Dindarların Kampları Başlarına Geçirilmiş
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazar
Şile taraflarında sahilde bir grup dindar vatandaş kamp kurmuşlar, çadırlarda barınıyorlar, denize giriyorlar, tatil yapıyorlar, dinleniyorlar. Birkaç ay bu minval üzere istirahat etmişler, sonra kolluk kuvvetleri kampı sarmış, çadırları, derme-çatma tesisleri buldozerlerle yıkmışlar, vatandaşları da oradan atmışlar.
Bu vatandaşların suçları ne imiş?
1. Bunlar dindar vatandaşlarmış. Gazetelerin yazdığına göre Rufaî meşrebli imişler.
2. Beş vakit cemaatle namaz kılıyorlarmış.
3. Kadınlar tesettürlüymüş ve erkeklerle birlikte denize girmiyorlarmış.
Türkiye gibi demokratik bir cumhuriyette bu saydığım şeylerin suç olması mümkün değildir. Devletimizin veya Cumhuriyetimizin 75 bin resmî camisi vardır. Buralarda günde 5 kez ezan okunmakta ve cemaatle namaz kılınmaktadır, Camiye gelmeyen dindar vatandaşlar da evlerinde, işyerlerinde namaz ibadetini yerine getirmektedir.
Milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kadın ve kız başını örtmekte, tesettür kıyafeti ile gezmektedir.
Tarikatler yasaktır, kapalıdır ama tasavvuf yasak değildir. Zaten isteseler de yasaklayamazlar. Binaenaleyh, Müslüman bir vatandaşın Nakşi, Kadiri, Rufai, Mevlevî, Şabanî, Bayramî, Cerrahî olması suç değildir. Kaldı ki, tarikat ve tekkeleri yasaklayan kanun da bir bakıma “caduc” olmuştur.
Kampları başlarına geçirilen, tatilleri zehir edilen vatandaşların ceplerinde TC. nüfus hüviyet kartları bulunmaktadır. Bunlar devlete vergi ödemekte, erkekleri askerlik hizmeti yapmaktadır.
Bir yerde kamp yapma yasağı olabilir. Bu yasağı ihlal edenler mahkeme kararı ile cezalandırılabilir. Devletimizin “dindarların deniz kenarlarında veya yaylalarda kendilerine mahsus özel kamplar kurmaları, buralarda cemaatle namaz kılmaları, bu kamplara iştirak eden kadınların tesettür kıyafeti ile gezmeleri suçtur ve bu suçun cezası olarak kamp, kolluk kuvvetleri tarafından başlarına geçirilir” şeklinde bir kanunu yoktur.
Hukukun temel prensiplerinden biri de “kanunsuz suç ve ceza olmayacağıdır”.
Bir grup mason deniz kenarında kamp kursalar, tatil yapsalar, istirahat etseler, onlara Müslüman Rufailere yapılan muamele yapılabilir mi? Kesinlikle yapılmaz. Yapamazlar.
Şimdi bir takım çok bilmişler. “‘Atatürk, tekkeleri ve tarikatleri yasaklamıştır” diyeceklerdir. Onlara şu cevap verilir: .
“Atatürk, mason localarını da kapattırmıştır!”
Atatürk’ün kapattırdığı farmason locaları, ölümünden sonra 1947’de yeniden açıldı. İslâmî tekkeler, zaviyeler, dergahlar, tarikatler ise hâlâ kapalı duruyor.
Elimde bir belge yok ama. 1925’de tarikatlerin muvakkaten (geçici olarak) kapatıldığı söylenmekledir. O tarihte Şeyh Said isyanı ve başka isyanlar çıkmış, memleket allak bullak, Takrir-i Sükun havası içinde tarikatleri kapatıyorlar. Ama bu kapatmayı sürekli olarak düşünmüyorlar. 15 sene sonra serbest bırakırız diyorlar.
Düşünebiliyor musunuz, bütün dünyanın hayran olduğu, takdir ettiği, Mesnevî’sini okuduğu Mevlana Celaleddin-i Rumî’nin tarikatı (yolu) bile kapalıdır. Her sene onun yıldönümünde resmî haber ajansında gazetelerde kendisinden “büyük Türk ozanı ve düşünürü” şeklinde bahsedilir. Okurken gülerim. Yahu. Mevlana Celaleddin Rumî bir İslâm büyüğüdür. Bir velîdir. Bir maneviyat güneşidir. Kur’ân ve Şeriat dairesi içinde insanları aydınlatmış, irşad etmiş yüce bir zattır. Eserlerini de Farsça yazmıştır. Ona ozan ve düşünür demek yerine “Tarikat-ı Seniyye-i Mevleviye’nin pîri, Monla-yı Rum eâzım-ı Evliyaullahtan, Hadimü’l-ümme ve’l-beşeriyye…” denilmesi uygun düşmez mi?
Bir sene önce İngiltere’de The Guardian gazetesinde 5 Kasım 2005 tarihinde Mevlana Celaleddin Rumî hakkında “What goes round…” isimli bir yazı yayınlandı. Bunun yazarı William Dalrymple Türkiye’yi çok ayıplıyor ve tenkid ediyordu. “Mevlana’nın tarikatı ve eserleri kendi öz yurdunda hor görülüyor” diyordu. Gerçekten Mevlevi tarikatinin hala yasak ve kapalı olması ülkemiz için çok büyük bir ayıptır.
Kamp yapılması yasak olan bir yerde kurulan kampın kaldırılmasına hiçbir itirazımız olamaz. Bizim tenkid ettiğimiz, kampı kuranların dindar, tarikatli, namazlı, kadınları tesettürlü olmaları dolayısıyla haksızlığa uğramalarıdır.
Laik devlet, dindar diye bir kısım vatandaşlarının temel insan haklarını ihlal edemez. Şile’deki bu kamp yıkma, tatillerini kampçılara zehir etme hadisesi üzerine milyonlarca Müslüman vatandaşın, yasal sınırlar içinde tepki göstermeleri gerekirdi. Kamp yıkma hadisesi ne kadar vahimse Müslümanların buna (yasal sınırlar içinde) tepki göstermemeleri o kadar, hatta ondan daha çok vahimdir.
Haklar ve hürriyetler kolayca elde edilemez?.. Bunlara sahip çıkmak gerekir. Aydın, o kimsedir ki, inançlarını ve görüşlerini paylaşmadığı vatandaşların ve insanların da haklarını savunur, onlara yardımcı olur.
“Türkler bir milyon Ermeni kesti, 30 bin Kürt öldürdü” diyen Beyaz Türk’ü nasıl savunduklarını gördük. Korkunç yaygaralar koparttılar, “AB sürecinde, Türkler bir milyon Ermeni kesti, 30 bin Kürt öldürdü diyen bir fikir adamını mahkemeye vermek çok ayıptır, böyle şeyi kabul edemeyiz…” şeklinde gerekçeler ileri sürdüler. Beride Müslüman bir yazar ve fikir adamı bir yazısından dolayı (ertelenmeyen) hapis cezasına çarptırılınca gık bile demediler. Birinci Adam, kendileri gibi Beyaz olduğu için, onun yardımına koştular, ötekisi “Yeşil Türk” olduğu için oh olsun dediler.
Kamptaki Rufailer beş vakit namaz kılıyormuş, karıları başlarını örtüyormuş… Bunlar suç mudur? Amerika’da Amişler adında bir cemaat vardır. Bunlar kendilerine mahsus bir bölgede yaşarlar, son derece tutucu Protestan bir zümredir. Bölgelerinde elektrik yoktur. Buharlı, motorlu, elektronik cihazları içeriye sokmazlar, at arabalarıyla dolaşırlar, insan ve hayvan gücüyle tarım yaparlar, orayı gezmek isteyen bir kimse otomobilini bölge sınırında bırakmak zorundadır. Bunlara kimse karışmaz. Öyle düşünüyorlar, öyle inanıyorlar, o halde öyle yaşasınlar…
Bursa bölgesinde oldukça büyük bir göl vardır, bu gölün ortasında bir ada bulunur. Ben bir Müslüman olarak para bulsam bu dolayı satın alsam, dinlenme tesisleri kursam, sofu ve dindar bir vatandaş olduğum için de, burada namaza, oruca, ezana, kadınların tesettürüne dikkat etsem, içki bulundurmasam, kumar oynatmasam, mayo ile suya girdirtmesem… Bütün bu yaptıklarım medeni ülkelerde suç teşkil etmez, bana ve tesisime karışılmaz, Çıplaklar kampına nasıl izin veriliyorsa, benim işlettiğim dinlenme tesislerine de izin verilir. Lakin bizdeki bir takım ilericilik yobazları yaygara basarlar bir sürü gürültü çıkartırlar. Yok laiklik elden gidiyormuş, yok ilericilik tehlikedeymiş, yok dinciler işi azıtmışlarmış…
Şu güzelim memlekette boş şeylerle uğraşıyoruz. Bu boş şeyler yüzünden Türkiyemiz, Japonya gibi, Güney Kore gibi, Taiwan gibi, Singapur gibi ilerleyemedi, zenginleşemedi, güçlü bir sanayi kuramadı…. Bocalayıp duruyoruz.
Be adamlar! Gericiler beş vakit namaz kılıyor, karılarını tesettüre sokuyor, kıçı başı açık denize girmiyor safsatalarını ve yaygaralarını bırakın da şu birkaç soruya cevap verin:
1. Türkiye’de yüz binlerce güzel ve mükemmel Güney Kore arabası var da, Güney Kore’de niçin bir tek Türk arabası trafikte boy göstermiyor?
2. Her ülkenin genç nesilleri, dedelerinin ve atalarının mezar taşlarını okuyabiliyorlar da Türkiye’dekiler niçin okuyamıyorlar?
3. Demokrasinin, hukukun, insan haklarının beşiği olan İngiltere’de Müslüman kızlar ilkokuldan üniversiteye kadar bütün tahsil kademelerinde başörtüsü ile okuyabiliyorlar da Türkiye’de niçin okuyamıyorlar? Bu soruları yönelttiğim için azılı ve katmerli bir gerici oluyorum değil mi? 28 Ağustos 2006