulunan, gizli şirkle mâlûl olan bazı din baronları, peşlerine düşen beyinsizleri şartlı refleksli maymunlara çevirmiştir.
Din işleri büyük ihtisas isteyen şeylerdir. Mü’min de olsa, musalli de olsa her câhil ve yetersiz kişi burnunu din işlerine sokmamalıdır. Dinî meseleler hakkında icazetli ulema ve icazetli şeyhler konuşabilir. Uzmanlığı olmayan kişiler beyin cerrahisi, atom fiziği hususunda nasıl konuşmuyorlarsa, cahil Müslümanlar da din konusunda işkembe-i kübradan ictihadlar yapmamalı, fetvalar vermeye kalkmamalıdır. Yazık ki, zamanımızda her Müslüman ictihad yapmaya yelteniyor, re’y ve heva mahsulü fetvalar veriyor, âyetleri kendi hevesine göre yorumlamaya kalkıyor.
Devlet idaresi ve siyaset işleri de böyledir, büyük ihtisas ister. Maalesef tahsili, kültürü, ihtisası yetersiz her vatandaş “Benim görüşüme göre…” diye başlayarak devlet idaresi ve siyaset konusunda konuşmakta, saçma sapan görüşler beyan etmekte, aptalca ve eblehçe reçeteler tanzim etmektedir. Bu câhillikler bazı din baronlarının işine gelmektedir. Çünkü onların şöhret-i kâzibeleri câhil kütlelerin kendilerini desteklemesinden ileri gelmektedir. Bu yolla trilyonlar vuruyorlar.
Bugün Türkiye’de, tabakat-ı fukahanın en alt derecesinde bulunan hakikî müftü bile kalmamıştır, varsa bile sayıları üçü beşi geçmez. Lakin bakkal, esnaf, işçi, ev kadını, ilkokul tahsilli herkes din ve devlet idaresi konusunda konuştukça konuşuyor, ahkam kestikçe kesiyor. Bunlara dur diyecek âlimler, hâmiller nerededir?
Bu kadar çok horozun bulunduğu bir yerde elbette sabah olmaz. Müslümanlar bu kötü hallerden kurtulmadıkça, din ve siyaset işlerini ehil olanlara, iyi bilenlere, uzmanlarına havale etmedikçe zilletten, esaretten kurtulamazlar.
Bundan otuz beş yıl önce bir gün araba vapuruyla Üsküdar’a giderken, yanımdaki gençlerle Sultan Abdülhamid’den bahsediyorduk. Sohbetimize kulak misafiri olan elli yaşlarında başörtülü bir kadıncağız söze karışmış ve “Sultan Abdülhamid ile Abdülmecid Efendi’den sonra halife gelmeyeceği Kur’an’da yazılıdır” demişti. “Teyze bu konuda delilin nedir?” diye sorduğumuzda da “İnneke Hamidün Mecid… demiyor mu?” cevabını vermişti!.. İşte bugün din ve siyaset konusunda uluorta konuşan câhiller o kadından daha akıllı değildirler. Müslüman halkı bu hale getirenlere yazıklar olsun.
2000 yılı dolasıyla Kudüs’e ve diğer Hıristiyan kutsal mahallerine bu yılbaşında beş milyon turist gelmesi bekleniyormuş. İsrail makamları bazı nasranî tarikatlerine sert muamele ettikleri için bu rakamın üç milyon küsura düşmesi mümkünmüş. İsrail Başhahamlığı, otellere bir tâmim (genelge) göndererek, Noel ağacı diken ve yılbaşı eğlencesi yapan otellerden, koşer yemek belgesinin geri alınacağı tehdidini savurmuş…
Bu bilgileri Le Figaro gazetesinde okudum. Bizdeki İsrail hayranlarının bu gibi haberlerden ibret alıp utanmaları gerekir. Bizde Diyanet İşleri Başkanlığı Müslümanları uyarsa, “Evlerinize ve müesseselerinize Noel ağacı dikmeyin, yılbaşı kutlaması yapmayın” dese kızılca kıyamet kopar, birtakım saldırgan yazarlar hakaretler, tehditler yağdırmaya başlar.
Bizdeki dinsizler, çağdaşlar, laikler İsrail’i örnek ve model alıyor, Yahudi devleti ile ittifaktan yana bulunuyor. Peki niçin oradaki din hürriyetini görmüyorlar? İşlerine mi gelmiyor, yoksa Museviye layık olan hürriyet Müslümana layık değil midir?
Kudüs’te sofu Yahudilerin oturdukları mahallelere sefer yapan belediye otobüslerinde erkeklerle kadınların yerleri ayrıymış. Çünkü o bölgenin halkı çoğunlukla öyle istiyormuş. Yine o mahallelerde cumartesi günü ateş yakmak, iş yapmak, hattâ elektrik düğmesini çevirmek bile iyi görülmezmiş.
İsrail’de din ve devlet içiçedir. Hahambaşılığın elemanları, din adamları her şeye karışmaktadır. Orada da entegrist Yahudiler ile laik Yahudiler arasında anlaşmazlık vardır ama bizde olduğu gibi dindar kesime baskı yapılmamakta, inananların inandıkları gibi yaşamalarına mâni olunmamaktadır. Her yer özel din okulları ve kursları ile doludur. Dinî partiler vardır ve zaman zaman koalisyonlara katılmaktadır. 31 Ekim 1999