Cuma

 

1789’daki Büyük İhtilâl’de Fransa’da dine ve dindarlara karşı dehşetli zulümler yapılmıştır. Kiliseler ve manastırlar kapatılmış, yağmalanmış, nice papaz ve rahibe, giyotinle kafaları uçurulmak suretiyle idam edilmiş; kapatılan kiliseler “Akıl Dini” tapınakları haline getirilmiş, buralarda masonik âyin ve törenler yapılmıştır. Devrimci tahribat o derecelere vardırılmıştır ki, ölmüş Fransa krallarının mezarları açılmış, kurşun tabutları parçalanmış, kemikleri toplu çukurlara atılmıştır.

Napolyon, imparatorluğunu ilan edince kilise ile barışmış, halka tekrar din hürriyeti vermiştir.

Bundan yüz yıl kadar önce Fransa yine bir dinsizlik terörü fırtınası yaşamış, lâiklik bahane edilerek Hıristiyan tarikatları yasaklanmış, dine ve dindarlara karşı olmayacak işler yapılmıştır.

Ancak Fransa’daki bu dinsizlik terörleri geçici olmuş, en sonunda orada din, inanç, inandığı gibi yaşamak ve diğer hürriyetler yine yürürlüğe girmiştir. Fransa lâik bir ülkedir ama bu ülkede:

(1) Katolik kilisesinin okulları vardır ve devlet bütçesinden bunlara yardım yapılmaktadır.

(2) Dinî tarikatlar, manastırlar, keşiş ve rahibeler vardır, devlet bunlara karışmamaktadır.

(3) Fransa’da beş milyon Müslüman bulunduğu rivayet ediliyor. Bunların da kıyafetine, tesettürüne, takkesine, sakalına, namazına karışılmamaktadır.

(4) Orada dinî dernek kurmak serbesttir. Katoliklerin, Müslümanların, Protestanların, Musevilerin binlerce din derneği vardır.

Hitler rejimi Katolik kilisesine baskı yapmış, birtakım muhalif papazları zindanlarda çürütmüştü ama o rejim yıkılınca Almanya’da tekrar din hürriyeti ilan edilmiş ve yabancılar dahil, kim neye inanıyorsa bu inancının gereklerini serbestçe yapabileceği bir hürriyet ortamı oluşturulmuştur. Almanya’daki Müslümanlar isterlerse Şeriat ve Hilafet dernekleri bile kurabiliyor.

Sovyetler Birliği sistemi çöktükten, Marksist ideoloji iflâs ettikten sonra Rusya Federasyonu’nda da geniş bir din hürriyeti havası oluşmuştur.

İnsan hakları ve demokrasi kuru lâftan, teoriden ibaret değildir. Bir ülkede gerçek bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti yoksa orada ne demokrasi vardır, ne de insan hakları.

Hiçbir siyasî rejim, ülkesindeki hakim din ile savaşarak, dine zıt giderek ayakta duramaz, ilelebet pâyidar olamaz.

Bir devleti, bir ülkeyi, bir milleti, bir toplumu en fazla yıpratan, sarsan, zayıflatan, çürüten, çökerten şeyler şunlardır:

1. Devleti idare eden güçlerle, o ülkedeki hâkim din arasında devamlı, müzmin bir çekişme, anlaşmazlık olması. Yönetimin, resmî ideolojinin din ile dindar halk ile sistemli bir şekilde mücadele etmesi.

2. Başta din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti olmak üzere temel hakların ve hürriyetlerin, resmî ideoloji lehine keyfî bir şekilde sınırlandırılması ve bu sınırları aşanların yine keyfî ve anti-demokratik şekilde cezalandırılması.

3. Siyasî rejimin, yönetimin millî kimliğe, millî kişiliğe, millî kültüre ters işler yapması.

4. O ülkede yazılı-edebî lisana, millî tarihe, millî mimarîye, millî sanata cephe alınması, bunların yıpratılması.

Çağımızda siyasetin, devletin temeli “Hukukun üstünlüğü prensibi”dir. Ancak bunun da şartları vardır:

A. Hukukun mutlaka âdil bir hukuk olması gerekir. Stalin’in, Hitler’in, Enver Hoca’nın da hukuku vardı ama âdil bir hukuk değildir onlar.

B. Bir ülkedeki hukukun, orada yaşayan halkın inançlarına, kimliğine, kişiliğine, kültürüne zıt olmaması gerekir.

Müslüman bir ülkede, İslâm dini ve İslâmî kültürle ilgili birtakım imkânlar, ruhsatlar, kolaylıklar tanınmazsa o ülkede tam bir demokrasi, hürriyet olduğu iddia edilemez.

Hürriyetin, siyasî tarafı olduğu gibi kültürel ve dinî tarafları da vardır. Bir ülkede yaşayan halkın kültürel hürriyetleri şunlardır:

(a) Yazılı-edebî lisanını öğrenebilmek hürriyeti. Hiçbir siyasî rejim ve ideoloji halkın kendi edebî, yazılı, zengin lisanını öğrenmesini kısıtlayamaz. Yazılı-edebî lisan medeniyetin birinci şartı ve vasıtasıdır. Lisanın yozlaştığı, erozyona uğradığı, sabotaja maruz kaldığı bir ülke ve halk dejenere olmaya mahkûmdur. Lisan denilince tabiî ki, yazı da hatıra gelir.

(b) Millî tarihini bilmek hürriyeti. Anti-demokratik ideolojik rejimler tarihe de çok müdahale ederler, kendi istekleri doğrultusunda yeni, yapma, düzmece, mitolojik bir tarih üretip halka bunu kabul ettirmeye uğraşırlar. İdeolojik rejimler halkın, ülkenin, devletin geçmiş büyüklerini ve kahramanlarını kötüler ve karalar; yenileri ise göklere çıkartır. Buna itiraz edenleri de hain ve bozguncu ilan ederek hapse atar. Hatta zaman zaman böylelerinin idam edildiği de görülmüştür.

(c) Her ülkenin kendisine mahsus bir mimarîsi, şehirciliği bulunur. İdeoloji diktatörlükleri bunu da değiştirmek ister. Millî mimarî kötülenir, yasaklanır, onun yerine ruhsuz beton yığınları dikilir.

Cumhuriyet de kuru lâftan, edebiyattan, nazariyeden ibaret değildir. İki türlü cumhuriyet vardır:

I. Gerçek cumhuriyet. Böyle bir rejimde ve düzende devletle, yönetimle halk barış, uzlaşma ve uyum içindedir. Devlet, rejim, düzen temel insan haklarını kabul eder. Hiçbir vatandaş dinî inançlarından, fikir ve görüşlerinden dolayı zulme ve baskıya uğramaz. Böyle bir rejimde lâiklik, din hürriyetini ve evrensel insan haklarını kısıtlayacak bir şekilde uygulanmaz. Gerçek cumhuriyette resmî ideoloji olmaz. Âdil hukukun üstünlüğü prensibi hâkimdir.

II. Cumhuriyetimsi rejim. Bu cumhuriyetin adı cumhuriyettir ama kendisi değildir. Her şeyin üzerinde resmî ideoloji ve yönetici sınıf vardır. Bu sistemde iki devlet bulunur: Biri bilinen konvansiyonel devlet, diğeri derin devlet. Bu sistemde teorik olarak eşitlik vardır ama bazıları “daha eşittir. 12 Nisan 2003