PerşembeDindar veterinerler, mühendisler, doktorlar, iktisatçılar… Bu zevat namazlarını kılsınlar, oruçlarını tutsunlar, ilmihallerini öğrensinler ama iki konuda uzman ve ehliyetli olmadıklarını bilsinler. Bunların birincisi din işleridir, ikincisi siyaset ve devlet idaresidir.

İnsan gerçek din alimi de olsa muteber din kitaplarının dışına çıkamaz; din konusunda kendi kafasına, re’yine, heva ve hevesine göre konuşamaz.

“Ben Müslümanım, o halde Müslümanlık hakkında istediğim gibi konuşurum…” Böyle diyenler ve yapanlar sapıktır. Uzmanı değilsen, beyin cerrahisi veya uçak mühendisliği konusunu nasıl kurcalamıyorsan, din işlerini de kendi kafana göre kurcalamayacaksın.

Yüksek tahsilliler için böyle olduğu gibi; yoğurtçu, yorgancı, yufkacı, yumurtacı gibi küçük esnaf için de böyledir. “Ben dindar bir yorgancıyım, tarikata mensubum, musalliyim, sakal bıraktım… Dinî konularda, devlet işlerine ve siyasete dair hususlarda konuşabilirim…” Hayır konuşamazsın. Konuşursan sonunda rezil olursun, hem kendine, hem de Ümmet’e bir sürü zarar verirsin.

Şu anda bu ülkede hem din, hem de siyaset konuları ayağa düşmüştür.

Cahil ve beyinsizin biri çıkıyor, “Devlet kötüdür, devlet bize zulmediyor, batsın bu devlet!” şeklinde konuşuyor. Beş paralık siyasî kültürü yok, âmme hukuku ve devlet nazariyeleri nedir hiç bilmez ve işkembe-i kübradan atıp tutuyor.

Müslümanlara zulmeden, devlet değildir. Devlet ayrı, sistem ayrı şeylerdir. Zulmeden sistem, yahut düzen, veya rejimdir. Değiştirilmesi gereken bunlardır. Devlet bizim devletimizdir ama bizim kontrolumuzda değildir.

Sakın yanlış anlaşılmasın ben yoğurtçuluk, yorgancılık, yumurtacılık, yufkacılık yapan Müslümanları hor görmüyorum, küçümsemiyorum. Onlar mü’min olarak başımın tacıdır. Lakin herkes haddini bilmelidir.

Bir Müslüman toplumda doktorlar, mühendisler, iktisatçılar; yoğurtçular, yufkacılar, kokoreççiler burunlarını din ve devlet işlerine sokarlarsa o toplum iflah olmaz.

Peki ne yapılacaktır? Bu ülkede din ve devlet işleri hakkında otorite olan yüz bilgili, uzman, ehliyetli kişi çıkmaz. İşte onlar fikir beyan edecekler, çare ve çözüm bulacaklar, reçete yazacaklar; on milyonlarca Müslüman da onları dinleyecektir.

Aptalın ve ahmağın biri çıkmış, “Biz bu kötü idareye layık değiliz” diye bağırıp feryat ediyor. A yaygaracı çeneni kapat! Resûl-i Kibriya ne demiş: “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz.” Biz bugünkü idareye layığız ki, böyle bir sistem altında yaşıyoruz.

Müslümanlar kendilerini islah etmedikçe Kitabullah’a ve Resûl’ün sünnetine uymadıkça kurtulamazlar.

Adam sıradan bir ilahiyat profesörüdür ve mutlak müctehidliğini ilân etmiştir. Azıcık vicdanı ve iz’anı olsaydı böyle bir haddini bilmezlik yapmazdı. Böyle bir kişinin ortaya koyacağı çarelerin, çözümlerin, reçetelerin ne kıymeti olacak?

Müslümanlar hürleşmek, selamet bulmak, izzete kavuşmak istiyorlarsa ehl-i sünnet anacaddesinde yürümeli, muteber âlimlerin muteber kitaplarında yazılı olan hükümleri bırakıp da fantezi görüşlerin peşine düşmemelidir.

Köylülerin, gecekondu ahalisinin, varoş halkının da elbette Müslüman olmaya hakkı vardır. Lakin bizim dinimiz köy, gecekondu, varoş dini değil, şehir dinidir, yani İslâm’ın yüksek bir medeniyeti, kültürü, sanatı vardır.

Cami hoparlörü kafalı, takunya zihniyetli; çok uzun, nisbetsiz, bol şerefeli ve çok çirkin minare yaptırmayı din hizmeti sanan, dar ufuklu; Taksim’e en alt katta otopark, orta katta otomobil parçacıları çarşısı, üst katta da ibadet yeri bulunacak bir cami yaptırmaya kalkan din sömürücüleri tarafından yüz kere dolandırılsalar, yüz birinci defa dolandırılmak için kuyruğa giren kişilerin din ve siyaset hakkında uluorta konuşmalarından ve kendileri gibi düşünmeyenleri küfürle, nifakla, bozgunculukla suçlamalarından daha büyük bir felâket olur mu?

Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a, Şeriat’a hakaret edilince hiçbir reaksiyon göstermez; kendi baronuna ve cemaatine dil uzatılınca küplere biner, ateş püskürür… Böyle sapıklardan bu dine, bu Ümmet’e, bu ülkeye ne hayır gelir?

Kendini sûfî sanan şu beyinsize bakınız. “Benim şeyhim en büyük, öteki şeyhler en küçük… Benim tarikatim en hak, öteki tarikatlar berbat” diyor. Bu ne büyük edebsizliktir!

Firavun, Nemrud, Şeddat, Neron gibi saltanatlı bir hayat süren; yer yüzünde gurur ve kibirle yürüyen; en pahalı meskenlerde yaşayan, en lüks binitlerle gezen; trilyonlarla, katrilyonlarla oynayan adamlara İslâm büyüğü diyenin hiç mi hiç aklı yoktur.

Müslümanlara başkan olan, halkı peşlerinden sürüyen kişilerin Kur’an hükümlerine, Sünnet ilkelerine, Şeriat kurallarına göre yaşaması gerekmez mi?

“Kimse beni tenkit edemez!..” Muhammed aleyhisselamın bize tebliğ ettiği din böyle mi diyor? İlk Müslümanlar Hazret-i Ömer gibi âdil ve örnek bir halifeyi bile tenkit etmişler, ondan hesap sormuşlardır.

Hazret-i Ömer, sırtındaki yeni elbisenin bile hesabını Ümmet-i Muhammed’e vermiştir. “Evet, benim payıma düşen ganimet kumaştan bu elbise çıkmazdı. Oğluma düşen payı ekleyerek bunu diktirdim” demiş ve kendisini aklamıştır. Radiyallahu anh…

Unutmayın: Din ve siyaset bahisleri ayağa düşer; bu konuların uzmanı olmayan ehliyetsizler ahkam kesip durursa o Müslüman toplum iflah olmaz.

“Dinsizler bize zulmedip duruyor…”diye niçin feryad edip ediyorsunuz? Cezamızı çekiyoruz. 18 Ağustos 2000