Dinde Reform Şovcuları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazar
Hafifmeşreb bir gazete “Dinimizi hurafelerden temizlemek maksadıyla başlatılan reformlardan biri olan kadınların cuma ve bayram namazlarını erkeklerle birlikte camide kılmaları…” diye başlayan bir haber yayınladı.
Kadınların cumaya ve bayram namazına camiye gelmeleri dinimizde yasak değildir. Ancak onlar için cuma namazı farz değildir, bayram namazı da vacib değil.
Dünyada kadınlarla erkekler eşit değil. Teorik olarak bu eşitliği ilan eden ve savunan ülkelerde bile askerlik işleri yüzde doksan dokuz erkekler tarafından yapılmaktadır. Parlamentosunun yarısı kadın olan hiçbir ileri ülke yoktur. Futbol takımlarında kadınlarla erkekler birlikte oynamaz. Olimpiyatlarda kadın ve erkek atletler ayrı yarışırlar.
İnsan olmak haysiyetiyle kadın ile erkek eşittir ama neticede kadın kadındır, erkek de erkek.
Medeniyetin temeli vatandaşların din, inanç, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetlerine saygı göstermek, onlara riayet etmektir.
Beşerî planda dinimizin en büyük otoritesi Hazret-i Peygamber’dir. İlahî Kitab Kur’an’ı bize O getirmiş, O tebliğ etmiştir. Dinimizin ikinci temel kaynağı Kitabullah’tan sonra Hz. Peygamber’in Sünnetidir. Peygamber kadınların toplum içindeki yerlerini, vazifelerini, işlerini bildirmiştir. Müslümanlar, iman etmiş oldukları için Kur’an’ın ve Sünnet’in kadınlara dair hükümlerini tartışmadan kabul ederler. Kabul etmeyen dinden çıkar.
Birtakım ilerici, çağdaş, nümayişçi erkekler ve kadınlar dinde reform konusunda şovlar yapmaya başladı. Meclis camisine gitmeler ve erkeklerin arasında namaz kılmalar. Bunlar gülünçtür.
İslâm dininin hükümlerini hurafe olarak kabul edenler ve camide kadın erkek karışık olarak saf tutmak isteyenler, çok cesur iseler sinagoglara gitsinler ve erkek Yahudiler ile birlikte bulunmaya kalkışsınlar. Hahamlar, Musevî din görevlileri onlara bu izni, bu imkânı vermeyeceklerdir.
Her şeyin bir kuralı vardır.
Kadın erkek karışık olarak kılınan namaz namaz olmaz. Fıkıh böyle bir karışımın namazın sıhhatine mani olduğunu söylüyor.
Reformcular, şovcular samimî midir? Samimî olduklarına inanmak zordur. Gürültü çıkartmak, nümayiş yapmak, dikkat çekmek istiyorlar.
Amerika’da, İngiltere’de, Hollanda’da bir reformcu kadın camiye gitse ve erkeklerle aynı safta cuma namazı kılmaya kalkışsa ağzının payını alır ve camiden dışarıya atılır.
Bütün bu gürültüler, şovlar, patırtılar boştur, faydasızdır. Vaktiyle reformcular başta Ankara’daki Hacıbayram camii olmak üzere, secde yerlerine bir iki parmak yüksek, üzerleri muşamba kaplı secdelikler koydurtmuşlardı. 1950’den sonra ülkeye demokrasi gelince Müslümanlar bunları kaldırıp attılar.
Yine 1950’ye kadar Ezan-ı Muhammedî’nin asıl şekliyle yâni Arapça okunması yasaktı. “Tanrı uludur, Tanrı uludur…” şeklinde “Türkçe Ezan” okunuyordu. Sonra ne oldu? Yine 27 Mayıs 1950’den sonra bu bid’at da kaldırıldı. Ezan’ın Türkçe okunmasını mecburî kılan kanun kaldırıldı, ille de Arapça okunacak diye bir zorlama getirilmedi ama antidemokratik yasak kaldırılınca bütün ülkenin on binlerce camiinde hep birden Allahu ekber Allahu ekber diye Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlandı.
Kur’an’a, Sünnet’e, Şeriat’a, fıkha aykırı zorlamalar tutmaz, devam etmez.
Zaten şov yapanların, devamlı ibadet etmek gibi bir niyetleri de yoktur.
Türkiye’nin dinde reforma değil, din hürriyetine ihtiyacı vardır. Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti devletin selametinin, cumhuriyetin bekasının, demokrasinin temel ve vaz geçilmez şartıdır. Bu hürriyet yüzde yüz geçerli olmadıkça millî birlik ve beraberlik, sosyal barış ve ittifak kurulamaz.
Türkiye Müslümanları, en az Farmasonlar ve Sabataycılar kadar hür olmalıdır kendi öz vatanlarında.
İslâm dininin hükümleri ve ilkeleri, insanlar tarafından tanzim ve tertib edilmiş nizamlara, düsturlara, ilkelere benzemez. İnsanların yaptıklarında eksiklik vardır, zamanla eskirler ve değiştirilmeleri gerekir. Allah’ın koyduğu hükümler ise eskimez, değiştirilmeye gerek ve ihtiyacı bulunmaz.
Resulullah Efendimiz din konusunda Ümmetine ne bildirdiyse ilahî vahiy ve ilham iledir. Resulullah kendi hevasından konuşmamıştır. Onun Sünneti, buyrukları kemal üzeredir, dünya durdukça onlara uymamız gerekir.
Resulullah’ı bırakıp da Fazlurrahmanların, zındık ilahiyatçıların, oryantalist, zihniyeti bozukların mı peşlerinden gideceğiz?
İslâm kesin olarak bir şeye helal demişse o Kıyamet’e kadar helal olarak kalacaktır. İslâm kesin olarak bir şeye haram demişse o da dünya batıncaya kadar haram kalacaktır. Helali haram yapmak, haramı helal yapmak büyük sapıklıktır. Böyle bir şeyden Allah’a sığınırız.
Ezanın Arapça okunması, namazda kıraatin, tesbihatın ve duaların Arapça yapılması on dört asırlık kesin bir icmâdır. Ezan ve Kur’an Arapça olmaktan çok Rab’çadır. Ezanı ve namazı Türkçeleştirmek isteyenlere bakınız. Bunların hepsi de içten pazarlıklı, Müslümanları şaşırtmak ve saptırtmak isteyen insî şeytanlardır. Kim ulemayı, meşayihi, ehlullahı, din imamlarını bırakıp da bu sapıkların, bu zındıkların, bu münafıkların peşine düşerse Mevlâsını değil, belâsını bulur.
Sevgili Müslümanlar! Dinde reform tuzağına düşmeyiniz. “Dinimizin tek kaynağı Kur’an’dır, Peygamber Sünneti kaynak olamaz, İlmihal Müslümanlığı bozuktur…” gibi şeytanî vesveselere kapılmayınız, İblislerin tuzaklarına düşmeyiniz.
Sanırım yüz Müslüman evinden doksanında merhum ve mağfur Ömer Nasuhi Bilmen hocanın Büyük İslâm İlmihali adlı mübarek din kitabı mevcuttur. Geri kalan yüzde on da hemen bu kitabı alsınlar. Sadece evde bulundurmakla, satın almakla olmaz. Her gün bir sayfa olsun bu kitaptan bir miktar okumak gerekir. İlle de başından başlamak gerekmez. Bir senede tamamını anlayarak okumak şartıyla herhangi bir bölümden başlayabilirsiniz.
Türkiye’ye dışarıdan birtakım islâmî ideolojiler ithal etmek istiyorlar. Siz ehlisünnet Osmanlı ulemasının çizgisinden ayrılmayınız. Mezhebsizlik, selefilik, telfik-i mezahib, Necdîlik gibi fırka ve cereyanlardan uzak durunuz. Arap dünyasında islâmî hareket bir türlü başarılı olamıyor. Çünkü oradaki islâmî hareket bozuk fırkalar tarafından dejenere edilmiştir. Arap ülkelerinde, Pakistan’da başarılı olmayan, tutmayan ideoloji ve fırkalar Türkiye’de nasıl başarılı olabilir? 27 Mayıs 2002