Salı

Bazı dindar iş adamlarının senetlerini ödemediklerini, çeklerinin karşılıksız çıktığını, çalıştırdıkları işçilerin ve memurların haklarını hakkıyla vermediklerini, birtakım yamukluklar yaptıklarını duyuyor ve üzülüyorum. Müslümanlık lafla olmaz, işle olur.

İslâmî kesim hemen hemen bütün sektörlerde ikinci lig takımı durumuna düşmüştür. Meselâ, ülkenin en büyük gücü durumuna gelmiş olan medya sahasında. Hayat bir mücadele ve müsabakadır (yarışmadır). Farmason, Sabataycı, ateist, militan ve saldırgan İslâm düşmanları bize nisbetle daha başarılı gazeteler, dergiler çıkartıyor, daha güçlü ve üstün televizyon kanallarına sahip bulunuyorsa, bundan şikayet etmek aptallık olmaz mı? Müslüman kesim uzun yıllardan beri dindar halktan gazete çıkartacağız, televizyon kuracağız diye büyük paralar toplamıştır. Dindar kadınların mücevherleri bile alınmıştır. Neticede dağ fare doğurmuştur. Bunca paraya, bunca tantanaya, bunca büyük lâfa rağmen biz yine ikinci ligte oynuyoruz. Kabahat masonlarda, sabataycılarda, militan ve saldırgan dinsizlerde mi, yoksa Müslümanları aldatanlarda mıdır?

İkinci ligten birinci lige geçebilmek için bilgi, aksiyon ve estetik boyutlarında vasıflı, güçlü ve üstün olmak gerekir. Biz Müslümanız demekle iş bitmiyor. Nasıl Müslümansınız? Eski Endülüs, eski Osmanlı, eski Herat Müslümanları gibi misiniz; yoksa döküntü, vasıfsız, çapsız, yetersiz, işe yaramaz, zayıf, moloz Müslümanlar mısınız?

Müslümanların günde bir milyon satan güçlü, vasıflı, tesirli, nüfuzlu, ciddî, güvenilir, üstün bir günlük gazete çıkartmaları mümkündür. Ancak bunu başarabilmek için birtakım şartların yerine getirilmesi, birtakım sebeplere tevessül edilmesi gerekir. Gazetenin başına Hazret’in veya baronun sâdık, bağlı, uysal, evet efendimci adamı geçirilecek, lakin bu adamın basın sahasında yeterli ihtisası, tecrübesi, birikimi olmayacak, sonra büyük gazete çıkacak. Böyle aptalca duaya âmin denilir mi?.. Gazetenin satışı için “Kardeşler, bağlılar” seferber olacaklar, zorla, yalvara yalvara abone yazılacak, şişirme tirajlar elde edilecek… Tabiî ki, böyle bir gazete işe yaramaz.

İngiltere’deki The Times, Fransa’daki Le Monde gibi gazete çıkaramazsan, işte böyle sürünürsün.

Sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci statüsünden kurtulmak istiyorsanız bilgi, aksiyon, estetik sahasında vasıflı, güçlü, üstün olacaksınız. Yeterli sayıda gerçek aydınlar, uzmanlar yetiştirecek, bunlardan müteşekkil kadrolar kuracaksınız.

Bilgi, ahlâk, fazilet, sanat, estetik, hikmet, ilim, irfan, hukuk, mimarlık, siyasî kültür sahalarında muktedir olmayanlar hiçbir zaman iktidar olamazlar.

Müslümanlar, karşıtlarından daha güçlü, daha üstün, daha vasıflı olmadıkça bu memlekette zillet, sefalet, hakaret, rezillik içinde sürünmeye mahkumdur.

İlkokul mezunu, kültürü yetersiz birtakım temiz Müslümanlar var ki, kendilerini siyaset ordinaryüs pofesörü sanıyorlar. Dükkanlarda, kahve köşelerinde, sohbet meclislerinde, her yerde, günün her saatinde işkembe-i kübradan ahkâm kesiyorlar. Bin sene böyle konuşulsa yine bir şey yapılamaz. İslâm’da, bilmeyenlerin konuşması yasaktır. İlmi olan, ehliyeti olan konuşacak, ötekiler dinleyip gereğini yerine getirecektir.

Müslümanların zillet içinde bulunması, sömürge yerlisi muamelesine mâruz kalması bazı din baronlarının umurunda bile değildir. Onlar tezgâhlarını kurmuşlar, Karun gibi zengin olmuşlar, şöhret-i kâzibe sahibi olmuşlardır. Neron, Nemrud, Firavun, Kaligula, Şeddad gibi lüks bir hayat sürmekte, saraylarda yaşamakta, milyonlarca dolara mâlik bulunmakta, israf ve safahat içinde yaşamaktadırlar. Bir yığın beyinsiz onları alkışlamakta, yaşa var ol demektedir. Bir elleri yağda, bir elleri baldadır. Gel keyfim gel, kekâh bir hayat sürmektedirler. Dini imanı para, şöhret, riyaset, alkış, halkın teveccühü ve rağbeti olan, nefislerine put gibi tapan bu adamlar, Müslümanların zillet içinde sürünmesinden elbette müteessir olmazlar.

Sözü yine büyük çapta Müslüman iş adamlarına getireceğim. Bunlardan hangisi özel bir müze açmıştır? Bunların hangisinin iş yeri ve evi zevkli, kaliteli, yüksek seviyeli bir dekorasyona sahiptir? Bunların kütüphaneleri, sanat eserlerinden müteşekkil koleksiyonları var mıdır?

Maalesef bütün bu sahalarda çok geriyiz. İslâm Şeriatına karşı olan bazı laik ve çağdaş büyük zenginler var ki, iş yerleri ve evleri kıymetli ve otantik İslâm sanat eserleriyle doludur. Alman Merian dergisine verdiği demeçte “Ben Atatürk geleneğine bağlı modern bir Türk kadınıyım” diyen Suna Kıraç hanımın Nakkaştepe’deki Koç Holding binasındaki çalışma odası kıymetli hüsn-i hat levhaları ile doludur. Müslümanlığı kimseye bırakmayan dindar iş adamlarımızın çoğunun işyerleri ve evleri ise kabak gibi döşenmiştir.

“Bana delikanlı oğlunu göster, senin ne mal olduğunu söyleyeyim.” Çocuklarımızı nasıl yetiştiriyoruz? Müslüman kodamanların, pabucu büyüklerinin liseye veya üniversiteye giden çocuklarına bakıyorum da, bazılarını hiç beğenmiyorum. Hamlık, şımarıklık, gurur, kibir, otomobil ve üst baş ile öğünme… Böyle şeyler Müslüman zenginlerin ve büyüklerin çocuklarına yakışan şeyler midir?

Biz Müslümanız, biz haklıyız, zafer bizimdir… Bu edebiyatı bırakın da şu sorularıma cevap verin:

– Senetlerinizi gününde ödüyor musunuz?

– Verdiğiniz çeklerin günü dolunca karşılığı oluyor mu?

– Çalıştırdığınız işçiler ve memurlar sizden memnunlar mı? Sizin hakkınızda “Allah râzı olsun, hakkımızı veriyor” diyorlar mı?

– Fabrikalarınız, işyerleriniz, bürolarınız, evleriniz nasıl?

– Kazancınızın ne kadarı ile kaliteye, kültüre, sanata yatırım yapıyorsunuz?

– Oğullarınız, kızlarınız nasıl bir ahlâk ve karaktere sahiptir?

– Halktan kopuk musunuz, yoksa halk içinde, halkla beraber yaşayabiliyor musunuz?

– Otomobiliniz ne markadır, kaç dolarlıktır? Bununla öğünüyor musunuz?

– Kitaba, cilde, hüsn-i hatta, antika eşyaya, geleneksel el sanatlarına, kök boyalı halıya meraklı mısınız?

– Dindar geçindiğinize göre günde kaç kere camiye gidiyor ve imamın arkasında cemaatle vakit namazı kılıyorsunuz? 13 Ekim 1999